4 Mayıs 2025 Pazar

SIRRI SÜREYYA'NIN VASİYETİ...

 

        Bilinci kapalı bir şekilde 15 Nisan Salı akşamı İstanbul’da Florence Nightingale Hastanesi’ne kaldırılan ve aort damarının yırtıldığı belirlenerek ameliyat edilen TBMM Başkan Vekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 18 gün yoğum bakımda kaldıktan sonra kurtarılamadı, 3 Mayıs Cumartesi günü yaşamını yitirdi.

Sırrı Süreyya Önder’i İstanbul’da gazetecilik yaptığım yıllarda yakından tanıma şansım olmadı. Ancak, sanırım 2009 yılıydı Ülke Tv’de yayınlanan; “Meksika Sınırı” programında kendisini tesadüfen izledim.

Bu programdaki sohbetlerinin bir yerinde konu edebiyata, şiir ve müziğe geldi. Sırrı Süreyya, sözlerini Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı “Yummayın Kirpiklerini” ağıdına takılıp kaldı. Bu şiirdeki sözlerin ve bu sözlere uyarlanan bestenin kendisini çok etkilediğini, her dinlediğinde duygulandığını belirtti; “Vasiyetimdir, ölürsem beni bu ağıtla uğurlasınlar” dediğinde ben de çok duygulandım ve hiç izlemediğim bir kanala çakılıp kaldım. Programı sonuna kadar izledim.

Bu duygusallığı belki uzun yıllar yattığı mahpusluk günlerinden mi? Çocukluğunda yaşadığı yoksulluktan mı? Yoksa babasını erken kaybetmesinden mi? Bilmiyorum, ama ilk mahpus olmasına neden 1978’de Maraş’ta gerçekleştirilen katliamı protesto etmesiydi. 1980 sonrası da Sırrı Süreyya hapse düştü. Hapiste daha çok okuyarak, dinleyerek, kendisini yetiştirdi, çıkınca Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki eğitimine devam etti. Sosyal, kültürel konulara daha çok eğildi, Beynelmilel filmiyle ünlü oldu, ardından siyasete atıldı. Önder’in espritüel ve hoş görülü yapısının her kesimde ilgi ve dikkatle izlenmesi benim de hep dikkatimi çekiyor, sempati duymama neden oluyordu.

Şimdi tekrar Ahmet Kutsi Tecer’in sözlerini yazdığı ağıda dönüyorum. Aynur Doğan, Sevcan Orhan gibi sanatçılarımızın çok güzel yorumladığı o ağıdın sözlerini aşağıda yazıyorum:

Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler

Yummayın yummayın kirpiklerini

Kim ondan daha çok hayatı özler

Çağırın çağırın sevdiklerini

     Ben de bu ağıdı yüreğim yanarak çok dinledim, hâlâ da dinlerim. Sırrı Süreyya’yı bilmem, ama her dinlediğimde bana babamın ölümünü hatırlatır. Niye mi? Anlatayım… 1980 darbesi ve sonrasında çok sıkıntı çeken bir aileyiz. Benimle başlayan ilk gözaltı, ardından kardeşimin aranması nedeniyle sık sık evimiz basılır, ben ve kardeşlerim gözaltına alınır bırakılırdık. Bu süre zarfında otoriter ve gururlu bir insan olan babam kanser hastalığına yakalandı.

Emekli ikramiyesinin büyük bir kısmını mide kanseri olan babamın iyileşmesi için tükettik. İki yıla yakın bir süre (ki öleceği son sabaha kadar) bu hastalığı yeneceği inancını koruyarak yaşadı. Gelin görün ki yaşama umudunu hiç yitirmeyen babam sadece hastalıkla cebelleşmiyor, ev baskınlarına gelenlerle de mücadele ediyordu. Aranan kardeşim vardı, onun yerini öğrenmek için ben ve bütün kardeşlerimi toplayıp götürüyorlar, birkaç hafta ya da bir gün “misafir” edip bırakılıyorlardı.  

Bir keresinde evde olmadığım bir gece yine evimiz basılıyor. Kapıyı açmaya kimse cesaret edemeyince 35 kiloya kadar düşen ve bir deri bir kemik kalan babam güç bela ayağa kalkarak açma cesaretini gösteriyor. Korkutmak ve aranan oğlunun yerini öğrenmek için babama; “Yerini söylemezsen seni götürürüz” tehdidinde bulunuyorlar. Her zaman emniyet güçlerine saygılı davranan babam artık isyan ediyor;  “Götürün bakalım bu halimle bana ne yapacaksınız?” diyebiliyor, onurlu ve gururlu babam…

Ailemle ilgili bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum. Babamı 9 Haziran 1982 tarihinde İstanbul’da kaybettik. Evimizin üçüncü katında babam sabaha karşı hayata gözlerini yumarken, ikinci katta uyuyan ben, büyük halamın çığlığı ile yukarı kata fırladım. İlk kez bir ölüm görüyordum, hem de babamın ölümünü…

Ne yapacağımızı bilemedik, şaşkındık… Ne gözlerini kapamak ne de çenesini bağlamak aklımıza gelmedi. Konu komşu, akraba, iş yerinden arkadaşları babamı uğurlamaya geldiler. Babam gözleri, ağzı açık şekilde evimizin önündeki küçük bahçede yıkanıyordu. Son bir kez daha görmek istedim. Bakmaz olaydım, değişen bir şey yoktu; gözleri kapanmamış, ağzı açık yıkanıyordu. Sadece çenesi bir bezle kapatılmaya çalışılmıştı o kadar…

Komşular ve tanıdıkların kendi aralarında fısıltı halinde konuşmalarını duyuyordum; aranan kardeşimin hasretiyle gözünün “açık gittiğini” söylüyorlardı.

İşte böyle bu satırları yazarken yine gözlerim dolu, Sırrı Süreyya’nın “Ölürsem arkamdan ‘Besbelli üşütür kara topraklar, Yummayın yummayın kirpiklerini’ çalsınlar” ağıdı aklıma geldi.

         Merak ediyorum, bakalım 4 Mayıs Pazar günü Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa sırlanacak olan Sırrı Süreyya Önder’in bu vasiyeti yerine getirilecek mi? Bekleyip göreceğiz…

(Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder