31 Ekim 2013 Perşembe

DATÇA'DA BİR SONBAHAR AKŞAMI...

                           

                                                       (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

30 Ekim 2013 Çarşamba

BİZİM İNSANLARIMIZ...

                                                          (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

26 Ekim 2013 Cumartesi

BİZİM KÖYÜN AYISI...

                                                        (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

25 Ekim 2013 Cuma

RÜZGAR GÜLLERİ...

                         
                                                      (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

SUYA DÜŞEN ÇİÇEKLER...

                                                        (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

FENAMİZAH'IN YENİ SAYISI YAYINDA...

                         
Yayın Yönetmenliğini Aziz Yavuzdoğan'ın yaptığı uluslararası e-dergi "FENAMİZAH"ın 21. sayısı tam 76 sayfa. Türkiye'den ve dünyadan tanınmış karikatürcülerin gönüllü katılımylarıyla yayımlanan FENEMİZAH e-dergi'ni aynı zamanda karikatürcüler arasında uluslararası bir iletişim ortamı da sağlıyor. Dergide 33 farklı ülkeden 95 isim yer alıyor. 

BİR ANNE VE OĞUL...

Bizler çok zaman oturduğumuz koltuktan kalkıp bir bardak çay almaya üşeniriz; ama fotoğraf karesindeki bu anne her sabah Marmaris-Datça yolu üzerindeki kulübesinden çıkıp, tekerlekli sandalyeye mahkum oğlunu gezdiriyor.
(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

24 Ekim 2013 Perşembe

CAN YÜCEL'İN EVİ VE ÇOCUKLAR...

        Eski Datça'ya giderseniz hiç yabancılık çekmezsiniz. Eşsiz güzellikteki tarihi evler önündeki sokaklarda ilerlerken etrafınızı size yardım etmek isteyen çocuklar sarar. Burada tarihi evler yanında, hani "Çocuklar Öldürülmesin Şeker de Yiyebilsin" diyen büyük şair Nazım Hikmet gibi ülkesine edebiyat alanında büyük hizmetler sunan Can Yücel'in evini ziyaret etmemek olmaz... 
         Eğer büyük usta Can Yücel'in evinin bulunduğu sokağı bilmiyor ya da daha önce gittiğiniz halde benim gibi çıkarmakta zorlanıyorsanız, eski Datça'nın çocukları hemen yardımınıza koşar... Can Yücel'in evine kadar size şairle ilgili tüm bildiklerini sıralamaya başlarlar. Bu yıl da kapalı bulduğum Can Yücel'in evi ile ilgili çocuklar bilgi verirken, evinin ziyarete açılması tarihi konusunda birbirleriyle çelişkiye düştüler. Çocuklardan biri her yıl 11 Ağustos'ta evin ziyaretçilere açıldığını söylerken, bir diğeri 12 Ağustos tarihinde ısrar etti.  
(Yazı ve Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

AÇ ÇIKABİLİR!..

(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

22 Ekim 2013 Salı

ACIDAN MUTLULUĞA...

       

          Dokuz günlük “Bayram Tatili”nde kardeşim Nusret ve arkadaşı Özcan’la 12 Ekim Cumartesi günü Çanakkale-Küçükkuyu üzerinden Datça’ya gittik.  Ekim ayı olmasına rağmen kaldığımız Raykent sitesi önünden denize bolca girdik, hemen arkasındaki Kızlan ormanında da sabahları yaklaşık iki saat yürüyüş yaptık.
          Akşamları hem yemek, hem de vakit geçirmek için Datça’ya gidiyorduk. İlk günler Datça ilçe merkezi çok hareketliydi. Bu hareketlilik bayram tatilinin son gününe kadar devam etti. Bayram ertesi kara yolunun çok yoğun olacağını düşünerek tatilimizi 21 Ekim Pazartesi gününe kadar uzattık. Pazar akşamı Datça bir “ölü kent” görünümündeydi. Bu görüntü yıllardır sessiz sakin bir ilçe ya da köyü arzulayan biri olarak bu düşüncemi biraz değiştirdi.
          Her neyse şimdi asıl konuya geleyim… Pazartesi sabahı erkenden Özcan’ın kullandığı otomobil ile İstanbul’a dönmek için yola koyulduk. İstanbul’un yoğun stresinden işini-gücünü bırakıp Muğla’nın etrafı ormanlarla kaplı Ula ilçesi Çiçekli Köyü’ne yerleşen arkadaşım Muzaffer Aksoy'a Marmaris’ten günlük gazeteler alarak sabah kahvaltısına gittik. Köyün en yüksek tepelerinden birine tabir yerindeyse muhteşem bir “malikhane” yaptıran Aksoy'un komşularından bir miktar peynir-yağ satın alarak ilçeye indik. İlçe merkezinde çınar altındaki bir kahvehanede yöreye mahsus bitkisel çaylardan yudumladık.

