30 Mart 2013 Cumartesi

TRT ANILARI...



Gürcan ARITÜRK

                                    Kaseti eldeyken kızmıştı...

      İstanbul'un ilçelerinde okul açılışlarını izlemişti TRT ekibi. Muhabir Çağatay Kudun'du. Üç okulun açılışını çekmişlerdi akşama kadar. O zamanlar TRT 
televizyonunda gündüz haberleri yeni başlamıştı, gündüz saatlerinde yeterince hazır görüntülü haber olmadığından da örneğin böyle okul açılışları grafikle yayınlanıyordu. Bu açılışlar da öyle olmuştu. 
      Çağatay Kudun, elinde okul açılışlarının kasetleri, büroya döndüğünde, daha önce telefonla yazdırdığı okul açılış haberlerinin grafikle yayınlandığını görünce çıldırdı, ”Madem görüntüsüz yayınlayacaklar da bizi niye gönderdiler’, diye. Haber Müdürü Ali Kaptan "Çağatay kasetler elinde nasıl yayınlasınlar" deyinceye kadar da siniri geçmedi.

29 Mart 2013 Cuma

SULTANAHMET'İN LALELERİ...

                                                        (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

ÖZGÜRLÜĞE MERHABA...

Evrim Yurteri'nin kişisel "Özgürlüğe Merhaba" adlı resim sergisi 13 Nisan tarihinde Caddebostan Kültür Merkezi'nde açılacak. Serginin açılışını Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk yapacak. Sergi 18 Nisan tarihine kadara açık kalacak. 

27 Mart 2013 Çarşamba

24 Mart 2013 Pazar

ORTAKÖY'E KIYMAYIN EFENDİLER...


                                              Takı tezgahlarının yıkılmadan önceki hali...
        İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıta ekiplerinin 21 Mart Perşembe günü sabaha karşı Beşiktaş Belediyesi’nden habersiz Ortaköy meydanında bulanan “El Sanatları Pazarı”nı yıkması tepkilere neden oldu.
        Yaklaşık 30 yıldır bu meydanda hafta sonları tezgahlarında “el emeği göz nuru” hediyelik eşya sattıklarını belirten tezgah sahipleri, Büyükşehir Belediyesi zabıta ekiplerinin sabaha karşı 04.30 sıralarında yıkım yapmasına bir anlam veremediklerini söylediler. 
                         (Fotoğraflar: Ali Kılıç-Süleyman Boyoğlu)

22 Mart 2013 Cuma

ÂŞIK VEYSEL ANILDI...

                                                          (Fotoğraf: Şakir Palancıoğlu arşivinden)
            Halk ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu, ölümünün 40. yılında (21 Mart Perşembe akşamı) İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda anıldı.
          Anma törenine Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden saat 18.00 sıralarında gazeteci Seraceddin Zıddıoğlu birlikte gittim. Saat 19.00’da başlayacak törene İstanbul’un yoğun trafiğini düşünerek zamanında yetişemeyebileceğimiz endişesiyle koşturmaya başladık. Konser salonuna vardığımızda saat de 18.50’yi gösteriyordu. Konserin kokteylin ardından saat 19.30’da başlayacağını söylediklerinde boşuna koşuşturduğumuza üzüldük.
          Zaman geçirmek için biraz etrafı kolaçan ettik. Ardından anmanın yapılacağı salona geçtik. Çocukluğumda Âşık Veysel’i hep annemin babası Adil Geniş dedeme benzetirdim. Adil dedem de Yemen Cephesi’nde 7 yıl savaşıp esir kalıp döndükten (Üç yıl da Kurtuluş Savaşı sırasında askerlik yapar) sonra gözlerini kaybetmişti. Yalnız, Âşık Veysel’le hemen hemen aynı yaşlarda olan Adil Dedem’in de müziğe ilgisinin olduğunu yıllar sonra öğrendim. Annemin söylediğine göre Adil Dedem de çok iyi kaval çalarmış. Dedem aynı zamanda iyi bir anlatıcıydı. Yemen’de yaşadıklarını bir gün önce olmuş gibi çok net aktarırdı. Anlattıklarını neden not almadığıma ise hâlâ hayıflanırım...
                                            Adil dedem ve annem İpek. Yıl 1975
                                                        
          Âşık Veysel’le ilgili konuşmalar ve torunu Çiğdem Özer’e plâket verilmesinin ardından Can Dündar’ın hazırladığı belgesel gösterildi. Belgese gösteriminden sonra Cengiz Özkan saz arkadaşlarıyla enfes bir konser verdi. Cengiz Özkan’nın seslendirdiği eserlerin tümü Âşık Veysel’e ait parçalardı. Ön sıralarda 60 ve 70’li yılların fırtınalar estiren türkücüsü Nuri Sesigüzel ile TRT’nin şimdiki Türk Halk Müziği şeflerinden Zafer Gündoğdu oturuyordu.
          Nuri Sesigüzel, Cengiz Özkan’a daha ilk türküsünde hayranlığını dile getiren sözler sarf etmeye başladı. Özkan da ilgiye başıyla selam vererek karşılık veriyordu. Sesigüzel, bir saatten fazla programını sürdüren Özkan’ın okuduğu bütün türkülere hemen hemen eşlik etti. Hem de gözyaşları dökerek…
         Özkan'a, dinleyici koltuklarında oturan bizler de katkı sunduk. Bir ara dinleyicilerden birisi Özkan’a “Kara Toprak...” diye bağırdı. Özkan, esprili bir şekilde “Acelen ne?” diye yanıt verince gülüşmelere neden oldu. Daha sonra Özkan ve saz arkadaşları bizi ak bulutların üzerinde uçurdu…
                 Gülseren halam ve ağabeyim Azamet'le Nuri Sesigüzel'i dinlediğimiz radyomuz...
         Cengiz Özkan ve arkadaşlarının programı saat 10.30 sıralarında son buldu. Kimse oturduğu koltuktan kalkmak istemiyordu, ama program saati hayli uzadığından istemeyerek yerlerimizden doğrulduk, çıkış kapılarına yöneldik. Zıddıoğlu, vestiyerden paltosunu alırken Nuri Sesigüzel yanımızdan geçti. Zıddıoğlu’na:
 -   Seraceddin Bey ben Nuri Sesigüzel’i bekleyeceğim. Ona bir çift söz söyleyeceğim, dedim.

                   NURİ SESİGÜZEL NİYE AĞLADI!..

         Sesigüzel’in dönüşünü bekledik. Tam önümüzden geçerken:
-     Hocam birkaç dakikanızı rica ediyorum. Size söylemem gereken birkaç sözüm var. Öncelikle çocukluğumda ben ve ailemin sizin hayranınız olduğunu söylemek istiyorum. 60’lı yıllarda radyoda sizin türküleriniz çalmaya başladığı zaman ben, küçük halam ve ağabeyim radyonun başına çivilenir; 'Sarı Sabahlıkta Yakışmaz mı Anam Güzele' ve 'Durma Güzel Durma Doldur' Testini ve 'Kara Kaş Gözlerin Elmas' türkülerinizi keyifle dinlerdik, dedim.
         Elini kalbinin üzerine götürerek:
-      Allah razı olsun, dedi.
-      Şimdi asıl söylemek istediğim konuya geleyim; Cengiz Özkan’ı dinlerken büyük bir keyif aldığınızı, hayranlıkla dinlediğinize, hatta gözyaşları döktüğünüze şahit oldum…
-      Hem de ne gözyaşı… Bir sürü mendil ıslattım. Biliyor musunuz ben Aşık Veysel’i yakından tanıdım ve konuştum. Anadolu’da bir yardım konserinden sonra öğretmen oğlu beni büyük ozan Âşık Veysel’le tanıştırdı; İşte dedi sana Nuri Sesigüzel’i getirdim’ dedi. Aşık Veysel bana ‘Ben seni radyodan tanıyorum. Çok güzel sesin var. Ne mutlu ki bugün seninle karşılaşmak mutluluğuna eriştim’ dedi. Ben de sizinle tanışmaktan çok mutlu oldum, dedim.
     Sesigüzel'le sohbetimiz sırasında içimden ve daha sonra yolda Seraceddin Zıddıoğlu ile yürürken:
 -  Sanatçı dediğin işte böyle Nuri Sesigüzel gibi mütevazı olmalı, dedim ve evlerimize doğru büyük ozanın dediği gibi "İnce Uzun" değil de “Karanlık bir yolda” yol aldık…
     (Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

21 Mart 2013 Perşembe

HİPODRUMU KADINLAR BASTI!


        Futbol, basketbol, voleybol maçlarında kadınları görmeye alıştık peki ya at yarışlarında. Türk filmlerinde çocuklarının ilaç paralarını at yarışına yatıran babaları izlediğimizden midir bilinmez hipodromlar, kadınların uzak durduğu bir spor dalı oldu hep. Şimdi bu önyargıları bir kenara bırakıp, atları izleme zamanı… 
       Veliefendi Hipodromu, kadınlara pozitif ayrımcılığın uygulandığı ender yerlerden. Giriş ücreti erkekler için 2 TL, kadınlar için ise 1 TL… Hipodromda çok sayıda kadın görürseniz de şaşırmayın. 
       Bahman Gobadi’nin Sarhoş Atlar Zamanı adlı filmini izleyip atlara hayran kaldıysanız, PADOK adlı atların turladığı alanı görmeden ayrılmayın.  Daha yakından görmek ve hatta onlara dokunmak istiyorsanız biraz arkadaki ahıra da gidebilirsiniz. Şansınız varsa seyisler, size yardımcı olacaktır.
      “Atları da sevdim artık yarış oynamak istiyorum” diyorsanız önce yarışlarla ilgili bilgilerin yer aldığı bültenlerden edinmekte fayda var. Kum, çim ve toprak olmak üzere üç alanda koşan atlardan hangisinin şansının daha yüksek olduğunu bu bültenlerden öğrenebilirsiniz. Bu bültenlerde hangi atın en son ne zaman koştuğu yazıyor. Buna göre yorgun atlar yerine dinlenmişleri seçebilirsiniz. Ayrıca küçük bir tüyo; PADOK’ta hırçınlaşanlar genelde daha iyi koşuyor. Havanın nemli olup olmaması bile atları etkilediğinden koşuların sonuçlarını da değiştirebiliyor.  Bunlara dikkat ettikten sonra sizi cüzi bir ödeme yaparak yarışları izleyebileceğiniz locaya alalım. Daha sonra elinizdeki kupona atların numaralarını sıralayın. Şansınız varsa sürpriz atı siz de bulabilirsiniz. Elbette oynarken çok da kaptırmayın. 5 TL’ye oynamak da yeterince eğlenceli. Kadınlar için uzun süre muamma olan “Ayrıl da gel” sözüne artık siz de hakimsiniz. İyi şanslar…
      İki günde bir yapılan koşularda yarışan atların isimlerine de şaşırmayın. Ayşe, Fatma, Emine artık çok gerilerde kaldı. Şimdiki atlar, listelerde Last Poet, Close Related, Fast Ocean, Stella Gold gibi adlara sahip.
     At yarışı oynamak istemiyorsanız da koşan atları izleyebilir, güzel havalarda hipodromun bahçesinde piknik yapmak için ayrılan yerlerde eğlenceli zaman geçirebilirsiniz. Geç saatlere kadar açık olan hipodromda ayrıca yabancı atların yarışacağı günleri kaçırmayın derim. Filmlerdeki görüntüleri aratmayan sahneler sizi alıp götürebilir. Binici çizmeleriyle 18. Yüzyıl İngiltere’sinden fırlamış kadınlar, Arap şeyhlerini yakından görebilirsiniz…
Berivan Tapan
      

20 Mart 2013 Çarşamba

İSTANBUL BAROSU GENEL KURULU...


       
                              TGC: Gazetecilik özenle 
               yapılması gereken bir meslektir”

        Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, İstanbul Barosu’nun Genel Kurul Toplantısı sırasında Akit Gazetesi’nin muhabiri Mehmet Özmen’in kürsüye çıkıp konuşmak istemesi ve düzenleme komitesi görevlileri tarafından zorla aşağı indirilmesiyle ilgili bir açıklama yaptı. 
        Cemiyetin açıklaması şöyle: 
        “Gazetecilerin görevi halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet etmektir. Haberleştirmek için bulunduğu konunun tarafı olmak Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne aykırıdır.
        Bildirge’nin 13. maddesi 'Gazeteci, hangi konuda olursa olsun, elde ettiği bilgileri geniş biçimde yayın konusu yapmadan kendi yararına kullanamaz. Mesleğini, ne şekilde olursa olsun, (yasaların ve yönetmeliklerin kendisine tanıdığı hakların dışında) ayrıcalıklar kazanmak amacıyla kullanamaz' der. 
        Ayrıca bildirgenin özdeşleşme maddesi 'Gazeteci, uzmanlık alanı ne olursa olsun öncelikle gazetecidir. Polis muhabiri, polis veya sözcüsü, spor muhabiri kulüp yöneticisi veya sözcüsü, herhangi bir partiden sorumlu muhabir onun üyesi veya sözcüsü gibi davranmamalı ve bu yönde, yayın yapmamalıdır' diye gazeteciyi uyarır. 
        İstanbul Barosu Genel Kurulu’nda Akit Gazetesi muhabiri Mehmet Özmen’in kürsüye çıkıp konuşmak istemesi bu maddelere aykırıdır. Aynı şekilde İstanbul Barosu Genel Kurulu’nu düzenlemekle görevli olan kişilerin gazeteciyi kürsüden zor kullanarak indirmeye çalışması da doğru değildir. Bu olaydan hareketle gazetecinin haber kaynaklarına, haber kaynaklarının da gazetecilere özenli davranması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.”

19 Mart 2013 Salı

OY CAVEMİ... (TİTO)

                                                TİTO                            
         Tüylü-sulu ayvalarıyla meşhur Ayvalıdere’nin iki yakası 1950 sonrası yoğun gecekondu baskısına maruz kaldı. İlk gelenler Tito rejiminden kaçıp “özgürlüğe merhaba!” diyen Yugoslav göçmenleri idi. İki odalı gecekondularının birinde kendileri kalıyor, diğer göz odalarında da ya inek ya da koyun-keçilerini barındırıyorlardı.
          Esenler-Ayvalıdere’ye komşu ve enginarlarıyla meşhur Sağmalcılar da benzer görüntülerle, hatta daha da fazlaca “muhacir”lerle dolmaya başladı. Geniş meraya sahip iki semtte  “muhacirler” adeta yarışıyordu. Civarda fabrika fazla olmadığından Karadeniz ve Doğu’dan gelenlerde onlara özenip benzer işi yapıyorlardı. Bu yüzden zaman zaman hayvan otlatma yüzünden tartışmalar ve kavgalar yaşanıyordu.
          Büyüklerin tartışmasından ve kavgalarından haliyle çocukları da etkileniyordu. “Çete”ler kurup karşı mahalleye saldırıya geçiyorlardı. “Savaş aletleri” ise ay çiçeği (gündöndü) saplarıydı. Aslında yaptıkları savaş değil de bir çeşit oyundu; çünkü o vakitler futbol, voleybol ve basketbol pek bilinmiyordu. Daha doğrusu bu oyunları oynayacak topları yoktu. Çocukların bildiği misket (bilye), seksek, saklambaç, uzun eşek oynama, konserve kutularıyla karpit patlatma ve çember çevirmeydi.
         Çetelerin kavgası en çok “Biz sizden önce mahalleye geldik”, “Yok biz sizden önce gelmiştik” gibi eften-püften tartışmalarından çıkıyordu. Bir de mahalleye yeni gelen yabancı bir çocuk kolay bir şekilde kabul edilmiyordu. Hele o çocuk güçsüz ve çelimsiz ise aralarında yer bulması neredeyse imkânsız gibiydi. Ama iri yarı güçlü kuvvetliyse, bileği dönüyorsa saygı ile önünde eğilirlerdi.  
         1960’lara gelindiğinde her iki semt tam bir kozmopolit yerler haline gelmişti. Boşnağı, Arabı, Arnavutu, Kürt’ü, Laz’ı, Alevisi, Sünnisi ile bir renk cümbüşü oluşturuyordu. Büyükler arasında sorunlar fazla abartılmadan halledilirken, çocuk çetelerin küçük sorunları bazen büyük meselelerin çıkmasına neden oluyordu.
         Tramvaylarda bir süre vatmanlık yaptıktan sonra Ayvalıdere’ye yerleşen ve burada küçük bir bakkal dükkânı açan Erzincanlı vatman Rıza (Ziya Bakkal), bir süre sonra memleketindeki eşi ile yedi çocuğunu da İstanbul’a getirdi; “Boşnak Raşit”in tek gözlü gecekondusuna yerleşti. Kendisinin pek bir sorunu yoktu, ama eşi ve çocuklarının semt insanlarıyla pek bağdaştığı söylenemezdi.
         İki tarafta farklı kültürden geliyordu. Gelenekleri, görenekleri bir birine uymuyordu. Birbirlerinin yaptığı konuşma ve hareketleri garipsiyorlardı. Özellikle de çocuklar kültür ve dil farkından dolayı birbirlerini dışlıyorlardı. Anadolu’dan gelenler muhacirleri “gavur” diye nitelerken, muhacir çocukları da onları “Kürt” ya da “Mağaradan gelme” diye hakir görüyordu.
          Sokaklar hemşeriler arasında paylaşılmıştı. Bir “Kürt” ya da bir “Kızılbaş” çocuğu muhacir sokağındaki bir evde yaşamak zorundaysa işi gerçekten zordu. Ha keza bir muhacir çocuğun da benzer bir durumla karşı karşıya kalması halinde işi gerçekten güçtü...
          Anadolu’nun bir köyünde Kürtçe’den başka bir dil bilmeyen bir Kürt çocuğu ile Boşnakça’dan başka bir dil bilmeyen çocuğun anlaşması çok güç oluyordu. Habire biri birlerini küçümsüyor, alaylı davranışlarda buluyorlardı. Bu durumdan en çok zorlanan çocuklardan birisi de İbrahim'di. İbrahim "Ziya Bakkal"ın beş erkek çocuğundan biriydi, ama bir kelime Türkçe bilmiyordu. Boşnak ev sahiplerinin çocukları ya da diğer komşu çocuklarının oyunlarını izlemeye ve onlara katılmaya çalışma hamlesi hep boşa çıkıyordu. Katılma girişimleri tekme ve tokadın yanı sıra, “İttir git pis Kürt… Kızılbaş!” gibi aşağılayıcı sözlerle püskürtülüyordu. 
          Bir bayram arifesi annesi köylerinde olduğu gibi iki kızıyla beraber akşamdan İbrahim'in ellerinin içlerine de kına yaktı. Sultan ana, kına iyi tutsun diye de ellerini bez parçalarıyla bir güzel sardı. İbrahim nereden bilsin bu kınanın sabah olduğunda başına dert açacağını... Neşeyle evden çıktı, daha sokağa adımını atar atmaz komşu çocukların:
           - Aaaa erkeğe bak! Sen kız mısın? Erkek adam eline hiç kına yakar mı? sataşmalarıyla ne yapacağını bilemedi, şaşırıp kaldı. Oysa köyünde bayramlarda kızlar gibi erkeklerin de ellerine kına yakılırdı. Bu bir gelenekti. Kimse de kimseyi bu yüzden aşağılamaz, garipsemezdi. Alaya almalar artınca İbrahim koşarak gecekondunun bahçesinden içeri daldı. Gecekondunun dış kapısına sert bir tekme attı. Ardına kadar açılan kapıdan annesine Kürtçe:
          - Ana bir daha ellerime kına yakma. Macir çocukları; 'Erkek adam hiç kızlar gibi eline kına yakar mı!' diye beni kızdırıyorlar, diye gürledi.
            Sultan kadın şaşırdı kaldı. Oğlunun söylediklerine önce bir anlam veremedi. Sonra İbrahim'in evin briket duvarına elinin içini kanatırcasına sürterek, kınanın kırmızılığını çıkartmaya uğraştığını görünce:
         - Oğlun sen delirdin mi? Ne oldu sana böyle? Kim ne dedi?
         - Daha ne olsun? Evet delirdim! Macir çocukları bana 'Sen kız mısın? Kızlar eline kına yakar!' diyerek alay ettiler. Bir daha kına istemiyorum…
         - Tamam oğlum, sakin ol... Onlar halt etmiş. Sen üzülme bir daha kına yakmam…
           İbrahim iki gün gecekondunun bahçesinden dışarı çıkmadı. İki gün sonra misket oynayan ev sahibi ve onların komşularının çocuklarını seyretmek için kapı önüne çıktığında bu kez de:
         - Bizden uzaklaş… Bir daha yanımıza gelirsen kafanı kırarız! gibi tehdit içeren sözleriyle karşılaştı.
          Tek tek gelseler hepsini dövebileceğini gözüne kestiren İbrahim, kalabalık oldukları için bu düşüncesini uygulamadı. Kös kös küçük bahçelerine döndü. Komşu çocuklarının tavrını annesine iletti:
        - Oğlum senin Macirlerin arasında işin ne? Sen de bir daha onların yanına gitme, bizim köylülerin çocuklarının olduğu sokağa git, onlarla oyna, dedi.
          İbrahim’in o gün oyun oynama hevesi kalmamıştı, ama ertesi gün annesinin dediğini yaptı. Köylülerinin oturduğu sokağa, onların çocuklarının yanına gitti. Birisi yakın akrabası olan üç çocuk çamurdan ev yapıyordu. Ama hiç birini tanımıyordu, bir süre onları uzaktan izledi. Kendisini de çamurdan ev yapmaya davet etmelerini bekledi. Epeyce bir zaman başlarında dikildi. Hemşeri çocuklarının arada:
          - Çekil başımızdan… Uzaklaş! Gölge etme! diye azarlamalarına aldırış etmedi.
            Bir süre daha onları izlemeyi sürdürdü. Ta ki içlerinden birinin:
          - .mına koyduğum çocuğu niye başımızdan dikilip duruyorsun. Sana s.ktir git demedik mi? diye küfür etmesine kadar. 
            İbrahim koçlar gibi iki üç adım geri gitti. Sonra olanca gücü ve hızıyla hemşeri çocuklarının çamurdan yaptıkları eve doğru hamle yaptı, çamurdan eve bir tekme savurdu. Ardından da yerde çömelmiş vaziyette oturan çocuklara birer tekme vurdu. Sen misin üç çocuğa vuran! Üçü birden yerlerinden doğrulur doğrulmaz, İbrahim'in üzerine çullandı. İbrahim yediği tekmelerden bir şey anlamadı, ama sol gözünün üstüne yediği yumruk öyle sertti ki sersemledi, bayılacak gibi oldu. Zor ayakta durabildi. Ardından:
         -  Oy cavemi (oy gözüm)… Oy cavemi… Oy cavemi, diye ağlayarak annesinin yanını boyladı.
            Gecekondu evlerinin kapısından içeri bu kez küfrederek girdi. Anında şişen ve moraran gözünü annesine gösterdi:
          - Bak senin gönderdiğin köylümüz olan çocuklar beni ne hale getirdi. Beni dövdüler. Senin yüzünden gözüm şişti, artık hiçbir yere gitmeyeceğim, diye ağlamasını sürdürdü.
            O günden sonra annesi ne kadar ısrar ettiyse de İbrahim uzun bir süre evden dışarı çıkmadı.  
            İbrahim okul çağı gelince mahallesindeki Ayvalıdere İlkokulu'na kayıt oldu. Türkçe'yi az da olsa kavramıştı. Üçüncü sınıfta öğretmeni zor bir matematik sorusunu tüm sınıf öğrencilerine sordu. İbrahim hariç, hiç bir öğrenci bu zor soruyu çözemedi. Utangaç İbrahim sağ işaret parmağını başını aşmayacak şekilde kaldırarak; "Ben çözdüm öğretmenim!" dedi. Sınıfta herkes o ana kadar sessiz sakin bir çocuk olan İbrahim'in soruyu çözdüğünü söylemesine şaşırdı. Öğretmeni İbrahim'i "Gel tahtaya oğlum. Nasıl yaptın, çöz bakalım?" diye kara tahtanın önüne davet etti. 
           İbrahim, beyaz tebeşiri aldı eline, bütün sınıf arkadaşlarının pür dikkat bakışları altında kara tahta üzerinde soruyu çözdü. Öğretmeninden "aferin" alıp, yerine oturdu, yanında oturan Yugoslav göçmeni arkadaşı Hayrullah Kasniç; "Oğlum bu soruyu nasıl çözdün? Tito gibi adamsın! Bu soruyu ancak o çözerdi" demesiyle İbrahim'in adı artık "TİTO" oluverdi. İlkokulda ortaokulda, mahallede, iş yerlerinde "TİTO" olarak bilindi, bu adla çağrıldı...    
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

15 Mart 2013 Cuma

GÖK KUŞAĞI...

                                                     Karikatür: Raşit Yakalı

13 Mart 2013 Çarşamba

TGC BAŞARI ÖDÜLLERİ AÇIKLANDI...



Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2012 Yılı  Geleneksel Türkiye Gazetecilik Başarı Ödüllerini  kazananlar belirlendi. Ödül töreninin tarihi ve yeri daha sonra açıklanacak. 
Yönetmelik uyarınca ödül seçici kurulları şu isimlerden oluştu.
Gazetecilik: İsmail Ballı (İHA Genel Müdür Yardımcısı), Turhan Bozkurt (ZamanGazetesi Ekonomi Editörü),  Necdet Doğan (Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü), Sevim Ertemur (Gazeteci), Ayşe Özek Karasu (Habertürk Gazetesi Genel Koordinatörü), Vahap Munyar (TGC Başkan Yardımcısı)  ve Tahir Özyurtseven (Milliyet Gazetesi Yayın Koordinatörü)
Radyo TV:  Zafer Arapkirli (Habertürk TV Anchorman),  Engin Başçı (TRT Muhabiri- İletişim Doktoru) Prof. Dr. Şükran Esen (Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü Öğretim Üyesi), Sibel Güneş (TGC Genel Sekreteri-HTV İç Yapımlar Direktörü), Nurettin Soydan (Güneş Gazetesi Magazin Müdürü), DoğanŞentürk (Fox TV Haber ve Spor Genel Yayın Yönetmeni ve Sevinç Yeşiltaş
( TRT Prodüktörü)
İnternet: Mustafa Akgül (İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı), Ercüment İşleyen (Milliyet Gazetesi İnternet Yayın Yönetmeni),  Hakan KaraCumhuriyet Gazetesi Haber Müdürü), Erol Önderoğlu (Gazeteci), Olay Tan (Olay Haber Genel Yayın Yönetmeni), Dr. Recep Yaşar (TGC Yönetim Kurulu Üyesi), Ahmet Yeşiltepe (Ntvmsnbc Genel Yayın Yönetmeni)
Ödüle değer bulunan gazeteciler şöyle:

GAZETECİLİK
Haber:
Siyasal
Habertürk Gazetesi’nde 15.03.2012 tarihinde yayımlanan “Erbakanlar Yalı ve Para için Davalık Oldu” haberiyle Cemal Doğan Ödüle değer bulundu.
Milliyet Gazetesi’nde 24.09.2012 tarihinde yayımlanan “Ve Bir Gün 62 Tabut Döner Geriye” başlıklı haberiyle Namık Durukan övgüye değer görüldü.
Ekonomi:
Yurt Gazetesi’nde 26.03.2012 tarihinde yayımlanan “KC’den Battılar TOKİ’den Çıktılar” başlıklı haberiyle Berivan Tapan ödüle değer bulundu.
Radikal Gazetesi’nde 09.04.2012 tarihinde yayımlanan “Akbabalar” başlıklı haberiyle Sibel Cingi övgüye değer görüldü.
Çevre:
Radikal Gazetesi’nde 04.12.2012 tarihinde yayımlanan “İzmir’in Çernobili” başlıklı yazısıyla Serkan Ocak ödüle değer bulundu.
Sabah Gazetesi’nde 30.04.2012 tarihinde yayımlanan “Mühendis İşi Bir Tsunami“ başlıklı haberiyle Erhan Öztürk övgüye değer görüldü.
Eğitim
Posta Gazetesi’nde 06.09.2012 tarihinde yayımlanan “O Şimdi Öğretmen” başlıklı haberiyle Nedim Şener ödüle değer bulundu
Milliyet Gazetesi’nin 21.09.2012 tarihinde yayımlanan “Mamak’ta Bir Hababam Sınıfı” haberiyle Ayşegül Kahvecioğlu övgüye değer görüldü.
Sağlık
Hürriyet Gazetesi’nde 09.11.2012 tarihinde yayımlanan “İki Kez Öldü” başlıklı haberiyle Mesude Erşan ödüle değer bulundu.
Radikal Gazetesi’nde 16.08.2012 tarihinde yayımlanan “Öldüren Neşter” başlıklı haberiyle Mine Tuduk övgüye değer görüldü

Kültür Sanat-Magazin
Akşam Gazetesi’nde 25.08.2012 tarihinde yayımlanan “Taş Atan Mardin’li Brando” başlıklı haberiyle Melis Apaydın ödüle değer bulundu.
Habertürk’te 26.02.2012 tarihinde yayımlanan “Yersiz Yurtsuz Bir Orkestra” başlıklı haberiyle Heja Bozyel övgüye değer görüldü

Spor:
Hürriyet Gazetesi’nde 21.02.2012 tarihinde yayımlanan “ Dünya Böyle Yarış Görmedi” başlıklı haberiyle Celal Demirbilek ödüle değer bulundu.
Birgün Gazetesi’nde 07.06.2012 tarihinde yayımlanan “Nurettin, Buz Gibi Ofsaytta” başlıklı haberiyle Kemal Ilıkkan övgüye değer görüldü.

Köşe Yazısı:
Yeni Şafak Gazetesi’nde 25.05.2012 tarihinde yayımlanan “Özür Açıklanmaz, Özür Dilenir!” başlıklı köşe yazısıyla Ali Akel ödüle değer bulundu.

Araştırma:
Evrensel Gazetesi’nde 3l.05-03.06.2012 tarihinde yayımlanan “Suphi’nin Fermanı  Meclis’te Açıklandı”  başlıklı araştırmasıyla Nevzat Onaran ödüle değer bulundu.
Cumhuriyet Gazetesi’nde 26-30.11.2012 tarihinde yayımlanan “Türkiye Üzerinde Rabıta Gölgesi” başlıklı araştırmasıyla Işık Kansu övgüye değer görüldü.

Röportaj:
Habertürk’te 18-20.10.2012 tarihinde yayımlanan “Bebeği Emzirmem” başlıklı röportajıyla Tekin Atay ödüle değer bulundu.
Akşam Gazetesi’nde 01-02.09.2012 tarihinde yayımlanan “Kurtarın Beni” başlıklı röportajıyla Şenay Yıldız övgüye değer görüldü.

Spor Köşe Yazısı:
Habertürk Gazetesi’nde 20.09.2012 tarihinde yayımlanan ”Hava, Şampiyonluk ve Yaşam!” başlıklı köşe yazısıyla Atilla Türker ödüle değer bulundu
Radikal Gazetesi’nde 18.04.2012 tarihinde yayımlanan “Masum Değiliz Hiç Birimiz” yazısıyla Banu Yelkovan övgüye değer görüldü.

Sayfa Düzeni:

a)    Birinci Sayfa Düzeni:
 Zaman Gazetesi’nin 24.11.2012 tarihli birinci sayfasıyla Ali Yağmur ödüle değer bulundu,
Habertürk Gazetesi’nin 11.08.2012 tarihli birinci sayfasıylaMuharrem Özyurt övgüye değer görüldü.

b)    İç Sayfa Düzeni:
      Star Gazetesi’nin 21.05.2012 tarihli 18. Sayfasıyla Gökhan Özödüle değer bulundu
      Sözcü Gazetesi’nin 22.09.2012 tarihli 12 ve 13. sayfasıyla Hakkı Alakavukoğlu övgüye değer görüldü

c)     Spor Sayfası Düzeni:
            Habertürk Gazetesi’nin 12.11.2012 tarihli Spor Sayfasıyla Büşra Öztürk ödüle değer bulundu
Sözcü Gazetesi’nin 18.11.2012 tarihli spor sayfasıyla İbrahim Kasap övgüye değer görüldü     

Karikatür:
Penguen Dergisi’nde 25.10.2012 tarihinde “Ben de Gazete Çıkardım” başlıklı karikatürüyle Selçuk Erdem ödüle değer bulundu.


Fotoğraf:
İHA’da 24.03.2012 tarihinde yayımlanan “Öğrencilerin Yol Çilesi” konulu fotoğrafıyla Ahmet Bilge ödüle değer bulundu.
Hürriyet Gazetesi’nde 12.12.2012 tarihinde yayımlanan “Oğlumu Bırakma” konulu fotoğraflarıyla Eyüp Serbest övgüye değer görüldü. 

TELEVİZYON-RADYO

TV Haber Dalında
NTV’de 9.10.2012 tarihinde yayınlanan “Asi Nehrinde Can Pazarı” konulu programı ile İbrahim Ateşoğlu ve Gökhan Gerçek ödüle değer bulundu.
CHA’de 13.01.2012 tarihinde yayınlanan “ Anne Bebeğini Kurtardı” haberiyle Burhan Demircioğlu,  övgüye değer görüldü.

TV Haber Program dalında
NTV’de 29.10.2012 tarihinde yayınlanan “Kayıp Çocuklar Dosyası” Programıyla Ergün Güven ödüle değer bulundu. 
TV Belgesel Dalında:
TRT’de 10.07.2012 tarihinde yayınlanan “Bir Yurttaş Yaratmak” belgeseliyle Lütfi Özarslan ödüle değer bulundu.
Habertürk’te 03-04.05.2012 tarihinde yayınlanan “Fidanlar Kırıldığında” belgeseliyle Tayfun Gönüllü övgüye değer görüldü.

TV Kültür –Sanat- Magazin Programı dalında
TRT TÜRK’de 12.01.2012 tarihinde yayınlanan “Açık Şehir” programıyla Demet Haselçin ödüle değer bulundu.

TV Spor Programı Dalında
Bu dalda ödül verilmedi

TV Kamera Çalışması Dalında:
DHA’ da 03.09.2012 tarihinde yayınlanan “Suriye’den Akçakale’ye Düşen Top Mermisi” çalışmasıyla Ali Leylak ödüle değer bulundu.
 Fox TV’de 04.12.2012 tarihinde yayınlanan “Fox Haber Ekibi Ölümden Döndü” çalışmasıyla Soner Dabağ övgüye değer görüldü.
  
Radyo  Haber Program Dalında:
TRT’de 2012 yılı içinde yayınlanan “Sesli Rehber” programıyla Hakan Özalpuk ve Cumhur Özmakinacı ödüle değer bulundu.


İNTERNET:
Bu dalda ödüle değer eser bulunamadı. 

JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ:

Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Büyük Seçici Kurulu;  Başka bir kurum tarafından
Ödüllendirildiği için değerlendirme dışı kalan ancak önemli bir gazetecilik başarısı olması nedeniyle 02.08.2012 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan “Şebbiha’nın Düştüğü An” başlıklı fotoğrafıyla Bünyamin Aygün’ü Jüri Özel Ödülüne değer buldu.

NEZİH DEMİRKENT ÖZEL ÖDÜLÜ:

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu 2012 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Yönetmeliği kapsamında Nezih Demirkent Özel Ödülü’nün Arda Akın’a verilmesini kararlaştırdı.
Hürriyet İnternet Sitesi’nde yayımlanan ve aralarında  “Oslo İçin İfade Bombası” başlıklı haberinin yer aldığı başarılı gazetecilik örnekleri; ödül verilmesi için gerekçe kabul edildi. 

"SANSÜR TBMM'YE DE SIÇRADI"...



     Basın özgürlüğü sıralamasında Dünya ülkeleri arasında 154. sırada yer alan Türkiye’de gazetecilerin yaşadığı sorunlara bir yenisi daha eklendi. TBMM Basın ve Yayın Mensuplarının Çalışmaları Hakkında Yönetmelik değişikliği ile Meclis'de çalışan parlamento muhabirlerine ilişkin kurallar yeniden belirlendi. Gazetecilerin yapacağı her türlü canlı yayın, film ve fotoğraf çekimi Meclis Başkanı’nın iznine bağlandı. Bu gelişmeyi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu bir açıklama yaparak kınadı. 
         Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’nun açıklaması şöyle: 
      “TBMM Basın ve Yayın Mensuplarının Çalışmaları Hakkındaki Yönetmelik Değişikliği ile yeni getirilen uygulamalar sansürün TBMM çatısı altında uygulanıyor olması anlamına geliyor. Bu bir demokrasi ayıbıdır. Basın özgürlüğünün teminatı olarak gördüğümüz Meclis’in halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet eden gazetecilere getirdiği kısıtlamalar kabul edilemez. Halkın temsilcilerinin bulunduğu bir çatı altında, kamu yararı adına çalışan gazetecilerin engellenmesi hiçbir mantıkla bağdaşmamaktadır. 
      Yönetmelik değişikliğine göre TBMM yerleşkesinde, her türlü canlı yayın, film ve fotoğraf çekimleri için başkanlığın izni istenirken, bu izinlerin de sadece bir kişi,mekan ve zaman ile sınırlı olarak verilecek. TBMM Genel Kurul toplantılarında, daha önce de olduğu gibi basın locasından flaş kullanılmamak kaydıyla fotoğraf çekimi yapılabilecek, görüntü temini ise yine TBMM Televizyonundan sağlanacak. TBMM Genel Kurulu'na Meclis-TV dışında kamera alınmayacak. Kameramanlar ve foto muhabirleri Basın Bürosunda yapılan basın toplantıları hariç izinsiz olarak kamera ve fotoğraf makineleriyle birlikte TBMM binalarında ve bahçelerinde dolaşamayacak, izin verilmedikçe komisyon ve siyasi parti grup toplantı salonlarına giremeyecekler. 
     TBMM Başkanlığı’na hükümete ve muhalefet partilerine bu ayıbın ortadan kaldırılması için çağrıda bulunuyoruz.”

7 Mart 2013 Perşembe

SAVAŞ VE ÇOCUK...

Suriye'deki iç savaşın acısını en çok çocuklar çekiyor. Aileleriyle Suriye'den kaçarak ülkemize gelen çocuklardan ikisi Eminönü'nde bir lokma ekmek ve kolayla karınlarını doyurmaya çalışıyor... (Fotoğraf: Ali Kılıç)

6 Mart 2013 Çarşamba

BİZİM KADINLARIMIZ...

                                                             (Fotoğraf: Ali Kılıç)

5 Mart 2013 Salı

GÖP: GAZETECİLER İKTİDARIN MEMURU DEĞİLDİR...


              
              Meslek örgütlerinin oluşturduğu Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Milliyet Gazetesi’nde yer alan "İmralı Tutanakları"nın yayınlanmasının ardından “Batsın senin gazeteciliğin” diyerek yaptığı açıklamaya tepki gösterdi. 
               GÖP yaptığı açıklamada, şu görüşlere yer verdi:
“Türkiye 2013 yılında Dünya basın özgürlüğü sıralamasında 154. sırada yer alıyor. Bundan hiçbir rahatsızlık duymayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta da medyanın hangi haberi yapıp, hangi haberi yapmayacağı konusunda görüşlerini açıklamakta, medyayı hedef göstermekte, itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. 
Medyayı memur gibi görme anlayışı bu ülkedeki basın özgürlüğü anlayışını aşındırmaktadır. Gazetecinin görevi halkın gerçekleri öğrenme hakkına hizmet etmektir. Milliyet gazetesinde yer alan haberi yazan meslektaşımız da bu görevini yerine getirmiştir. Kendisini kutluyoruz. Başbakan’ı  basın ve ifade özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına saygılı olmaya davet ediyor, barış dilini siyasetçilerin de sahiplenmesini diliyoruz.”

GENİŞ TÜNELİN DAR UCU...

                                                        (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

3 Mart 2013 Pazar

"MEŞHUR MENEMENCİ" KİTAP YAPACAK...

Kadıköy'ün "Meşhur Menemenci"si Cemal Polat, dükkânına menemen yemeye gelen müşterilerinin duygularını yazıp duvara astığı pusulaları bir kitapta toplamayı düşünüyor. (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

YELKENLİDE RESİM SERGİSİ...

Kadıköy'de Kurbağalıdere'nin denizle buluştuğu "Dereağzı"nda demir atan "Rus Helon"  adlı yelkenlide resim sergisi açıldı. (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

KADIN KARİKATÜRCÜLER SERGİSİ...


           Karakatürcüler Derneği'nin, "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" dolayısıyla düzenlediği "Uluslararası Kadın Karikatürcüler Sergisi" 16 Mart Cumartesi günü Tepebaşı'ndaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Karikatür ve Mizah Merkezi'nde açılacak. Sergi 16 Nisan tarihine kadar açık kalacak. Sergide, 18 farklı ülkeden 52 kadın karikatürcünün eserleri yer alacak.
          Karikatürcüler Derneği'nin bu yıl sadece kadın çizerlere ayırdığı sergi, 7-27 Mart tarihleri arasında İzmir Çetin Emeç Sanat Galeresi'nde, 16-30 Mart tarihleri arasında Eskişehir Eğitim Karikatürleri Müzesi'nde, 9-27 Mart tarihleri arasında Trabzon Sanat Evi'nde, 8-17 Mart tarihleri arasında da Zonguldak Maden Mühendisleri Lokali'nde sanatseverlerce görülebilecek. 

1 Mart 2013 Cuma

TARABYA'DA BAHARI BEKLEYENLER...

                                                    (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)