Orhan KOLOĞLU
Yıl 1969,
Kahire’nin kuruluşunun Bininci yıl kutlamalarında Türkiye’yi temsil etmekle
görevlendirilen üç kişilik heyetin bir üyesiydim. Büyük Elçiliğimizdeki buluşma
toplantısında 26 yaşında bir genç bilim adamı ile tanıştık: Ekmeleddin İhsanoğlu. Eş Şems Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Fizik-Kimya bölümünü
bitirmiş, Organik Kimya konusunda doktora yapmaktaymış. Mısır’da doğmuş büyümüş
olduğu halde son derece düzgün Türkçe konuşuyordu. Arapça ve İngilizceye gayet
hakimdi. İslam dini konusunda da gayet bilgiliydi. Ankara Üniversitesi Fen
Fakültesi’nde asistan sonra doçentti. Avrupa’da Organik Kimya üzerinde
doçent ve nihayet profesör unvanına ulaştı. Dikkatinin bilim tarihi üzerine
yoğunlaştı.
Muhalefetin cumhurbaşkanı
adayı, medyamızı şaşkın yorumlamalara yöneltti. Dünya çapında ün kazanmış bir
bilim adamını öncelikle baba ilişkisiyle sunmaya çalışmanın gülünçlüğüne
şaşmamak mümkün değil. 1924’de Laik rejim uygulamasına karşı çıkıp Mısır’a
yerleşen dindar babası anımsatılıyor. Aynı sırada en saygın düşünürlerimizden
Mehmet Akif de oraya yerleşmişti. Oğlunun, Bâbıâli’de gazetede çalışırken
alkolikliği yüzünden dışlandığına ben tanık olmuşumdur. En büyük devrimcilerimizden Tevfik Fikret’in oğlu tahsil için Amerika’ya gider, papaz
olup yerleşir.
Bu olaylar ne
M.Akif’i, ne de T.Fikret’in değerini değiştirmez. Babasının yanında Mısır’da
büyüyen Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Organik
Kimya üzerinde doçent ve nihayet dünya çapında profesör unvanına ulaşmasına,
uzmanlığının bilim tarihi
üzerine yoğunlaşmasına saygıyla bakmayı akıl edemiyorlar.
İstanbul’daki IRCICA’nın (İslam Tarih, Sanat
ve Kültür Araştırmaları Merkezi) başına getirilince, çok başarılı bilim tarihi
çalışmaları yürütmesi sebebiyle uluslararası toplantılar bakımından Türkiye’ye
büyük bir öncülük sağladı. Osmanlı dönemine ait ilgi gösterilmemiş kaynaklar
gündeme getirildi. Sadece Arap alemine değil, Balkanlara da yönelik yoğun
çalışma yapıldı. Amaç,
bazı çevrelerin iddialarının aksine “İslamcılık”
açısından değil, İslam dünyasının bilim açısından geçmişinin tam değerlendirilmesiydi. Unutmamalı ki,
bunda Osmanlı’nın bu alandaki geç kalışına da eleştiri vardır.
2008’de
Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi’nin Koyre Madalyası’na, Ord. Prof. Aydın
Sayılı’dan sonra lâyık görülen ikinci Türk olması; UNESCO’nun Avicenna (İbn
Sina) madalyasını alması, bilimci değerinin dünya çapında onandığını
kanıtlıyordu. Nitekim “Türk Bilim Tarihi Kurumu”nu da kurdu.
Sayısız kitap
üretimi vardır. Fiziki bilimler konusunda 15 ciltlik bir seriyi, özel kadro
oluşturup gerçekleştirdi; “Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları”; “Darülfünun
Osmanlı’da kültürel modernleşmenin odağı” gibi eserleri var.
2005 yılında 57
ülkenin üye olduğu ve Birleşmiş Milletler’den sonra en büyük üyeli kuruluş olan
İslam Konferans’ı Teşkilâtı’nın genel sekreterliğine seçilmesi, siyaset
alanında da itibarı bulunduğunu kanıtlıyordu. Nitekim ismi “İslam İşbirliği
Teşkilatı”na (İİT) çevirtmiş olduğu biliniyor.
2010 yılında “The İslamic World in the New
Century- Yeni Yüzyılda İslam Dünyası” kitabının (Londra 2010) önsözünde, Batı
dünyasındaki “İslamophobia = Aşırı İslam Korkusu”na karşı uyarıda bulunup
özellikle bir İngiliz beyin takımını suçlarken İİT’nin: “Ortak ilgi konuları
için tartışma forumu olarak hizmet etmenin yanı sıra, uluslararası sorularda
bireysel ve kollektif rol ve durumları düzenlemek ve üstlenmeyi amaçlayan bir
platform niteliğine sahip olduğunu” belirtir..
2011’de Oxford Üniversitesi’nin yayınladığı İslamophobia
kitabına yazdığı ön sözde de “İslamla
Hristiyanlık arasında tarihi
uzlaşma çağırısı yaptığını” tekrarlar..
Barışçı örgütün
genel sekreterini kendi eylemine araç olarak kullanma gayreti AKP liderinden
gelmiştir. Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Rabia’cıları destekleyip,
olaylara müdahale etmediği için onu
suçlar: “İslam İşbirliği Teşkilâtı böyle günlerde sesini yükseltmeyip ne zaman
yükseltecek?.. İhsanoğlu’nun ne iş yaptığını bilen var mı?.. Onun yerinde olsak
istifa ederdik.”
Yanıt şöyle
geldi:
“İİT Sadece
genel sekreter demek değildir… İİT’nin tavrı üye ülkelerin ortaklaşa
belirledikleri politikaların sonucu olarak ortaya çıkar. Müşterek bir karar
olmadığı sürece açıklama yapmak için devletlerin konsensüsü ve mekanizmaların
harekete geçirilmesini beklemem lazım. Teşkilatımızda şu ana kadar hiçbir
devlet resmen bir talepte bulunmamıştır.”
Bu bilgilere
medyamızda rastladınız mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder