2 Şubat 2014 Pazar

YEŞİLÇAM'IN EMEKTARI KÖKEŞ...

         Süleyman Boyoğlu
        
         31 Ocak Cuma günü öğleden sonra arkadaşım Sakip’le Taksim’de buluştuk. İstiklâl Caddesi’nden Tünel’e doğru yürürken, bir anda karar değiştirdik, Yeşilçam Sokağı’na saptık. Bu sokakta ya da İstiklâl Caddesi’nde görmeye alışık olduğumuz sinema emekçisi Necdet Kökeş ile karşılaştık. Bir zamanlar film şirketlerinin çokça bulunduğu Erman Han’la ilgili bir şeyler sormak istediğimi söyledim. Bizi meslektaşlarının takıldığı “Cafe Yeşilçam”a buyur etti. İçeride gürültü olacağını düşünerek, dışarıdaki masalardan birinin etrafındaki taburelere iliştik. Sohbete başladık, ama dışarısı çok soğuktu. Arkadaşım soğuğa dayanamadı:
         - Haydin içeri gidelim, ben soğuktan dondum, dedi.  
         Çaylarımızı alarak bu kez de Cafe’nin bulunduğu hanın girişindeki taburelere oturduk; yine içeri girmedik. Ben sordum Necdet Kökeş yanıtladı. Açıkça söylemek gerekirse, Kökeş’in sinema konusunda donanımlı olduğunu tahmin etmemiştim. Önce Yeşilçam’a nasıl geldiğinden başladı:
        “İstanbul’a 18 yaşımdayken birkaç günlüğüne gezmek için geldim. Şehri tanımak için yakınlarımın oturduğu Fatih-Atikali’den gideceğim yerlere yürüyerek gidiyordum. Bir gün de Karaköy’den tramvay yolunu takip ederek Taksim’e çıktım. Bir grup top oynuyordu. Adana’da futbol ve güreş sporu ile uğraşıyordum. Bana bir top geldi, birkaç güzel hareket yaptım, ardından da kaleciye güzel bir şut çektim. O sırada Taksim’de film çekiliyormuş, filmcilerin dikkatini çekmiş hareketlerim. Teklif ettiler, Şan Sineması’nda çevrilen bir filmde de ilk rolümü verdiler.
         Sonra “Arka Sokaklar” filminde rol verdiler. İstanbul Pavyon vardı. 1962 yılının sonlarıydı. Ben o sıralar 19 yaşındaydım. Bizi pavyonda ön tarafa oturttular. Ayran filan önümüze koydular. Ben ayranı önce alkol zannettim, ‘Aman ha hocam bunu büyüklerimiz Adana’da falan görürler. Ben alkol malkol kullanmıyorum’ dedim. Oysa filmin yönetmeni Ülkü Erakalın’mış. Ben o zaman nereden bileyim… ‘Yok oğlum alkol’ dedi ve içmediğim için de kendisinden ‘aferin’ aldım. Erakalın ve yanındakileri ‘Uzun yıllar da böyle devam etmeni isteriz’ diye nasihatte bulundular.”
           Kökeş, iki filmde de harçlık mahiyetinde bir miktar para aldığını söyleyerek şöyle devam etti:
           “Param vardı, ancak en fazla bir ay İstanbul’da kalmamamı sağlayacak paraydı. Aldığım bu paralar benim İstanbul’da kalmamı uzattı. Filmciler; ‘Oğlum sana para toplayalım, Adana’ya gönderelim’ diye çok ısrar ettiler. ‘Burada telef olma, bak burayı tanımıyorsun bile’ dediler. Yok abi dedim benim bir ay yetecek kadar param var. Erol abi dediğim hemşerime ‘Bu senin hemşerin. Hemşerin olmasa da neticede bir çocuk sahip çıkalım, bunu ikna edelim gönderilim’ demişler. Bu kez Erol abi ‘Para toplayalım seni Adana’ya gönderelim, burada telef olma’ dedi. Biraz çalışayım, sonra giderim dedim. Bir süre daha İstanbul’u gezmek, görmek istiyorum. Artık sinemanın içine de girmiştim. O arada Ayhan Işık’ı da gördüm. İlk gördüğümde ağzım açık bir vaziyette izledim.”
            Yine de asıl amacının futbolcu olmak olduğunu söyleyen Necdet Kökeş, “Durun size 1952 yılında Adana’da Türk Ordu Takımı’nın Amerikan Ordu Takımı’nı 19-0 nasıl yendiğini de anlatayım” dedi ve başladı anlatmaya:
            “Adana 5 Ocak Stadı’nda Amerika Ordu takımı ile bizim ordu takımının maçını da izledim. Bizim ordu takımı onları 19-0 yendi. Santra gol… Santra gol… Şaşırmıştık. Rahmetli Mustafalar orada oynuyormuş, ben bilmiyordum. Bu maçın ilk yarısını evde radyodan dinledim. Sonra evdeki büyüklerden izin aldım. Benim teyzemin evi stadın karşısındaydı. İnşaat tahtası (kalası) buldum, üstünden yürüyerek stada girdim. Hatta aynı yerden üç kişi girmişiz. Birkaç sene önce benim gibi maça kaçak girenlerle görüştüm; biri avukat Şükrü Muhtar Anlar birisi de spiker Mesut Mertcan’mış. Şükrü de Mesut da benim gibi aynı yerden kaçak girmişler. Yalnız o ikisi de benden yaşça küçük.”
         Necdet Kökeş'in, heyecanla anlattıklarını ben ve arkadaşım can kulağı ile dinlerken iki kişi geldi. Yanımızdaki mini masayla taburelere oturdular. Kahveciye:
         - Bize bir tavla iki çay, diye seslendiler.
          Necdet Kökeş’le bakıştık. Anladık tavla zarları ve pullarının sesi bizi rahatsız edecek, dikkatimizi dağıtacak. O yüzden bir kez daha yer değiştirme gereği duyduk. Necdet Bey:
         - Haydin SODER’e (Sinema Oyuncuları Derneği) gidelim, orası sessiz sakin, dedi. 
          Necdet Kökeş’le SODER'in eski sinema oyuncularının fotoğraflarının asılı olduğu büyük salonunda sohbete devam ettik. Kökeş:
         “Nerede kalmıştık, ha hemşerim olan Erol abi ve öteki arkadaşları yanlarında çalışmama en sonunda ‘peki’ dediler.  ‘Tamam, bizimle çalış, ama Adana’ya gideceksin değil mi’ dediler. (Gülerek) Söz demedim, ama gideceğim dedim. Dünyada hiçbir zaman ‘yapmayacağım’ diye yemin etmem. Sadece ‘yapmam’ derim o kadar.
           ‘Peki o zaman bir iki iş verelim, bir iki film var, onlarda rol veririz ondan sonra gideceksin tamam mı’dediler. Tamam dedim, ama yine söz demedim. Neyse şeyi çekiyoruz. O zaman da Orhan Günşiray ile Atıf Yılmaz ortaklar. 1963’ün sonları ‘Azrailin Habercisi’ çekilecek. O zaman Çin pavyonu vardı. Orada gazino sahnesi çekilecek. Ben ışıkçı olarak gittim. Tünele inerken tam sağda… Rusya Konsolosluğu’nun tam karşısındaydı… Ben o zaman birkaç tane lamba (kıramer) taşıyorum. 500 kilovatlık, bin kilovatlık, iki bin kilovatlık, beş bin kilovatlık lambalar vardı.
           Ben o filmi de bitirdim. Haftalık da 150 lira alıyorum. Baktılar ki yine çalışıyorum. ‘Necdet seni bir film daha çalıştıracağız ondan sonra gidersin herhalde’ dediler. Tamam dedim, ama söz demedim. 1964’te ‘Manyaklar Köşkü’nde rol aldım.
           O da bitti bu seferde ‘Yarın Bizimdir’ film çekimi için İzmir’e gittik. Başrolde Orhan Günşiray, Eşref Kolçak oynuyor. O zaman Ahmet Ayık gibi güreşçiler dünya şampiyonası için İzmir’e kampa gelmişlerdi. Rica ettiler güreşçiler geldiler filmde oynadılar.
           Derken iş ciddileşti. İyi çalışıyorum diye sağdan solda istemeye başladılar. Para da kazanıyorum. O zamanın jönleri olan Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Göksel Arsoy ve Orhan Günşiray iyi para alıyordu. Filmler o zaman 60 bin liraya bitiyordu, bu jönler 60-65 bin lira alıyordu, ama layıklardı.”
            Necdet Kökeş, filmlerin galasının Beyoğlu’nda Lüks Sineması’nın önünde yapıldığını da ifade ederek, “Filmin galasından önce Vasfi Uçaroğlu şov yapardı, ondan sonra film başlardı. Bir filmin galasına Ayhan Işık ile Eşref Kolçak arabalarıyla gelmişti. Arabalarını 100-150 kişi tutup yerden 15 santim yukarı kaldırdı. Kaldıranlardan birisi de benim” diye gururla söyledi.
            Bir gün de Ayhan Işık’ı seyrettiği gibi Eşref Kolçak’ı da Hacı Salih Lokantası’nda yemek yerken ağzı açık bir şekilde izlediğini, hatta kendisini tanımayan Eşref Kolçak’ın aç olduğunu düşünerek “Oğlum gel yemek ye” diye çağırdığını da anlatan Necdet Kökeş şöyle devam etti:
           “Ben artık Yeşilçam’a alışmıştım, ama annemler Adana’dan, ha bire ‘Oğlum olmuyorsa gel’ diye mektup yazıyorlar. Ben de onlara, ‘Sizin kadar olmasa da buradaki büyüklerim bana sahip çıkıyorlar’ diye yazdım.
            Işıkçı olarak Atacan Bora’nın yanında çalışırken Yılmaz Güney ile Adana’ya gittik. ‘İkisi de Cesurdu’ filmi için. Ali Şen, Zeki Tezcan da vardı. Prodüktör Samim Meriç’ti. Adana’ya gider gitmez doğru eve gittim. Annemin babamın ellerini öptüm. Ali Şen de Adanalı. ‘Bizim büyüklerimiz bize sahip çıkıyorlar. Sigara içmeyeyim diye sürekli tembihte bulunuyorlar’ dedim. Yüreklerine su serpmiş oldum; ‘Oğlum devam ettiler, olmazsa döner gelirsin’ dediler. 36 gün kaldık Adana’da Pehlivan Palas’ta. 75 bin lirası vardı Samim Meriç’in, ama para bitti. Filmde Yılmaz Güney oynuyordu. Filmde misafir oyuncu oynatmak için kulüplere gittik. Bütçe iyice zayıflamıştı, para kalmamıştı. Orada birisinden Yılmaz Güney ‘Ağam biraz para verde filmi bitirek’ dedi. Adam bir miktar para verdi, filmi bitirdik.
           Sonra Yılmaz Güney’le 1964 senesinde Antalya’ya gittik ‘On Korkusuz Adam’ filmi için. Tunç Başaran’nın yönetmenliğini yaptığı filmde Tunç Oral, Selma Güneri, Sevda Ferdağ, Tamer Yiğit, Mehmet Ali Akpınar, Tijen Par, Adnan Şenses, Nizam Ergüden, Devlet Devrim, Tamer Yiğit, Erol Taş gibi dev sanatçılar rol almıştı. Aynı yıl ‘Konyakçı’yı çektik. Neriman Köksal’la Yılmaz Güney başrol oynamıştı. 1969’da da ‘Beyoğlu Canavarı’nı çekmiştik. Bu filmin başrollerinde de Yılmaz Güney ile Nebahat Çehre oynamıştı.”
          Işıkçılıktan sonra Sadri Karan’ın yanında prodüksiyon asistanlığı yaptığını, işinde yavaş yavaş yükselmeye başladığını kaydeden Necdet Kökeş, “Muhsin Ertuğrul da Almanya’da öyle başlamış. Işık, set, kamera asistanlığından sonra film çekmiş” diye gururla anlattı.  
          Yılmaz Güney, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Eşref Kolçak gibi o zamanın jönleri arasında kıskançlık yaşandığına hiç şahit olmadığını beliren Kökeş, “Çünkü Ayhan Işık hepsinden yaşlıydı, hem de kıdemliydi. Eskiler Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Kemal Sunal falan hep Ayhan Abi derdi. Kırıcı bir söz birbirlerine söylemezlerdi. Ayhan Abi film setlerinde hiç sinirlenmezdi, sanırım içine atardı. Ölümü de o nedenle olabilir” dedi.
           Türk filmlerden sonra ecnebi filmlerinde de rol aldığını öğrendiğimiz Necdet Kökeş, entelektüelliğini, bilgisini bizimle paylaşmaktan büyük bir keyif aldı. Biz de onun anlattıklarından:
           “Siz şanslısınız bana denk geldiniz. Size şunu da anlatayım: Nazım Hikmet, Muhsin Ertuğrul, Vala Nurettin Rusya’da buluşuyorlar. Sonra Nazım Hikmet, Vala Nurettin yurda dönüyorlar. Muhsin Ertuğrul Rusya’da bir sene çalışıyor. Dönüp geliyor 1926’da filmleri çekmeye başlıyor: “Familya”, “Spartaküs 2”, “Beş Dakika”… Üç tane film çekiyor. Niye Spartaküs 2 diyorum. Çünkü 1926’dan önce Birinci Spartaküs’ü İtalyanlar çekmiş. İkinci Spartaküs’ü Muhsin Ertuğrul çekiyor. Üçüncü Spartaküs’ü 1936’da Ruslar çekiyor. 1952’de de Amerika’da çekiliyor.
          Nazım Hikmet de 15 film çalışmış. Bunlardan bir bölümüne Nazım Hikmet tek başına reji asistanlığı yapmış. Bazı senaryoları Muhsin Ertuğrul’a vermiş… Hatta yasaklı dönemlerde ismi de ‘Nazım Hikmet Ran Mümtaz Osman’ diye geçiyormuş. Bazılarında Mümtaz Osman diye kullanıyormuş… 1934-37 arasında üç tane kısa film çekiyor. 1934’te ‘Jiverber’, 1937’de de ‘Güneşe Doğru’ filmini çekiyor. 1941’de de hapishaneden ‘Kahveci Güzeli’ filminin senaryosunu gönderiyor M. Ertuğrul’a… Rejisör Muhsin Ertuğrul, başrol oyuncu da Münir Nurettin Selçuk. Çocukken Adana’da annemler ‘Seni Kahveci Güzeli’ filmine götüreceğiz’ derlerdi.  Nazım Hikmet üç kısa filmin yanında iki de film çekmiş. Birçok senaryo yazmış.
         Ben Nazım Hikmet’le ilgili çok kaynaktan faydalandım. Ben de bir sürü sinemayla ilgili belge, resim ve 400 kadar afiş var. Tarih bilgileri de bende… Bilgim fena değil galiba?”
         Sohbetimizin sonlarına doğru “Türk sinemasında ne zamanda sonra geriye gitme yaşandı?” diye sordum Kökeş’e:
         “Film kalitesi ve geriye gitme diye adlandıramayız Türk sinemasını. Eskiden siyah beyaz filmlerle dalga geçiliyordu. Şimdi o filmlerle ilgili üniversitelerden rektörler, profesörler öğrenciler gönderiyorlar… Üniversite talebeleri hocalarından ödev aldıkları zaman hocaları diyorlarmış ki, ‘Siz Yeşilçam’a gittiğiniz zaman direkt Sinema Oyuncuları Derneği’ne gidiniz. Hiçbir kuruma gitmeyin. Bu tarih bilgisinin kaynağını ancak SODER’den alırsınız…” 
         Kökeş, çok çalıştığını, çok kazandığını, kazandıklarını harcadığını, hiçbir şirketten alacağının kalmadığını vurguladı. “Evli misiniz? Çoluk çocuk var mı?” diye sorduğumda ise gülerek “Orayı karıştırmayalım” dedi.
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu-Sakip Bayhan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder