13 Temmuz 2015 Pazartesi

KÖY ENSTİTÜLÜ FİKRET CAN...

                                                          Fikret Can
        Tatil dönüşü Burhaniye’de bir zeytinyağı fabrikasının bahçesinde Balıkesir-Savaştepe Köy Enstitüsü’nden (1945) mezun Fikret Can ve kızı Nedret Hanım’la tanıştık. 88 yaşında olmasına karşın hâlâ dinç görünen, ancak biraz “huysuzluğu” ile kızı Nedret Hanım’ı yoran Fikret öğretmenle fabrika bahçesinde başladığımız sohbetimize 1978’den beri ikamet ettiği Sunar Sitesi’nde devam ettik. 
        Fikret öğretmen, Sunar Sitesi’nde Bahri Savcı, Halit Çelenk, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, İlhami Soysal, Ruhi Su gibi Türkiye’nin nadir yetiştirdiği kişilerle komşuluk yaptığını, ama şimdi hiç birinin hayatta olmadığını üzülerek anlattı.
        Fikret öğretmen,  İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda Savaştepe Köy Enstitüsü’ne hasta olan bir öğrencinin yerine kaydolduğunu, ancak bir süre sonra hasta öğrencinin iyileşip sınıfa döndüğünü söylerken hâlâ o günü yaşıyormuş gibiydi:
        “İkinci Dünya Savaşı yılları bir tek fazla sandalye yok. Yerine yazıldığım arkadaş geldi yerime oturdu. Çok üzüldüm; ‘Ben ölürüm de buradan gitmem. Arkadaşlar arkamdan teneke çalarlar’ dedim. Ve okulda kaldım. Bizden önce (1940’ta) girenler 40 kişiydi, biz 210 kişiydik. Okul mevcudu toplam 250 kişiydi. Sonra bu okul bin öğrenci mezun verdi. İlk mezunlarını da 1944’te verdi, ben 1945 Ekim mezunuyum.  Ocak ayında staj gördüm, aynı yıl Ekim ayında da Balıkesir-Danişment Ören Köyü’nde öğretmenliğe başladım.”
        Gittiği derme-çatma köy okulunu köylülerin yaptığını, ancak tek gözlü sınıfta sıra, tahta ve masanın bulunmadığını ifade eden Fikret Öğretmen şöyle devam etti:
       “Elim keser, testere tutardı. Ben aynı zamanda marangozdum. Köy Enstitüsü’nde demircilik, inşaat, marangozluk branşı vardı. Ben marangozluktan mezun oldum. Sınıfa 45 çocuk aldım. Yaşı geçmiş 12 yaşındaki çocukları bile kaydettim. Muhtara kireç aldırdım sınıfı badana yaptık. Tahta aldırdım masa, sıra yaptım. Kontrplak aldırdım üzerine yumurta sürdüm kara tahta yaptım.”
         20 lira maaşla 45 çocuğa okuturken Fikret öğretmene Milli Eğitim’den bir emir gelir; “Kadınları da okutacaksın!”. Fikret Öğretmen 25-30 yaşındaki kadınlara da okuma-yazma öğretmeye başlar. Ardından “Gençleri de okutacaksın!” emri gelir. Bu kez akşamları geç saatlere kadar gençleri okutur. Çünkü gündüz hepsinin işi-gücü vardır. Ders bitince de gençler kendisinden “talim yaptırmasını” isterler. Fikret Öğretmen, askerliğini henüz yapmadığı için “olmaz” dese de 17-18 yaşlarındaki gençlere dinletemez, köy enstitüsünden gördüklerini gençlere uygulatır.
         Askere giden gençlerden birisi; “Öğretmenim iyi ki bizi okuttunuz, burada okuma yazma bilmeyenleri palaska ile dövüyorlar. Sayenizde dövülmeden askerlik yapıyoruz” diye mektup yazar. Askerli bitiminde de kendisine bir çakı hediye olarak getirir.
         
                                     “BENİM HERİF KAZIKLA DÖVÜYOR”

         Bir gün de köylü bir kadın okula gelmez. Ertesi gün geldiğinde Fikret öğretmen tahtadaki harfleri göstermek için kullandığı çubuğu kadına doğru uzatarak; “Dün niye gelmedin? Aç bakayım avucunu!” diye şaka yapar. Kadın itirazsız elini uzatırken; “Muallim Bey senin sopan ne incecik! Benim herif sövenle (sınır belli olsun diye tarlaların kenarına çakılan kazık) dövüyor, ardından da ‘hadi bakayım tarlaya’ diyor” deyince ağzı açık kalır.
         Fikret Öğretmen, Savaştepe Köy Enstitüsü’nde okurken ellerinde mandolin, ceplerinde kitap olmadığı zaman öğretmenlerden azar işittiklerini, Yunan klasiklerini okuduklarını ve öğretmenlerinin kendilerinden okuyup okumadıklarını ispatlamaları için de özetlerini istediklerini anlattı. Fikret Öğretmen, piyeslere de önem verdiklerini belirterek,  Bergama’da Sofokles tarafında yazılan Yunan tragedyası  “Kral Oedipus”u sahnelediklerini ve büyük beğeni aldıklarını de sözlerine ekledi.
         Ya bugünkü eğitim sistemi! Nereden Nereye…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder