4 Aralık 2023 Pazartesi

BİR BÜYÜĞÜMÜZÜN ARDINDAN...

 

                                             (Ateş Nesin (solda), Mustafa Geniş)

Her yıl, eskilerin söylemiyle “Zemheri” ayı yaklaştıkça tüm bedenimi bir korku bürür; “Bu yıl ölüm sırası hangi büyüğümüzde” diye… 

Ne yazık ki son yıllarda anne ve öteki yakınların kaybından sonra dün (3 Aralık 2023 Pazar günü) de İstanbul’dan son büyüğümüz Mustafa dayımın ölüm haberini aldım.

Şimdi size akrabalar arasında “ilklere” imza atan Mustafa dayımı kısaca anlatayım; daha uzununu yazmakta olduğum kitapta anlatacağım.

Dayım, 40’lı yılların sonlarına doğru, askerlik öncesi İstanbul’a ayak basıyor. Babası, yani dedem Adil’in ardından İstanbul’a geliyor. O da dedelerim ve akrabalarım gibi askeri fırınlarda çalışmaya başlıyor. Tophane Askeri Fırını’nda çalışan akrabaları ve hemşerileriyle Beyoğlu-Taksim, Eminönü ve Topkapı bölgesini gezip tozuyor.

Sadece gezip tozmakla kalmıyor, Kasımpaşa Güreş Kulübü’nde güreş de yapıyor. Avrupa’ya giden orada başarılı dereceler elde eden arkadaşları Yaşar Doğu ve Celal Atik gibi olabileceği söylenen güreş sevdalısı dayım, şimdilerde adına tüberküloz dediğimiz verem hastalığına yakalanıyor.

İstanbul’da bekâr hayatı yaşadığı için yeme içme konusunda sıkıntı yaşıyor. Doktorların tavsiyesi ile memleketi olan Erzincan’a geri dönmek zorunda kalıyor.

Fakat, köyünde fazla kalamıyor. Kendisini biraz toparladıktan sonra tekrar İstanbul’a geliyor. Eski çalıştığı Tophane Askeri Fırını’na geri dönüyor. Usta olarak çalışan bir hemşerisinin vasıtasıyla Aziz Nesin’in kayınvalidesi ile tanışıyor. Böyle bir tanışmanın sonrası Aziz Nesin’in “Marko Paşa”, “Malum Paşa” dergilerinin tiryakisi oluyor.

Beyoğlu-Boğazlıyan’da bir evde yaşayan Aziz Nesin’in ailesine kendisini sevdiriyor; güvenlerini kazanıyor. Kızları Oya ile Ateş’i gezdirme, sinemaya götürme görevi veriliyor.

Aziz Nesin’in ilk eşi Vedia Hanım çok güzel bir kadındır. Bir gün tramvayda bir ayakkabıcının tacizine uğrar. O zaman bu olay günlerce konuşulur.


                          ATEŞ NESİN’LE TANIŞMA

Yıllar sonra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (TGC) görev yaparken, bir kokteylde Ateş Nesin’le tanıştım. Aslında Ateş Nesin de ben de TGC’nin yayın organı “Bizim Gazete”de haftada bir köşe yazısı yazıyorduk. Ben medyada olup bitenleri yazıyordum, Ateş Nesin “Zoka” başlığı altında taşlama yazıları yazıyordu, ama yakından tanışmıyorduk.

Ateş Nesin, aynı zamanda bir turizm firmasında İtalyanca bildiği için (İtalyan lisesinde okumuş, yüksek öğrenimini de İtalya’da yapmış) turistlere rehberlik yapıyordu. Hemen hemen her hafta köşe yazılarının çıktığı gazeteyi almak için TGC’ye geliyor, mutlaka bana da uğruyordu. Gelemediği zamanlar ise gazetesini ayırıyordum…

Ateş Nesin’e, 1980 Askeri darbe öncesi babasının Esenler-Çiftehavuzlar Mahallesi’nde muhtar olan dayımın yanına geldiğini, mahalledeki iki arsasını dayımın kızlarına sattığını anlattım. Ateş Nesin, çocukken kendisini ve ablasını gezmeye götüren dayım Mustafa’yı tanımak istediğini söyledi. Olur dedim ve dayım ile Ateş Nesin’i 1 Ocak 2008 tarihinde Şişli Camii’nin karşısındaki bir kafede bir araya getirdim.

