YAYIN KURULU: Süleyman Boyoğlu, Raşit Yakalı, Ali Kılıç, Gürcan Arıtürk, Rüya Özkalkan. /Bu blog Basın Ahlâk Yasası'na tamamen uyar ve amatör bir ruhla hazırlanır. Yazı ve fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem başlatılır../
31 Ağustos 2023 Perşembe
16 Ağustos 2023 Çarşamba
MARMARİS'TE BİR GÜN...
Yaklaşık
dört yıldır Datça’da yaşamama rağmen hâlâ gitmediğim görmediğim yerlerin
olduğunu yeni yeni keşfetmeme hem üzülüyorum, hemde kaçan bir şeyin
olmadığını, her şeyin yerli yerinde durduğunu fark ediyorum. Üzülerek
söyleyeyim ki yerinde olmayan Marmaris ve Datça yangınlarında kaybettiğimiz
ormanlarımız ve bu ormanlarda yaşayan tüm canlılarımızın yok olması beni
oldukça etkiliyor; en çokta her çiçekten bal eyleyen arılar…
Diyeceksiniz
ki ülkemizde hem ekonomik, hem siyasi yaşam bakımından tam bir yangın yeri…
Canını kurtaran, parası olan, pasaportunu alan eğitimcisinden, sağlıkçısına
kadar herkes kendisini yurt dışına atıyor. Bu tanımda doğru değil; yurt dışına
adeta kaçıyorlar…
Marmaris
ve Datça yangınlarında geriye kalan kesilmiş ağaçlar ve bir şekilde
değerlendirilmek üzere istiflenmiş tomruklar, birde taş ve toprak yığınından
oluşan tepeler, dağlar kalmış… Bu ormanların eski haline gelmesi her halde bir
yüz yılı bulur…
Geziye
eşimle Marmaris’ten başladım. Marmaris Belediyesi’nin yaptığı Macera Parkı’nda
kısa bir turdan sonra bu parka komşu olan Tarım ve Orman Bakanlığı Günnücek
Sığla Ormanı’na geçtik. Macera Parkı’nı temiz ve bakımlı bulurken, harika bir
yerde bulunan Günnücek Sığla Ormanı’nı bakımsız gördük.
Aracımızla
şehir içinde kısa bir turdan sonra Armutalan üzerinden İçmeler’e geçtik.
İçmeler koyunda Datça’da görmediğimiz bir kalabalıkla karşılaştık. Araç park
edecek yer bulmakta zorlanınca yola devam kararı aldık. İçmeler üzerinden
Hisarönü’ne çıkmaya niyetlendik, ancak yol çalışması yüzünden rotamızı
değiştirdik. Kendimizi İçmeler-Marmaris minibüs duraklarında bulduk.
Minibüsçülerin yol tarifiyle geri dönüşe geçtik, yolda aracının lastik
ayarlarını yapan Muğlalı bir yurttaşa dağ yolundan gitme şansımızın olup
olmadığını sorduk; “Beni takip edin” dedi, dedi ama biz daha dönüş bile
yapmadan o dağı tırmanmaya başladı. Arayada başka bir İstanbul plakalı araç
girince kendisini takipte epey zorlandık. Çünkü yol adeta yılan gibi
kıvrılıyor, öndeki aracı sollama olanağımız yoktu.
Bir
süre takipten sonra önümüzdeki araç Turunç istikametine döndü, rahatladık.
Bize rehberlik eden ve içinde eşi ve
çocukları olan Muğla ili plakalı aracı takibimiz artık kolaylaştı. Bir yol
ayrımında aracını kenara çekti, bizde durduk. Yardımsever yurttaş, “Ben
buradan sola devam edeceğim, siz sağa devam edeceksiniz. Yolunuz üzerinde önce
Marmaris Bal Evi Müzesi var, sonra Bayır köyü var. İkisini de ziyaret
edebilirsiniz. Bayır köyünü geçtikten sonra Turgut Şelalesi gelir önünüze, isterseniz
oraya da gidebilirsiniz. Sonrada Kız Kumu önünüze çıkar. İyi gezmeler” deyip
bizi yolcu etti.
BAL EVİ MÜZESİ
Bozburun’u andıran iç burkan manzaralardan sonra Marmaris Bal Evi’ne vardık. Bir tepe üzerinde kurulu “Marmaris Bal Evi, Bal ve Arıcılık Müzesi”nden içeri girdik. Sergi, sunum, eğitim salonları, müzik açık hava bölümü, dolum salonları, apiterapi evi, cam duvarlı örnek arı kovanı arı evi bölümlerini gezdik. Bu bölümlerde arıların mucizevi yaşamları, bal üretimleri, Neolitik dönemden, Maya kültüründen, Osmanlı devrine ve günümüze kadar farklı dönem ve kültürlerin arıcılıkla ilgili ürünleri inceledik.
Verilen
bilgiye göre dünyadaki bal üretiminde Türkiye beşinci sırada yer almakta, bunun
üçte biri kadarını da Marmaris bölgesi tek başına sağlamakta… Bu arada çam balı
üretimimizin yüzde 75’i Muğla ilinde yapılmakta, bunun üçte biri kadarını da
Marmaris tek başına gerçekleştirmekte...
Bayır
köyüne geldiğimizde adeta büyülendik. Meydanda büyük bir çınar ağacı ve altında
çayını, ayranını, bitkisel çayını içen insanların arasına karıştık. Bir kahve
ve bir köy ayranı söyledik. Kahvenin yanında bir bardak-pet şişe su olmadığını
görünce; “Kahve susuz içilir mi? Neden yanında bir bardak suyunuz yok. Bakın
hemen arkamızdaki çeşmeden şifalı olduğu söylenen su şarıl şarıl akıyor”
deyince garson çocuk bir şey söyleyemedi… Yani anlayacağınız her şey parayla
ölçülür olmuş… Oysa eşimin içtiği kahve şekersizdi, su bedavaydı, ama kahvede
ayranda 30’ar liraydı.
1880 YILLIK ÇINAR
Meydandaki anıt ağacını inceledim, plakasında 1880 yıllık yazıyordu. Plakanın yanında üstü açık bir kumbarada dikkatimi çekti, o kumbarada biriken paralarla tarihi çınar ağacının bakımının yapıldığı söylendi. Bu meydanda dikkatimizi çeken bir başka güzellikte kediler ve kedi yavruları oldu.
Bayır
Köyü’nden artık yokuş aşağı rahat bir şekilde iniyorduk. Turgut Şelalesi’ne
yaklaştığımızda tur ciplerinin tozu dumana katarak, tehlikeli yola aldırmadan
karşımıza çıkmaları bizi bayağı korkuttu. Kenara çekilip geçişlerini izledik.
Şelaleye vardığımızda park yeri ciplerle doluydu. Sadece ciplerle mi? Arap
turist mi dersin, Rus turist mi dersin, hemen hemen her milletten insan
şelaleyi görmek için tırmanıyordu… Bizde tırmanmaya başladık.
Fotoğraf
çekmeye eski bir değirmenle başladım… Buradaki geziyi noktaladıktan sonra bu
kez Kız Kum’unda mola verdik. Kız Kumu’ndan sonra Hisarönü’ne kadar hiç
durmadık. Hisarönü’nde meşhur pidecilerden birinde dinlendik. Hiçbir yerde
denize girmeden Datça sınırlarına geldik. Çok zaman girdiğimiz Gölmar’da
serinledikten sonra akşam saatlerinde Kızlan’daki evimize vardık… İlk işimiz güzel bir çay demlemek oldu...
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)