                      SUSURLUK’TA BİR FASULYECİ

         Ula’dan ayrıldıktan sonra Muğla-Aydın-İzmir-Manisa ve Balıkesir üzerinden Susurluk’a ulaştık. Tatil boyunca üçümüz de kuru fasulye yemeği arzulayıp durduk, ama aşçımız Özcan bir türlü bu isteğimizi yerine getiremedi. Çünkü ilçeye defalarca gitmemize rağmen fasulye almayı unutup dönüyorduk. Çok acıkmamıza rağmen yol boyunca sıkça gördüğümüz köfteciler ile et lokantaları beni çekmiyordu. Canım hep geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz usta karikatürist Cafer Zorlu gibi kuru fasulye çekiyordu. Susurluk’a yaklaşınca küçük bir tabelada  “Kuru fasulyeci Karayel” yazısı dikkatimi çekti. Hemen Özcan’a “Özcan bak kuru fasulyeci tabelası. Yeni Oto Sanayi Sitesi’nde diye yazıyor” dedim. Özcan “Tamam ağabey, hemen gidelim” dedi. O andan itibaren üçümüz de kurt gibi acıktığımızı hissettik.
         Oto sanayi sitesine girdik, ama açlıktan mı nedir kuru fasulye lokantasını bulamadık. Sitenin sonlarına kadar gittik. Dönüşte fasulyecinin tabelasını ve dükkânını ancak gördük. Salaş görünümlü lokantadan içeri daldık. Girişte solda bir masanın arkasında oturan bir kadın ile ayakta bir erkek bizi karşıladı. Bizden başka lokantada yemek yiyen 4-5 kişi daha vardı. Erkek olana:
         - Büyük bir iştahla geldik, ama lokantayı bulmakta biraz zorlandık, dedim.
         - Sizi arabayla geçerken gördüm. Siz geçerken lokantanın önünde bir traktör vardı, o tabelayı ve dükkânı kapatmıştı. O yüzden göremediniz herhalde, diye yanıt verdi. 
         Üçümüz birden:
          - Kaç gündür canımız kuru fasulye çekiyor, birer kuru fasulye istiyoruz, dedik.
          - Etli Çorba da var, dedi erkek olan…
          Özcan:
          - Nasıl bir şey! Güzelse ben istiyorum.
          Önce Özcan’ın çorbası geldi, ardından söylediğimiz fasulyeler güveçten kepçeyle dolduruldu, sonra da pilav ve cacıklarımız masaya koyuldu. Çorbadan birer kaşık ben ve kardeşim de tattık. “Etli Çorba” güzeldi, ama biz fasulyeye kaşık sallamaya başladık. Müthiş lezzetli geldi:
           - Çok güzel, elinize sağlık… Siz mi bayan mı fasulyenin ustası?, dedim.
           Bu kez kadın olan:        
           - Hayır… Her ikisi de eşimin eseri. Ben sadece pilav yapıyorum, dedi.
           Gözleri “çakmak çakmak” olan erkek:
            - Siz onun söylediklerine bakmayın, o da iyi bir aşçı… Hatay’da aşçılık yapıyordu. Bir sene önce evlendik.
            Daha da bir şey sormadan anlatmaya başladı:
            “Ben aslen Bulgaristan göçmeniyim. Adım Nevzat Karayel, eşimi 2011 yılının 23 Mayıs’ında kanserden kaybettim. İki erkek bir kız çocuğumun yükü üzerime kaldı. Sonra burada gördüğünüz eşim Arzu hanımla evlendim. (Alacak defterini göstererek) Oto sanayi esnafından yedikleri yemeğin ücretini zar zor alıyorum. Çoğu ya ödeyemiyor ya da ödemekten kaçınıyordu. O yüzden bir buçuk ay önce yol kenarına bir tabela astırdım. Ondan sonra biraz hareketlilik oldu. İşte sizde o tabelayı görerek geldiniz. İyi ki o tabelayı astım, işler açıldı… Biraz para kazanırsam, siz bir daha geldiğinizde buraya tanıyamazsınız.”
             - Şimdiki eşinizle ne zaman evlendiniz?, dedim.
              Nevzat Usta heyecanlandı, fakat sesi daha gür çıkmaya başladı:
             - Arzu hanımla 2012 yılının yedinci ayının 24’ünde evlendik. Vaktiniz varsa size nasıl tanıştığımızı ve nasıl evlendiğimiz anlatayım. Bir kamyoncu müşterim vardı. Onun vasıtasıyla tanıştık.”
             Nevzat Usta, nasıl evlendiklerini anlatırken söze Arzu Hanım karıştı:
             - İsterseniz ben devam edeyim. Ben Antakyalıyım. Ben de eşimi 2011 yılının 14 Mayıs’ında kaybettim. Hiçbir şeyi yoktu. Bir gün yattığı yerden kalkmadı; kalp krizi geçirmiş. Benim de Nevzat gibi ikisi erkek üç çocuğum vardı.
             Bir gün lokantama her zaman gelip yemek yiyen tanıdık bir kamyon şoförü geldi. ‘Sen güzel yemekler yapıyorsun, ama Susurluk’ta bir aşçı var ki bir görsen çok güzel ‘Etli Çorba’ yapıyor. İstersen ondan sana tarifini alabilirim’ dedi. Olur dedim. Telefonla Nevzat’tan ‘Etli Çorba’nın tarifini aldım. Çok kibar konuşuyordu. Daha sonra birkaç kez daha telefonla yemek sohbeti yaptık. Yemek sohbeti yaparken eşlerimizi nasıl kaybettiğimizi bir birimize anlattık. Bu görüşmelerimiz internete kadar uzandı. Benim evlenme diye bir şey aklıma gelmiyordu. Çünkü Nevzat Susurluk’ta, ben Antakya’daydım. Sonra birbirimize fotoğraflarımızı gönderdik. Birbirimizi beğendik, çocuklarımız da bizi birbirimize uygun gördü.”

               “BENİ ATATÜRK’E BENZETİYORLAR”

          Nevzat Usta yine söze karışmadan edemedi:
          - Atatürk benim hemşerim olur. Atatürk gibi benim de gözlerim mavi, saçlarım da sarıdır. Hatta yandan bakanlar Atatürk’e çok benzetirler. Ben Atatürk’ün hayranıyım. Eşim de Atatürk’ü çok seviyormuş. O konuda da anlaştık. Artık hiçbir sorun kalmamıştı. Sonra evlenmeye karar verdik ve 2012 yılının yedinci ayının 24’ünde evlendik.”
         Nevzat Usta, Antakya’ya Arzu hanımı istemeye annesiyle nasıl gittiklerini de çok esprili bir şekilde anlattı:
         “Benim ayaklarım çok kötü kokar. Antakya’ya giderken hep kötü kokan ayaklarımın korkusuyla gittim. Otobüsten iner inmez anneme ayaklarımı koklattım. Annem; ‘Oğlum  kokmuyorlar…’ dedi. Annem böyle söyleyince rahatladım, sevinçle Arzu hanımların evinin yolunu tuttuk. Evde benim çocuklarım da Arzu hanımın çocukları da hemen kaynaştılar. Hâlâ da iyi anlaşırlar. Evlendikten sonra Arzu hanımın çocuklarını da Susurluk’a getirdik. Büyüğü bir köfteci de çalışıyor. Benim büyük oğlum da askerde uzman çavuş. İşte böyle geçinip gidiyoruz…”
         Nevzat Usta ve yaklaşık 15 aylık eşi Arzu hanımın birkaç kare fotoğrafını çekerken:
         - Sizi çay içmeden bırakmam, dedi Nevzat Usta. Hem de bir değil ikişer bardak enfes çayından yudumlar çekerek, dükkândan ayrıldık...
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)  

DATÇA'NIN TARZANI!..

                  70'li yıllardan itibaren Sultanahmet ve Beyazıt'ta görmeye alışık olduğumuz
                  "Toto" şimdi Datça-Emecik Dağı'nda bir tarzan!...
                                                   (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)                      

13 Ekim 2013 Pazar

HARPUT'TA ESKİ KİĞI'DA YENİ KAMYONET...

                            
                                                                     (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

11 Ekim 2013 Cuma

KAFES...

                                                        (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

YAYLADA DOĞAL SOĞUTUCU...

Çobanlar, her ne kadar "Benim oyum ile dağdaki çobanın oyun neden bir olsun" şeklindeki eleştirilere maruz kalsalar da onlar olmazsa ne ağız tadıyla bir yoğurt, ne peynir, ne de mis gibi süt içebiliriz. Bu yaz Pekeriç (Hakbilir) Yaylası'na yaptığımız bir ziyarette bu çileli insanların yemeleri için yaptıkları veya yaptırdıkları yoğurt ve peynirlerin hem bozulmaması hem de diğer canlılarca tüketilmemesi için ilginç bir yöntem bulduklarını gördük. Kutluyoruz bu zeki çobanlarımızı... (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)   

KÜPELİ İLE KÜPESİZ...

                            
                                            (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

KİĞI-BİLECE YOLUNDA BİR ÇEŞME...

                                                     (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu) 

7 Ekim 2013 Pazartesi

KÖY ÇOCUKLARI VE OYUNLARI...

                        
                                      
                                      
                                      
                                      
                                      
                                      
                                     
                                     
                                     
                                     
                                     
Şimdi onların şehir çocukları gibi bilgisayarları, uzaktan kumandalı arabaları, plastik oyuncakları yok, ama koşup oynayabilecekleri, temiz hava aldıkları uçsuz bucaksız alanları var. İster yalnız, ister kalabalık olsunlar hemen bir oyun bulurlar. Bu oyun bazen seksek olur, bazen birdirbir, bazen beştaş, bazen voleybol, bazen de şimdilerde neredeyse ilkokullarda bile kız-erkek ayrımının yapıldığı bir zamanda futbol olur…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)   

KEKLİK KÖYÜ'NDEN SILBUS DAĞI...

                                             
                                                (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

6 Ekim 2013 Pazar

SÜRÜNÜN KÖYE DÖNÜŞÜ...

                                                  (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

ÇOBAN ATEŞİ...

                                                   (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

5 Ekim 2013 Cumartesi

BİZİM KADINLARIMIZ...

İster şehirde olsun ister köyde olsun, hayatın bütün kahırlarını çeken ve bu çektikleri gözlerinden okunan bizim kadınlarımız...(Fotoğraf:Süleyman Boyoğlu)

BİZİM İNSANLARIMIZ...


                                               (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

DUR!...

                                                 (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

4 Ekim 2013 Cuma

BİZİM KADINLARIMIZ...

                Ağır yük altında dahi gülümsemesini eksik etmeyen, yiğit, çalışkan
                                                     "Bizim Kadınlarımız"...
                                            (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

3 Ekim 2013 Perşembe

GÖP, ESKİŞEHİR VALİSİNİ KINADI...

         
Ahmet Abakay
         Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), Gazeteci İsmail Saymaz’ı tehdit eden Eskişehir Valisini kınadı, derhal görevden alınmasını istedi.
         GÖP Dönem Başkanı ve Çağdaş Gazetciler Derneği (ÇGD) Başkanı Ahmet Abakay yaptığı açıklamada şöyle dedi:  
        "Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının, il dışında görülmesi yönünde görüş belirtmesini haberleştiren Radikal Gazetesi Muhabiri İsmail Saymaz’ı, gönderdiği e-mail mesajında aşağılamış, tehdit etmiştir.
         İsmail Saymaz’ın verdiği bilgide belirtildiği üzere,Vali Tuna, Saymaz’a gönderdiği mesajda, 'Siz zaten hem savcı, hem hakim , hem avukatsınız. Müebbet bile sizi kesmez. Bir daha aynı şekilde yorumu yaparak bu konuyu işlersen sen adi ve şerefsizsin.Yerin altı da var, unutma' gibi sözler sarf etmiştir.
        Bu sözler bir valinin, herhangi bir kamu görevlisinin asla kullanamayacağı suç teşkil eden cümlelerdir.
        Eskişehir Valisinin bir saat dahi bu görevde kalması sakıncalıdır, tehlikelidir.
        Söz konusu Vali mahalle kabadayısı üslubu ve tutumu ile devletin valisi olduğunu unutmuştur.
Adı geçen Vali derhal görevden alınmalı ve hakkında soruşturma açılmalıdır.
        Meslektaşımız Hrant Dink’in öldürülmeden önce dönemin İstanbul vali yardımcısı tarafından benzer tehdide maruz kaldığı unutulmamalıdır.
        Linç kültürünün egemen olduğu ülkemizde bir valinin böyle sözler sarf etmesi kabul edilemez.
       Arkadaşımız İsmail Saymaz’ın başına gelebilecek herhangi bir saldırı ve olumsuzluğun sorumlusu Eskişehir Valisi olacaktır."

    

2 Ekim 2013 Çarşamba

İSTANBUL YAĞIŞLI VE SOĞUK...

                                                (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

GAZETECİYE TWİTTER SORGUSU...

                                            Ahmet Çınar
          YURT gazetesi İzmir muhabiri Ahmet Çınar, Gezi eylemleri sırasındaki gazetecilik faaliyetinden ve paylaştığı 3 tweet’ten dolayı önce Manisa Emniyet Müdürlüğü’nde sorgulandı, dün de İzmir Cumhuriyet Savcılığı’nın açtığı twitter soruşturması nedeniyle Alsancak Karakolu’nda bir saat boyunca sorgulandı.  
31 Mayıs 2013 gecesinden itibaren bir ay boyunca İzmir, Bornova, Göztepe, Karşıyaka ve Manisa’da Gezi direnişine destek eylemlerini YURT gazetesi ve BAĞIMSIZ dergisi adına izleyen YURT muhabiri Ahmet Çınar’ın, iki hafta önce Manisa Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Güvenlik Şube Müdürlüğü’nde ifadesi alındı. 15 Haziran gecesi YURT muhabiri olarak Manisa’da gerçekleşen Taksim Gezi direnişine destek ve orantısız gücü protesto gösterileri sırasında kalabalığın arasında bulunan Çınar, Manisa Güvenlik Şube Müdürlüğü’nde 2911 sayılı kanuna muhalefet etmekle suçlandı. İfadesi alınan Çınar’a kanunsuz eyleme katılma suçu isnat edildi. Çınar ise ifadesinde, sadece 15 Haziran gecesi değil, 31 Mayıs-30 Haziran tarihleri arasında her gece bir gazeteci olarak olayları takip ettiğini, ayrıca söz konusu yürüyüş ve gösterilerin anayasal bir hak olduğunu söyledi.
Demokrasi paketinin açıldığı günün ertesinde ise YURT muhabiri Ahmet Çınar bu kez de İzmir Cumhuriyet Savcılığı’nın başlattığı hazırlık soruşturması kapsamında Alsancak Karakolu’nda bir saat boyunca sorgulandı. Çınar, twitter hesabından paylaştığı üç cümle nedeniyle “kamu görevlisine hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla suçlandı.
Avukatı Ece Unutmaz’la birlikte gittiği Alsancak Karakolu’nda ifade veren Ahmet Çınar da “Söz konusu tweet’leri ben paylaştım. Kurduğum her cümlenin arkasındayım. Siyaset bilimcilerin genel bir kanaatini paylaşmak neden suç olsun? CNN International’in dünyaya ilan ettiği bir yorumu takipçilerimle paylaşmak neden suç olsun? Arkadaşım Ahmet Şık’ın yazdığı ve halen kitapçılarda satılan İmamın Ordusu adlı kitaba gönderme yapmak ve Gezi olayları sırasında ölen, yaralanan insanların hesabının sorulmasını istemek neden suç olsun? O paylaşımları önce bir cumhuriyet yurttaşı olarak, sonra da bir gazeteci olarak paylaştım. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum” dedi.

                          ATİLLA SERTEL: BU NASIL DEMOKRASİ?

Konuyla ilgili bir açıklama yapan ve olayı kınayan Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Başkanı Atilla Sertel, “Bir yandan demokratikleşme paketi açıklanıyor, daha fazla demokrasi deniliyor diğer taraftan meslektaşımız sosyal medya paylaşımları nedeniyle sorgulanıyor. Eleştirinin bile suç sayıldığı bir ülkede basın ve ifade özgürlüğünden, demokrasiden söz etmek mümkün müdür? O bir gazeteci. Haber vermek, eleştiri ve yorum yapmak, kanaat paylaşmak gazetecilerin asli görevleri arasındadır.  Bunu bir kez daha hatırlatmayı görev biliyor, düşünce ve ifade özgürlüğünün, gazetecilerin üzerindeki baskıların bir an önce son bulmasını diliyoruz” diye konuştu.

                                          İŞTE O ÜÇ CÜMLE

Ahmet Çınar, twitter hesabından şu üç cümleyi paylaşmıştı:
-   “Diktatörler istifa etmez devrilirler diyor siyaset bilimciler. O halde devrilecek. Nokta.”
-   “11 Haziran gecesi itibariyle CNN International dünyaya ilan etti: Avrupa’nın yeni Hitler’i Tayyip.”
-   “Son on gündür İmamın Ordusu’nun saldırılarıyla yaralanan, ölen, darbe alan, travma yaşayan herkesin hesabı sorulmalıdır.”