Dayım bana anlattıklarının daha fazlasını Ateş Nesin’e anlattı. Hatta Kasımpaşa Güreş Kulübü’nde güreş sporu yaparken çektirdiği siyah-beyaz fotoğrafını da gösterdi. Dayım Aziz demezdi, Erzincan yöresi şivesinden olsa gerek Aziz’e “Eziz” derdi:

“Eziz Nesin’in ilk kaynanası Kemah Çimişkedek köyünden Melehat hanımdı. Melehat hanım yakın köylümüz Manklı Mustafa Bahçecik ile evliydi. Ya da birlikte yaşıyordu. Ben de Mustafa usta da Tophane’deki Levazım Amirliği’nin ekmek fırınında çalışıyorduk. Vedia hanımın kardeşi Azmi bey, Vedia hanım, sen ve ablan Oya, Boğazkesen Çiçek sokakta ahşap bir binanın ikinci katında Melahat hanımın kiraladığı bu evde oturuyordunuz. Vedia hanım dünya güzeli bir kadındı. Görülmemiş bir güzelliği vardı.

Eziz Nesin üsteğmenken askerlikten ayrıldı. Ayrılmasaydı yüzbaşı olacaktı. Askerlikten ayrıldıktan sonra Marko Paşa gazetesini çıkarıyordu. Ben hep Marko Paşa okuyordum. Niye okuyordum? Çünkü siyasete çok dokunduruyordu. Bir gün Vedia hanıma Eziz beyin ne zaman geleceğini sordum. Daha resmen ayrılmamışlardı. Ama Eziz beyin babası dindar bir insanmış, oğlunun Vedia hanımla görüşmesini istemiyormuş. Çünkü Vedia hanım başı açık ve kısa kollu giysiler giyerdi.

Bir gün Vedia hanıma ısrar ettim, yalvardım; ‘Ne olursun bir gün beni Eziz Bey’le tanıştır, yazılarını çok beğeniyorum, geldiğinde bana göster’ dedim.

‘Tamam’ dedi annen. Babanın geleceği gün ben sokakta oyalandım. Eziz bey geldi, kapıdan içeri girdi. Sonra da ben yeni gelmiş gibi içeri girdim. Beni Eziz beyle tanıştırdı. Eziz beye yazılarını çok beğendiğimi, devamlı okuduğumu söyledim. O arada annen de kendisine getirdiğim gazeteleri getirip gösterdi. Annen; ‘Ben de senin yazılarını Mustafa’nın getirdiği dergiden okuyorum’ dedi.

Böyle diyince Eziz Nesin beni gözlerimden öptü, teşekkür etti; “Herkes bu gazeteyi senin gibi okusa beni kimse tutamaz’ dedi.”

Dayım, o gün Melahat Hanım ve kızı Vedia hanımın Ateş ve Oya’yı gezdirmesi konusunda Aziz Nesin’in bir diyeceğinin olup olmadığını sormaları üzerine bir sakıncası olmadığını söylediğini, o izinden sonra iki kardeşi parka ve sinemaya götürdüğünü, hatta ilk gidişlerinde Melahat hanım ile Vedia hanımın da kendilerine eşlik ettiğini anlattı.

Dayım Mustafa bu görüşmelerinin yapıldığı yılın 1949 yılı olması gerektiğini, zira Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü’nün başta olduğunu söyledi. Dayım, Aziz Nesin’e, “Neden Vedia hanım burada kalıyor” diye sorduğunu da dile getirdiğini, Nesin’in; “Babam istemiyor. Vedia’dan ayrıldığımı biliyor. Benim buraya geldiğimi bilse bana da kızar. Ondan gizli geliyorum” diyor.


                                           DAYI GÜREŞ KULÜBÜNDE

Dayım Mustafa, bana daha önce anlattığı gibi Ateş Nesin’e de Kasımpaşa Güreş Kulübü’nde hastalanarak nasıl ayrıldığını anlattı:

“Ben hasta oldum. Akciğerlerimden rahatsızlandım. İçkiden akciğerimde siyah bir nokta bulundu. Dr. Mehmet Dedeoğlu; ‘Fransa’ya gidemezsin’ dedi ve ben gidemedim. Kasımpaşa Spor Kulübü’nden ayrıldım. Hastalanmasaydım Fransa’da düzenlenen olimpiyatlara gidecektim. Yaşar Doğu, Tekirdağlı Hüseyin, Celal Atik vardı. Tekirdağlı Hüseyin, Yaşar Doğu, Ali Yücel, grekoromende dünya şampiyonu olmuşlardı. Bana çok değer veriyorlardı. Yaşar Doğu, beni gördüğü zaman gözlerimden öperdi; ‘Bunu fazla hırpalamayın, vücudu narin. Benim yerimi tutacaksın, inşallah gözüm görecek’ derdi.”

Babamın ve köylümüz Raşit’in de haftada bir 15 günde bir Kasımpaşa Güreş Kulübü’ne kendisini izlemeye gittiklerini de vurgulayan dayım, sonra çok kötü bir vaziyette 1950 senesinin Mart ayında Erzincan’a köyüne gittiğini anlattı:

“Refahiye’deki köyümde bir buçuk sene kaldım. Sonra asker oldum Hadımköy’e geldim. Askerdeyken Melahat Abla’nın Boğazkesen’de oturduğu eve ziyaretine gideyim dedim. Evin kapısına vardım kapı kilitliydi. Yeni evini öğrendim yine Boğazkesen’de ikinci katta bir evde oturuyordu. Ziline bastım, cevap veren olmadı. Orada komşularından birisi; ‘şimdi gelir’ dedi. Komşusuna; ‘Oğlun Mustafa Geniş geldi dersin’ dedim. Askerlik sonrası Melehat Hanıma bir daha uğradım yine göremedim.

Manklı hemşerimiz olan kocası Mustafa Bahçeci sonra köye gitti köyde öldü. Deden Dursun da Tophane’deki Askeri Fırın’da çalışıyordu. Bana çok kızıyordu; ‘Mustafa Bahçeci senin paralarını yiyor’ diyordu. Mustafa Bahçeci çok güzel uzun hava türkü söylerdi. O söylediği zaman ben ağlardım. Kendisiyle çok muhabbet ederdik.”

Dayım, Askeri Fırın’ın ustabaşısı Kemal’in de Kemah’ın Ihtik köyünden olduğunu, dedem Dursun’u çok sevdiğini, dedemin kendisine “Beybaba” diye hitap ettiğini bana dönerek söyledi:

“Ustabaşı Kemal ben işe geç gitsem bile deden hatırı için bana ses çıkarmazdı. O zaman hepimiz fırında yatıp kalkıyorduk.”

           

                       VEDİA HANIMIN GÜZELLİĞİ

Dayım Mustafa, Vedia Hanım’ın güzelliğini ve o güzelliğinin başına neler getirdiğini de şöyle anlattı:

“Vedia hanım Beşiktaş’ta tramvaya biniyor. Yanına Karaköy’de ayakkabıcılık yapan birisi oturuyor. Ayakkabıcı tramvayda Vedia hanıma sarkıntılık yapıyor. Burnundan ısırıyor. Vedia hanım şikâyetçi oluyor. Mahkeme başkanı hâkim, sanığı azarlıyor; ‘Niye böyle bir şey yaptın’ diye… Sanık, hâkime diyor ki; ‘Hâkim bey sizde bu kadına dikkatli bakın. Çok güzeldi dayanamadım, sarkıntılığı yaptım’ diyince hâkim adamı bir güzel azarlıyor, adamı hapse atıyor.”

Dayım, Aziz Nesin’in 1980 öncesi Güngören’e bağlı olan daha sonra Esenler’e bağlanan Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki iki arsasını almak için çok uğraştığını da şöyle anlattı:

“Davutpaşa Askeri Fırın’da uzun yıllar ustabaşı olarak çalıştıktan sonra emekli oldum. Muhtarlık seçimlerine girdim, mahalleye muhtar oldum.

Bir gün sabah baktım bir araba benim muhtarlık binasının önünde durdu. Bir emekli albay ile Eziz bey beraber geldiler. Bana; ‘Bu iki arsa benim. Belediye arsamdan nasıl yol vurabilir. Hem de tapulu arsalarımın içinden… Eziz bey beni tanımadı. Ben tanıdım ama sesimi çıkarmadım. Sonra; ‘Haberim yok’ dedim. ‘O zaman sen bizimle beraber belediyeye geleceksin’ dedi. Hay hay gidelim dedim.”

Hep birlikte belediyeye giderler. Belediyeden içeri girer girmez çalışanlar Aziz Nesin’in etrafını sararlar. Mustafa dayım da avukatın odasına geçer. Avukat; ‘Mustafa abi Aziz Nesin gelmiş, onu görelim’ der. Mustafa dayım; ‘Onu ben getirdim’ diyip beraber Aziz Nesin’in olduğu belediye salonuna geçerler. Dayıma; ‘Allah senden razı olsun, Aziz beyi nereden buldun getirdin’ diyorlar.

                 AZİZ NESİN'NDEN ARSA ALMA

O ana kadar Mustafa dayım kendisini tanıtmıyor, tanıtmamasının nedeni de o iki arsanın arasına yolu kendisi açtırmış… O yüzden kendisinin yolu açtırdığını söylemiyor. Aziz Nesin, belediyeyi mahkemeye vereceğini falan söylüyor. O zamanki Güngören Belediye Başkanı Baki Durmuş, “Hocam beni niçin mahkemeye veriyorsunuz. Yolu senin arsaların arasında vuran seni getiren, yanında oturan adam, muhtar.. Hep sizden bahsediyordu” demez mi?   

Aziz Nesin, döner yanında oturan Mustafa dayıyı süzmeye başlar:

-Muhtar, niye muhtarlıktayken söylemedin, der.

Dayım hemen kendisini tanıtır:

-Ben seni Tophane’den tanıyorum. Subayken, gazeteciyken tanıyorum. Adım Mustafa Geniş…

Aziz Nesin elini uzatır, Mustafa dayı uzatılan eli öper. Melahat hanımdan, Vedia hanımdan, kızı Oya, oğlu Ateş’ten, Marko Paşa’dan, Malum Paşa’dan bahseder. Dayım bunları söyleyince Aziz Nesin sakinleşir:

- O arsaları satacağım. Çatalca’da vakıf kurdum, diye söyler.

Dayım da:

-O zaman o arsaları bana sat, ben alayım, der.

Aziz Nesin:

-Tamam vereyim. Avukatımla görüş. Ben mahkemeye gitmekten vazgeçtim. Çatalca’ya gelin. Yola da karışmıyorum, diyip belediyeden ayrılırlar…

Dayım küçük kızı Sehel’i de yanına alarak Çatalca’nın yolunu tutar. Fiyat konusunda anlaşırlar. Çatalca’daki yetim çocuklar için alınan Vakıf arazisinde arı kovanlarını görür. Mustafa dayı bakımından anladığı için arılarla ilgili bilgiler verir.

Aziz Nesin, Vakfı yetim çocuklar için yaptığını, arsalardan aldığı parayı da bu vakfa harcayacağını söyler. Dayım o gidişinde Vakıf’ta 22 çocuğun bulunduğunu, Vakıfta başka misafirlerin de olduğunu, kızı Sehel’le yemek yediklerini, büyük kütüphanesini gezdiklerini, sonra da kapıya kadar uğurladığını anlattı.

Aziz Nesin, Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki arsaların değerini öğrenmeleri için orada bulanan iki kadına görev verir. Onlar da daha sonra arsaların değerini öğrenirler. Mustafa dayıyı Laleli’deki avukata yönlendirirler ve arsalar alınır. Arsanın birisi büyük kızı Gülbeyaz’a, birisi de küçük kızı Sehel’e…

Dayım, memlekette ve İstanbul’da kendi çapında ilklere imza atan bir adamdı. Refahiye’de Sarıkoç Köyü İlkokulu’nun köye yapılmasında öncülük etti. İstanbul’da hemşerileri arasında Sağmalcılar’da ilk bakkal dükkânını açtı, ilk “hatlı minibüsü” aldı, kahve ocakları, oturak kahvesi işletti. Davutpaşa Askeri Fırını’nda ustabaşı olarak görev yaparken, köylerinde zor geçinen 72 hemşerisinin işe alınmasını sağladı. 12 Eylül askeri darbesinin en ağır günlerini yaşadı. Bir oğlu hapse atıldı, bir oğlu da İsviçre’de “sol içi şiddete” kurban gitti. Eşinin ardından büyük kızını kaybetti. Yalnız yaşayan dayım 95 yaşında bu dünyadan göçüp gitti.

Bakalım hain zemheri daha kaç kişiyi aramızda alacak…

  (Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder