YAYIN KURULU: Süleyman Boyoğlu, Raşit Yakalı, Ali Kılıç, Gürcan Arıtürk, Rüya Özkalkan. /Bu blog Basın Ahlâk Yasası'na tamamen uyar ve amatör bir ruhla hazırlanır. Yazı ve fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem başlatılır../
28 Aralık 2017 Perşembe
22 Aralık 2017 Cuma
GÜLER DUMAN RÖPORTAJI...
Türk Halk Müziği’nin şımarmayan ve doğru
bildiği yoldan emin adımlarla ilerleyen sanatçısı Güler Duman’a yıllar öncesinden bir haber yapma borcum vardı. 1984
yılında muhabir olarak başladığım Ulusal Basın Ajansı’nda (UBA) çalışırken
Güler Duman’ın methini duymuştum. Şişhane’de elektrik malzemeleri toptan
ticareti yapan akrabam İbrahim Çankaya ile kapı komşu sayılırlardı; aynı
mahallede oturuyorlardı. Mahalle o zamanlar Şişli’ye bağlı (şimdi Kâğıthane
sınırları içinde kalıyor) Gürsel Mahallesi’ydi.
Güler
Duman’ın babası Fevzi Duman eşi Hanım’la 1963 yılında, daha çocukları
olmadan İstanbul’a göç ediyor. İnşaatlarda yağlı boya ustası olarak çalışıyor. Boğazlarından
kıstıkları ve biriktirdikleri bir miktar parayla eşiyle Yadigâr sokakta bir
gecekondu inşa ediyorlar; mutlu bir yaşam sürmeye başlıyorlar. Eşi 1967 yılında
bir kız çocuğu dünyaya getiriyor, bu mutlulukları daha da perçinleniyor.
Fevzi Duman, Aşkale’deyken önce kendi kendine
kaval, sonra da bağlama çalmasını öğrenir. İstanbul’a göçtüğünde zaman buldukça
bağlama çalmaya devam eder. Fevzi Duman çalıp söylerken 4 yaşındaki Güler de
babasının karşısına geçip söylediği türkülere, deyişlere mırıldanarak eşlik eder.
Güler, ilkokul ikinci sınıfa geldiğinde
babasına:
- Baba ne olur bana da öğret, diye yalvarır
yakarır.
Baba önceleri, “Kız çocuğu öğrense ne
olacak!” diye yalvarıp yakarmalarına aldırış etmez. Ama her sazı eline alışında
Güler’in karşısına geçip el hareketlerini izlemesine ve kendisine eşlik
etmesine dayanamaz, kızının boyundan büyük bağlamayı eline verir.
Fevzi usta, bağlama üzerinde
dolaşan kızının parmaklarındaki hüneri fark eder; yaşına ve boyuna uygun bir
saz alır. Hem de o zamanın parasıyla iki bin liraya…
Fevzi
usta, nota yerlerini saz üzerinde kızına tarif eder. Önce “Gelin Ayşem”
türküsünü bir ay boyunca çaldırır. Daha sonra “Tren gelir hoş gelir”
türküsünden sonra diğer türküleri Güler, kendi kendine çıkarmaya başlar.
Annesi Hanım
da kızındaki azmi ve beceriyi görünce ne el işi yaptırır ne de bulaşık yıkatır.
Hanım teyze:
- Yetenekli olduğunu fark etmiştim. Onun için hiçbir iş yaptırmadım. 17
yaşına geldiğinde kaset doldurma teklifine babası karşı çıktı; ‘Yaşı küçük’
dedi. Ben de babasına karşı çıktım; varsın doldursun. Küçük yaşta daha iyi
kendini geliştirir, dedim.
Çiçeği burnunda bir muhabirken böyle
yetenekli bir çocuğun türkülerini ben de dinliyordum. Röportaj yapmak
istediğimi İbrahim’e söylediğimde; “Fevzi Abi’yle bir görüşeyim sana haber
veririm” dedi. 1984 yılının Ağustos ayının sonlarına doğru Güler Duman’ın
oturduğu eve misafir olduk. Ben sordum henüz 17 yaşında olan ve kaseti piyasayı
allak-bullak eden Güler Duman
yanıtladı.
- Bağlamayla nasıl tanıştın?
- “Babam
çalıp söylerken ben de babam gibi ellerimi oynatır, babamın söylediği
türkülere-deyişlere eşlik ederdim. İlkokul ikinci sınıftan sonra ‘Baba ne olur
bana da öğret’ diye yalvarmaya başladım. Babam önceleri bu isteğimi
duymazlıktan geldi. Umursamadı…
- Sonra?
“ARABESKİ SEVMEDİM”
- “Sonra bana
küçük bir saz aldı. Ama ben büyük saza özeniyordum. Babam işe gittiği zaman
ondan gizli alıp çalıyordum. Bir defasında az kalsın düşürüp kırıyordum. Çok
korktum; dayak yiyeceğim diye…
Türküleri
daha çok radyodan dinliyordum. Halk müziği bana daha yakın geliyordu. Çünkü
sazı seviyordum. Babamdan da görüyordum. Amcam da arabesk türü çalıyordu, ama
ondan etkilenmedim. Arabesk türünü sevmedim. En büyük desteğim babam oldu.
Babam çalıp söylemeseydi, bu tutkum olmayacaktı. Belki de bu duruma
gelemeyecektim.”
- Türküleri radyodan mı teypten
mi, televizyondan mı dinliyordun?
- “Daha çok radyo ve televizyondan
dinliyordum. Dinlediğim türküleri hiç yazmazdım. Hele de sevdiğim türküleri dinledikten sonra
rahatlıkla ve zorlanmadan ezbere söylerdim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra
unutacağımı zannettiğim zaman türküleri kâğıda yazardım.”
- Okulda ne yapardın?
- “Ders dinlerken bile akşamdan
dinlediğim müziği içimden mırıldanır, ellerim sanki bağlama çalıyormuş gibi
oynardı. Bu durum bazı öğretmenlerimin dikkatini çekmişti. Okulda ben bağlama, yanımda oturan arkadaşım
da piyano çalardı. Okulun müzik salonuna birlikte gider birlikte bazı türküleri
çalardık. İlkokulda müsamerelerde de söylüyordum.
- İlk sahneye çıkışın ne zaman?
- “İlk sahneye çıkışım
Mecidiyeköy’de bir düğün salonunda oldu. Babamla birlikte sahneye çıktık. Çok
heyecanlandım… Babamın sahneden ayrılmasını istemedim. Babam sahneden inmeye
kalkıştığında tutuyordum. Bir akrabamızın düğünüydü. Tanıdık aile dostlarının
düğünü olduğu için beni yiyeceklermiş gibi bir duruma düşmüştüm. Ondan sonra
konserler, düğünler derken devam ettim…
7-8 AYDA 145 BİN ADET KASET SATIŞI
- Liseyi ne zaman bitirdin?
- “Liseyi bu yıl (1984) bitirdim.
İlk bandımı (kaset) ‘Dost Garip’i 1983 yılı Aralık ayında doldurdum. 1984
yılının Ocak ayında satışa başladı. 7-8 ayda 145 bin adet kaset satışı oldu. Bu
kadar satılacağını tahmin etmiyordum. 3 bin adet, hadi en fazla 15 bin adet
satış bekliyordum. Akraba, eş, dost alsın yeter diyordum. Ben de kaset firması
da şaşırdı…
Güler Duman, kaset satışının rekor düzeyde olması üzerine düğün
salonlarından ve gazinolardan sahneye çıkma teklifleri alır, ancak gelen bu
teklifleri kibar bir dille geri çevirir. Sebebi de daha lise öğrencisi
olmasıdır…
İkinci kasetinin de Eylül ayında
çıkacağını, çalışmaların devam ettiğini söyleyen Güler Duman:
- “İzmir’de başka bir kişinin fotoğrafı ve benim ismimle korsan kasetler
yapıldığını öğrendim. İkinci kasetim birinciye göre daha iyi olacak. Çünkü her
yörenin türkülerini ve deyişlerini söyledim. Ha bir de korsanlar haberim
olmadan konser afişleri bastırıp asıyor, biletler dağıtıyorlar.”
Güler Duman’a en çok kasetinin hangi ilde
ilgi gördüğünü de sordum:
- Kasetlerim en çok İstanbul, Sivas, Erzurum ve Ankara’da satılmış. İlk
basıldığında 3 bin kaset 3 gün içerisinde bitiyor.
- Başka önemli teklifler var
mı?
- “TRT imtihanlarına katılmam için teklif geldi. Halk Müziği sanatçısı
Ali Gürlü tarafından.. Ama ben kadrolu olmak istemiyorum.
Bir yıl sonra Kadıköy Reks Düğün
Salonu’nda düğünüm oldu. Güler Duman bu düğünüme sazı ve sözüyle katıldı.
Davetlilere hoşça vakit geçirtti. Ama ben annesi öldüğünde bir baş sağlığı bile
dileyemedim…
Güler Duman’la bu röportajı 1984 yılında
yapmış, haberini de hazırlamış UBA aracılığıyla gazetelere ulaştırmak
istemiştim, ama ajansın Ankara’daki Genel Müdürlüğü bu haberi yayınlamamıştı.
Sebebini sorduğumda ise “Magazin haberlerini ajans olarak yayınlayamıyoruz”
demişlerdi.
(Yazı: Süleyman Boyoğlu)
20 Aralık 2017 Çarşamba
VAH İSTANBUL'UM...
Tarihi ve doğal güzelliğiyle dünyanın önemli kentleri arasında yer alan İstanbul, bir yandan aldığı yoğun göç, bir yandan da yoğun inşaat faaliyetleri nedeniyle adeta "Vah İstanbul" dedirtiyor. (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
5 Aralık 2017 Salı
ÖZGÜRLÜĞÜ ARAYAN KADIN...
Bugün
İstiklâl Caddesi’nde
O’nu
gördüm
Biraz
tereddütten sonra
Ardına
düştüm
Yanına
sokulmakta zorlandım;
Merhaba!
Beni tanıdın mı, dedim
Siyah
gözlüklerini saçına toka yaptı;
‘Hayır,
tanımadım!’ dedi gülümseyerek…
Cesaretlendim;
Burada
ne arıyorsun, dedim
‘Hiçççç, dolaşıyorum’ dedi
Bir
müddet ‘Duran Adam’ olduk
Halinden
umursamaz ve umarsızdı
Ama
hâlâ güzeldi
Mavi
gözlerine, sarı saçlarına
Dalıp
gittim…
Bana;
‘Sen ne yapıyorsun?’ dedi
Beklemediğim
bir soruyla ayıldım;
Hiçççç,
ben de dolaşıyordum, dedim
Çocuklarını
sordum;
‘Hangi
kocamdan olanları’, dedi
Şaşırdım…
‘Kaç
evlilik yaptı ki!’ diye düşünürken devam etti;
‘Çok
evlilik yaptım!’
Yanıt
veremedim; dilim tutulmuştu
‘Sonuncusundan
da ayrıldım; artık özgürüm’ dedi
İyice
sokuldum
Sarılmak
istedim.
Çok
özlemiştim…
Tam
34 yıl olmuştu görmeyeli
Yürümeye
başladık
Hem
yürüyor hem konuşuyorduk
İstiklâl
Caddesi’nde ne arıyordun, dedim
‘Özgürlüğü
arıyordum’ dedi
Caddenin
kalabalığını umursamadan
Yanaklarından
öptüm
Tünel’e
daha varmamıştık
Büyük
bir binanın önündeki kara kalabalık
Beni
ürküttü!
Bütün
gözler üzerimizdeydi
Üstümüze
yürüyeceklerini sandım
Daha
sıkı sarıldım
Bir
kez daha kaybetmek istemiyordum
Başım
omzundayken fark ettim
Sırtı
kalçasına kadar tül ile örtülüydü
Yüzü
de bir mâh (ay) gibiydi
Kendinden
emin, onları umursamaz tavrı
Siyah
cübbeli, çember sakallıların pis
bakışlarını
Daha
da üstümüze çekmeye yetiyordu
Ben
ise onun kadar cesaretli değildim;
Karınlık
bakışlarından korktum.
Bu
karanlık bakışları nerede olsa tanırım;
Çorum’da,
Maraş’ta, Sivas’ta bilirim
Titrek
sesle;
Korkmuyor
musun, dedim
Alaylı
bir tebessümle;
‘Kimlerden?
Bunlardan mı?’ dedi
Kendimden
utandım
Meydan
okuyan sözlerinden cesaretlendim…
Devam
etti;
‘Her
Cumartesi Galatasaray Lisesi önündeyim’
Kendimi
saflığa vurdum;
Sevgilini
mi bekliyorsun, dedim.
Birden
hiddetlendi;
‘Beni
ne zannediyorsun!’ dedi
Kızma,
seni anlamaya çalışıyorum, dedim
‘Hâlâ
anlamadın mı? Ben de bir Ana’yım’ dedi
Göğüs
kafesi inip kalkıyor, burnundan soluyordu;
‘Bu
güruh beni oradaki eylemlerden çok iyi tanır’
Kollarımın
arasından tam sıyrılacaktı ki
Daha
sıkı sarıldım; defalarca özür diledim…
Kara
kalabalık epeyce çoğaldı
Arkalarında coplu destek vardı
Arkalarında coplu destek vardı
Korkum
iyice arttı…
O’nun
hâlâ umurunda bile değildi
Önlerinden
çabuk geçelim dedim
‘Sen
böyle değildin, çok korkak olmuşsun!’
dedi
Biraz
öyle oldum, dedim
Sinirlendi…
Kaşlarını çattı;
‘Biraz
değil, tam bir korkaksın!’ diye gürledi
Görmüyor
musun bakışlarını, dedim
‘Merak etme bunların üstesinden de yine biz
kadınlar geleceğiz’ dedi
Nasıl
olacak, dedim
‘Soyum
Traklar’a dayanır, sevişmesini de biliriz, savaşmasını da’ dedi
Söyleyecek
bir şey bulamadım…
Bir
zamanlar keyifle yürüdüğü
Çok
sevdiği İstiklâl Caddesi’nden Tünel’e
Oradan
Karaköy vapur iskelesine indik
Kadıköy
vapuru yanaşıyordu
İskelede
gözlerimiz kapalı
Tam
vedalaşıyorduk ki!
Vapur
iskeleye çarptı…
Çırpınarak
uyandım
Kan
ter içinde kalmıştım
Gördüğüm
bir rüyaydı
Tansiyon
aleti başucumdaydı
Ölçtüm;
yükseği 19, küçüğü 10,9
29’a
bile çıksa, artık umurumda değildi
Özgürlüğü
arayan kadını rüyada da olsa
Bir
kez daha gördüm ya!
Süleyman Boyoğlu (9 Kasım
2017)
30 Eylül 2017 Cumartesi
BİZİM KADINLARIMIZ...
Şirince'de bankta oturan bu kadın acaba ne düşünüyor? Belki hayatta olmayan eşini! Belki göçüp giden akranlarını! Belki akşam önüne konulacak bir tas çorbayı! Belki uzaklarda olan çocuklarını! Belki azan romatizma ya da kireçlenme sızılarının ne zaman son bulacağını! Belki yoldan gelip geçeni seyrediyor! Belki zaman öldürüyor! Belki de yürümekte zorlandığı için birazdan gelip kendisini alıp evine götürecek bir yakınını bekliyor! Kim bilir?
(Yazı ve Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
(Yazı ve Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
26 Eylül 2017 Salı
DATÇA'DA BİR ERZİNCANLI; "MEŞHUR KÖFTECİ SAMİ USTA"
Daha önceki
gitmelerimle kıyaslarsam, bu yıl Datça’yı inşaat yoğunluğu baskısı altında ve biraz
bakımsız buldum; özellikle “Halk Plajı” bölgesini… Başta Kargı koyu olmak üzere
tüm sahiller, büyük oteller, moteller ve küçük işletmecilerin şezlong ve
şemsiyeleriyle kapatılmaları dikkatimi çekti. Oysa benim bildiğim bütün
sahiller, koylar halka açık olması lazımdı! Ha kiralanıyorsa, belediyelere bir
gelir sağlanıyorsa bir şey diyemem… Bu yerlerde bir şezlong üzerine uzanmak,
bir şemsiye altında güneşten korunmak ücrete tabii… Şöyle ki; bazı yerlerde 15
liralık bir şeyler yiyip içersen şezlong ve şemsiye ücretsiz. Yok, eğer bunları
yapmazsan 15 lira ödemek zorundasın. Bir de koya aracınla giriş yapacaksan o da
ücrete tabi. Bu ücret 5 lira gibi önemsiz bir rakam görünse de buraya yüzlerce
aracın giriş-çıkış yaptığını dikkate alırsanız, önemli bir para ediyor. Bunu
yazmamın sebebi ise bu koyların çöpünü her sabah Datça belediyesinin toplaması,
yani hizmeti belediyenin sunması, ama parayı bir şirketin makbuz karşılığı
tahsil etmesi dikkatimi çekti.
Bu arada, güzel
ve bakir bir koy olan Kargı koyunda da inşaat çalışması başlamış. Dileğim şimdilik
sahilde bir tane sur görünümlü ve izinli olduğu belirtilen inşaatın devamının
olmaması…
Buraya kadar
yazdıklarım bir tespit ve küçük bir eleştiri kabul edilsin. Şimdi asıl yazmak
istediğim bir konuyu ele alacağım. İstanbul’da bir insan düşünün başarılı,
yetenekli, ülke ekonomisine katkı sunuyor, ama sağlığı buna izin vermiyor. Siz
olsanız ne yapardınız? Bazılarının yaptığı gibi “Sağlığım daha önemli. Dünyaya
bir daha mı geleceğim” deyip her şeyden elinizi eteğinizi çeker, bir köşeye mi
çekilirdiniz? Yoksa bu topluma her ne olursa olsun hizmet etmeye devam mı
ederdiniz?
İşte ikinci
şıkkı tercih eden “Meşhur Köfteci” Sami Usta (Ökmen), altı stent takılı
olmasına rağmen, çalışmadan ve hizmet etmeden vaz geçmeyip uzun yıllar
köftecilik yaptığı İstanbul, Erzincan’dan sonra ver elini Datça diyenlerden…
Bir akşam
Datça sokaklarını dolaşırken gazeteci arkadaşımı Sami Usta’nın dükkânının
önünde köfte yerken buldum. Arkadaşım masasına buyur etti; ama karnımız tok
olduğu için yemek davetini kabul edemedik. Arkadaşım buranın köftesinin çok
nefis olduğunu ve İstanbul-Karaköy’den gelip burada dükkân açtığını söyledi.
İki gün sonra
Kaş’tan gelen ama İstanbul’dan çocukluk arkadaşım ve eşlerimizle Sami Usta’nın
yerine köfte yemek için vardığımızda oturacak bir masa bulamadık. Bir süre
sokakta vitrinlere bakarak oyalandık. Dükkânın karşısında yol kenarına konulan “Açsanız
ve paranız yoksa çekinmeyin, olduğunda yolunuz düşerse ödersiniz. Olmasa da
HELAL Olsun”: İnsanlık öldü deseler de bizim hâlâ umudumuz var… Meşhur Köfteci
Sami Usta 1964” tabela dikkatimi çekti. Daha doğrusu bir bayanın bu tabelanın
fotoğrafını çekmesi beni bu tabelaya yönlendirdi. İster reklam amaçlı, isterse
gerçek olsun böyle bir yazı beni duygulandırdı. Bu adamla tanışmıyordum, ama
tabelasında yazdığı gibi içimden ben de “Helal olsun” hâlâ ülkemde böyle
insanlar da var dedirtti.
Şimdiye kadar
ne facebook’da ne de yazılarımda yemek yeme, içki içme fotoğrafları
yayınladığımı hatırlamıyorum. Köftesi de söylendiği gibi çok lezzetli ve
nefisse bir röportaj yapmayı düşündüğümü eşime ve arkadaşıma söyledim. Köfteleri
bolca ve enfesti. Ücreti de çok uygundu. Lavabo dönüşü köfteleri pişiren gence
“ellerine sağlık” dedim, masama döndüm. Yalnız kasada cüsseli, orta yaşlı bir
adamın para tahsilâtı yaptığı dikkatimi çekmişti, ama Sami Usta’nın o
olabileceğini sanmamıştım.
Masada
ısmarlanan çaylarımızı yudumlarken kasadaki cüsseli adam yanımıza geldi.
Halimizi hatırımızı sordu. Meşhur Köfteci Sami Usta olduğunu öğrendik;
köftesini çok beğendiğimizi, “bol kepçe ve uygun fiyat aldığını” söyledik. Konuşkan
ve sıcak bir insandı. Tabelaya yazdığı yazının içeriğini de çok beğendiğimi ve
kendisiyle Datça’dan ayrılmadan bir röportaj yapmak istediğimi söyledim.
Memnuniyetle kabul etti.
Ertesi günler
yemeğimizi yine Datça’nın meşhur lokantacılarından “İrem Lokantası” ile “Betül’ün
Mutfağı”nda yedik. Son yemek finalimizi Sami Usta’nın dükkânında yapmaya karar
verdik. Hem de uygunsa yemek sonrası
röportaj yapacaktım. Sami Usta’nın dükkânının bulunduğu Balçıkhisar Sokak ışıl
ışıl ve hareketli bir sokaktı. Yine zar zor dükkânın önünden biraz uzak bir
yerde boş bir masa bulduk. Bu kez Sami Usta ortalıkta gözükmüyordu. Zira
yoğunluktan dolayı ızgara başındaydı. Yoğunluğun azalmasını bekledim. Bir müddet
sonra elinde tabak kavunla Sami Usta yanımızda bitti. “Yarın Datça’dan
ayrılacağım, eğer müsaitsen bu akşam röportaj yapmak istiyorum” dedim. “Tabi
memnuniyetle” dedi.
NEFİS KÖFTENİN TARİFİ
NEFİS KÖFTENİN TARİFİ
Sami Usta, meşhur köftenin tarifini açıklıyor!
Para tahsilâtı yaptığı masasının arkasındaki koltuğa geçti oturdu, koltuğun hakkını verdi. Koltuğu tam doldurdu. Ben de önündeki sandalyeye, başladık sohbete…
Para tahsilâtı yaptığı masasının arkasındaki koltuğa geçti oturdu, koltuğun hakkını verdi. Koltuğu tam doldurdu. Ben de önündeki sandalyeye, başladık sohbete…
- Sami Usta baba mesleği mi köftecilik?
- “Baba
mesleği… Babam (Selahattin) köfteciliğe 1959 yılında Sirkeci’de el arabasıyla
başlıyor. Sonra 1964’te Karaköy’e geliyor. Mumhane Caddesi’ne. Onun ustası da Kosovalı
Arnavut Hasan Usta”.
-
Sen bu işi babanın yanında mı öğrendin?
- “Evet…
Babamın yanında öğrendim. Bu işe önce bulaşıkçılık ile başladım”.
- Sonra?
- “Babam 1980
yılında işi bıraktı. Bayrağı ben devraldım”.
- Her gün aynı tadı nasıl tutturuyorsunuz?
- “1964’ten
beri aynı tat. Bu yaptığımız köftenin tarifini bir ben bilirim, bir de babam. Hiç
bozmadım. Porsiyonlarımız iyi. İkram olarak helva veririz. Bizim dükkâna gelen
bir daha geliyor ve mutlaka arkadaşını da gönderiyor”.
- Aslen nerelisin?
- “Erzincan.
1962 Erzincan doğumluyum. Bir ara burada da köfteci dükkân açtım. O zamanki
Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu benim ustalık belgemi imzalamıştır. O da benim
köftelerimi çok beğenirdi”.
- Peki Datça nereden aklınıza geldi?
- “Datça’ya her
sene tatil için geliyordum. Çok seviyordum Datça’yı. Sağlık sorunu yaşayınca 2012’de
Karaköy’ü bırakıp, buraya yerleşmeye karar verdim. Şu an altı adet stent
takılı, ama umursamıyorum…”
- Burada bazı yemek dükkânların kapandığını
gördüm.
- “Datça’ya
dışarıdan gelip burada tutturan ilk usta benim. Başka da yok. Bu da benim
köftemin kalitesinden ve müşterilerle olan diyalogumdan kaynaklanıyor her
halde…”
- Dışarıda dükkânın karşısındaki tabeladaki
yazı dikkatimi çekti. Biraz açar mısın?
- “Askıda yemek
veriyoruz. Bu yaz 40’ın üzerinde insana ücretsiz yemek verdik. Yiyene gerçek
ihtiyaç sahibimi değil mi sormuyoruz. Müşteri de askıda yemek parası bırakıyor.
Müşterinin parasını şu gördüğün kutuya koyuyoruz. Bazısı 50 lira bazısı 60 lira
para bize bırakıyor.”
- Müşterilerin arasında ünlüler var mı?
- “Türkücü Aysun
Gültekin çok iyi müşterimdir. Kubat ölür köfteme. İşadamı Cem Boyner köftemi
sever.”
Sami Usta ile sohbeti tamamlayıp
kalkarken:
- “Sanatçı Ali
Sürmeli de Bursa’dan arkadaşımdır. Bursa’da çocukken bir ara beraber simit,
açma sattık” diye de ekledi.
İçten, samimi ve söylenmesi
gerekeni hiç çekinmeden söyleyen Sami Usta’ya veda ederken, eşim "Sami Usta köftenizin tarifini bize verir misin?" dedi. Sami Usta, "Tabi memnuniyetle, bir dakika bekleyin" diyerek dükkânının lavaboya yakın bir yerinden çerçeve içerisinde bir yazıyla döndü geldi. "İşte tarifi burada yazılı" diyerek çerçeve içindeki yazıyı okumaya başladı.
Aynı zamanda esprili bir insan olan Sami Usta'ya biz de sağlıklı bir ömür ve sevenlerine daha nice yıllar hizmet etmesini diliyoruz. Ha unutuyordum, Sami Usta'nın koyu da bir Beşiktaşlı olduğunu belirtmeliyim...
(Yazı ve fotoğraflar:
Süleyman Boyoğlu)
Aynı zamanda esprili bir insan olan Sami Usta'ya biz de sağlıklı bir ömür ve sevenlerine daha nice yıllar hizmet etmesini diliyoruz. Ha unutuyordum, Sami Usta'nın koyu da bir Beşiktaşlı olduğunu belirtmeliyim...
2 Eylül 2017 Cumartesi
İSTANBUL'DA BAYRAMIN BİRİNCİ GÜNÜ..
İstanbul'da bayramın birinci günü sokaktaydım. Büyükler ilk günü sabahın erken saatinde kurban kesimi ile uğraştığı için sokaklar tenhaydı. Belediyelerin belirlediği kurban kesim alanlarında ve yerlerinde ise yine bildik sahneler yaşanıyordu. Sokakta görmeye alıştığımız elinde torba ya da poşetli bizim çocuklar da ortalıkta pek yoktu. Ama savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyeli çocukların bayramı daha bir coşkuyla kutladıklarını (!) gördüm. Ellerinde şekerlerini dolduracak torbaları yoktu, ancak memleketlerinde ya da televizyon kanallarında gördükleri silahlı çatışmaların benzerini, sokak aralarında oyuncak tabancalarıyla birbirlerine uygulamaya çalıştıklarına şahit oldum. Ortaköy'e gittiğimde her zamanki kalabalık yoktu; meydan turistlere kalmıştı.
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
26 Ağustos 2017 Cumartesi
BÜLENT ULUER TOPRAĞA VERİLDİ...
İstanbul'da yaşamını yitiren "78 Kuşağı" öğrenci liderlerinden Bülent Uluer (65), 24 Ağustos Cuma günü Şehitlik Cami'inde kılınan cenaze namazı sonrası Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Tabutu Dev-Genç bayrağına sarılı Bülent Uluer'in cenaze törenine bazı CHP, HDP milletvekilleri, CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat, HTKP Genel Başkanı Erkan Baş, HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbaş, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, HDP Milletvekili ve "68 kuşağı"ndan Ertuğrul Kürkçü, Bozkurt Nuhoğlu ile çok sayıda 68'li 78'li katıldı.
Arkadaşları, tabutunu omuzlarına aldıkları Bülent Uluer'i alkış, slogan ve "Dev-Genç Marşı"yla uğurladı. Aile adına taziyeleri ilk eşi Nihal Uluer, ikinci eşi Belma Uluer ile kızları Ayşe Uluer ve Şerin Karacaoğlu kabul etti.
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
23 Ağustos 2017 Çarşamba
GEÇMİŞE ÖZLEM!
Hepimiz geçmişe özlemimizi kimi zaman sözle kimi zaman da
yazı ile açığa vururuz. Bazılarımız
evlerimizin, bazılarımız iş yerlerimizin duvarlarına gençlik yıllarına ait boy
boy fotoğrafları asar, "vay be ben ne imişim" der gibi herkesin görmesini sağlarız.
Bir de son yıllarda sosyal medyada (facebook-twiter) sık sık profil fotoğraflarımızı değiştirir olduk. Bizler teknolojinin bütün nimetlerinden faydalanırken, Taksim’in göbeğindeki bu boyacı amca durur mu? Boyacı amcanın belki bir sosyal medya hesabı yok, ama gençlik fotoğrafını milyonların görebileceği şekilde boya sandığının bir yanına monte ederek, “Bakın ben de bir zamanlar ne idim!” mesajını veriyor…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Bir de son yıllarda sosyal medyada (facebook-twiter) sık sık profil fotoğraflarımızı değiştirir olduk. Bizler teknolojinin bütün nimetlerinden faydalanırken, Taksim’in göbeğindeki bu boyacı amca durur mu? Boyacı amcanın belki bir sosyal medya hesabı yok, ama gençlik fotoğrafını milyonların görebileceği şekilde boya sandığının bir yanına monte ederek, “Bakın ben de bir zamanlar ne idim!” mesajını veriyor…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
24 Temmuz 2017 Pazartesi
BİZİM KADINLARIMIZ...
Kadınlar...
Çilekeş
Yorgun
Yoksul
Çalışkan
Ayağı lastikli
Eli değnekli
Ama yarınlardan umutlu
Ayaklarının altına toprak olası
Bizim kadınlarımız...
(Yazı ve fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
Çilekeş
Yorgun
Yoksul
Çalışkan
Ayağı lastikli
Eli değnekli
Ama yarınlardan umutlu
Ayaklarının altına toprak olası
Bizim kadınlarımız...
(Yazı ve fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
18 Temmuz 2017 Salı
15 Temmuz 2017 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)