1 Ekim 2016 Cumartesi

ADATEPELİ ÇOCUKLAR...












           Küçükkuyu Adatepe köyüne yaptığım gezide çocukluğuma gittim. Bizler, futbol, basketbol ve voleybol topunun ne olduğunu bilmezdik. Ta ki ağabeyim İstanbul’dan portakal büyüklüğünde bir top (sonradan tenis topu olduğunu öğrendim) gönderene kadar…
       Tekme atmasını bilmezdim; yuvarlar peşinden koşardım. Çok zaman çalıların arasında kaybolur, saatlerce arardım. Bulamadığım zaman çıldırır; bütün günüm aramakla geçerdi. (Ha bir de sonrada koptuğum Fenerbahçe taraftarlığım yine İstanbul’dan babamın gönderdiği takım elbisenin küçük cebinin üstündeki “FB” armasından olsa gerek).  O güne kadar büyüklerin at ve öküzleri tımar ettikten sonra topladıkları ve tükürükleriyle yapıştırdıkları kıllardan yaptıkları toplarla oyun oynardık.
        Tarihi Adatepe Köyü’nde hummalı bir çalışma vardı; eski taş evlerden bir kısmı restore ediliyordu. Umumi tuvaletin bile tarihi taşlardan yapıldığı köyde, köylülerin söylediklerine göre Rumlardan kalan evler 500 bin ile bir milyar 500 bin lira arasında değişen fiyatlarla alıcı buluyormuş!
       Zeytinyağı fabrikalarının müze ya da sanat galerisi yapıldığı köyde büyük bir çınarın altı çay bahçesi olarak hizmet veriyor. Eşim çay bahçesinde kahvesini yudumlarken, ben hiç vakit kaybetmeden köyün sokaklarını tek tek dolaşmaya başladım. Köyün üstünden enfes deniz manzarasını biraz seyrettim. Bolca fotoğraf çektim. Benim gibi dolaşan insanlarla sohbet ettim.  
      Çay bahçesine döndüm yeni mahsul adaçayından yudumlarken, çocukların öküz arabasına benzer tekerin üzerine monte edilen bir potaya futbol topuyla atış yaptıklarını gördüm. Hemen yerimden kalktım, hızlı adımlarla yanlarına vardım. Birisinin sırtında okul çantası vardı. Çantayı sırtından çıkartmasını söyledim:
     - “Servis bekliyoruz, okula gideceğiz” dedi.
     - Tamam, o zaman basket atmaya devam edin dedim.
        Çocuklardan Arda güzel basketler atarken:
     - Üstünü başını toz toprak yapıyorsun? Okula nasıl gideceksin! Sen akşam eve gelirsin! diye tehdit aldı.
       Arda’ya;
     - Kim bu teyze, diye sordum.
     - “Babaannem”, dedi.
     - Yeter Arda, babaanneni üzme, servise koşun, dedim.
     - “Daha servis gelmedi ki…”
     - O zaman devam Arda, dedim.
       Arda ve arkadaşı keyifle baskete devam ederken, ben de onların bolca fotoğrafını çektim. 
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder