Bilinci kapalı bir şekilde 15 Nisan Salı akşamı İstanbul’da Florence Nightingale Hastanesi’ne kaldırılan ve aort damarının yırtıldığı belirlenerek ameliyat edilen TBMM Başkan Vekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 18 gün yoğum bakımda kaldıktan sonra kurtarılamadı, 3 Mayıs Cumartesi günü yaşamını yitirdi.
Sırrı Süreyya Önder’i İstanbul’da gazetecilik yaptığım yıllarda yakından tanıma şansım olmadı. Ancak, sanırım 2009 yılıydı Ülke Tv’de yayınlanan; “Meksika Sınırı” programında kendisini tesadüfen izledim.
Bu
programdaki sohbetlerinin bir yerinde konu edebiyata, şiir ve müziğe geldi. Sırrı Süreyya,
sözlerini Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı “Yummayın Kirpiklerini” ağıdına takılıp
kaldı. Bu şiirdeki sözlerin ve bu sözlere uyarlanan bestenin kendisini çok
etkilediğini, her dinlediğinde duygulandığını belirtti; “Vasiyetimdir, ölürsem
beni bu ağıtla uğurlasınlar” dediğinde ben de çok duygulandım ve hiç izlemediğim
bir kanala çakılıp kaldım. Programı sonuna kadar izledim.
Bu
duygusallığı belki uzun yıllar yattığı mahpusluk günlerinden mi? Çocukluğunda
yaşadığı yoksulluktan mı? Yoksa babasını erken kaybetmesinden mi? Bilmiyorum,
ama ilk mahpus olmasına neden 1978’de Maraş’ta gerçekleştirilen katliamı
protesto etmesiydi. 1980 sonrası da Sırrı Süreyya hapse düştü. Hapiste daha çok
okuyarak, dinleyerek, kendisini yetiştirdi, çıkınca Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ndeki eğitimine devam etti. Sosyal, kültürel konulara daha çok eğildi,
Beynelmilel filmiyle ünlü oldu, ardından siyasete atıldı. Önder’in espritüel ve
hoş görülü yapısının her kesimde ilgi ve dikkatle izlenmesi benim de hep
dikkatimi çekiyor, sempati duymama neden oluyordu.
Şimdi
tekrar Ahmet Kutsi Tecer’in sözlerini yazdığı ağıda dönüyorum. Aynur Doğan,
Sevcan Orhan gibi sanatçılarımızın çok güzel yorumladığı o ağıdın sözlerini
aşağıda yazıyorum:
Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler
Yummayın yummayın
kirpiklerini
Kim ondan daha çok hayatı
özler
Çağırın çağırın sevdiklerini
Emekli
ikramiyesinin büyük bir kısmını mide kanseri olan babamın iyileşmesi için
tükettik. İki yıla yakın bir süre (ki öleceği son sabaha kadar) bu
hastalığı yeneceği inancını koruyarak yaşadı. Gelin görün ki yaşama umudunu
hiç yitirmeyen babam sadece hastalıkla cebelleşmiyor, ev baskınlarına
gelenlerle de mücadele ediyordu. Aranan kardeşim vardı, onun yerini öğrenmek
için ben ve bütün kardeşlerimi toplayıp götürüyorlar, birkaç hafta ya da bir
gün “misafir” edip bırakılıyorlardı.
Bir
keresinde evde olmadığım bir gece yine evimiz basılıyor. Kapıyı açmaya kimse
cesaret edemeyince 35 kiloya kadar düşen ve bir deri bir kemik kalan babam güç
bela ayağa kalkarak açma cesaretini gösteriyor. Korkutmak ve aranan oğlunun
yerini öğrenmek için babama; “Yerini söylemezsen seni götürürüz” tehdidinde
bulunuyorlar. Her zaman emniyet güçlerine saygılı davranan babam artık isyan
ediyor; “Götürün bakalım bu halimle bana
ne yapacaksınız?” diyebiliyor, onurlu ve gururlu babam…
Ailemle
ilgili bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Babamı 9 Haziran 1982 tarihinde
İstanbul’da kaybettik. Evimizin üçüncü katında babam sabaha karşı hayata
gözlerini yumarken, ikinci katta uyuyan ben, büyük halamın çığlığı ile yukarı
kata fırladım. İlk kez bir ölüm görüyordum, hem de babamın ölümünü…
Ne
yapacağımızı bilemedik, şaşkındık… Ne gözlerini kapamak ne de çenesini bağlamak
aklımıza gelmedi. Konu komşu, akraba, iş yerinden arkadaşları babamı uğurlamaya
geldiler. Babam gözleri, ağzı açık şekilde evimizin önündeki küçük bahçede
yıkanıyordu. Son bir kez daha görmek istedim. Bakmaz olaydım, değişen bir şey
yoktu; gözleri kapanmamış, ağzı açık yıkanıyordu. Sadece çenesi bir bezle
kapatılmaya çalışılmıştı o kadar…
Komşular
ve tanıdıkların kendi aralarında fısıltı halinde konuşmalarını duyuyordum;
aranan kardeşimin hasretiyle gözünün “açık gittiğini” söylüyorlardı.
İşte
böyle bu satırları yazarken yine gözlerim dolu, Sırrı Süreyya’nın “Ölürsem
arkamdan ‘Besbelli üşütür kara topraklar, Yummayın yummayın kirpiklerini’
çalsınlar” ağıdı aklıma geldi.
Merak ediyorum, bakalım 4
Mayıs Pazar günü Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa sırlanacak olan Sırrı
Süreyya Önder’in bu vasiyeti yerine getirilecek mi? Bekleyip göreceğiz…
(Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder