(Ateş Nesin (solda), Mustafa Geniş)
Her
yıl, eskilerin söylemiyle “Zemheri” ayı yaklaştıkça tüm bedenimi bir korku bürür;
“Bu yıl ölüm sırası hangi büyüğümüzde” diye…
Ne
yazık ki son yıllarda anne ve öteki yakınların kaybından sonra dün (3 Aralık
2023 Pazar günü) de İstanbul’dan son büyüğümüz Mustafa dayımın ölüm haberini
aldım.
Şimdi
size akrabalar arasında “ilklere” imza atan Mustafa dayımı kısaca anlatayım;
daha uzununu yazmakta olduğum kitapta anlatacağım.
Dayım,
40’lı yılların sonlarına doğru, askerlik öncesi İstanbul’a ayak basıyor.
Babası, yani dedem Adil’in ardından İstanbul’a geliyor. O da dedelerim ve
akrabalarım gibi askeri fırınlarda çalışmaya başlıyor. Tophane Askeri
Fırını’nda çalışan akrabaları ve hemşerileriyle Beyoğlu-Taksim, Eminönü ve
Topkapı bölgesini gezip tozuyor.
Sadece
gezip tozmakla kalmıyor, Kasımpaşa Güreş Kulübü’nde güreş de yapıyor. Avrupa’ya
giden orada başarılı dereceler elde eden arkadaşları Yaşar Doğu ve Celal Atik
gibi olabileceği söylenen güreş sevdalısı dayım, şimdilerde adına tüberküloz
dediğimiz verem hastalığına yakalanıyor.
İstanbul’da
bekâr hayatı yaşadığı için yeme içme konusunda sıkıntı yaşıyor. Doktorların
tavsiyesi ile memleketi olan Erzincan’a geri dönmek zorunda kalıyor.
Fakat,
köyünde fazla kalamıyor. Kendisini biraz toparladıktan sonra tekrar İstanbul’a
geliyor. Eski çalıştığı Tophane Askeri Fırını’na geri dönüyor. Usta olarak
çalışan bir hemşerisinin vasıtasıyla Aziz Nesin’in kayınvalidesi ile tanışıyor.
Böyle bir tanışmanın sonrası Aziz Nesin’in “Marko Paşa”, “Malum Paşa”
dergilerinin tiryakisi oluyor.
Beyoğlu-Boğazlıyan’da
bir evde yaşayan Aziz Nesin’in ailesine kendisini sevdiriyor; güvenlerini
kazanıyor. Kızları Oya ile Ateş’i gezdirme, sinemaya götürme görevi veriliyor.
Aziz
Nesin’in ilk eşi Vedia Hanım çok güzel bir kadındır. Bir gün tramvayda bir
ayakkabıcının tacizine uğrar. O zaman bu olay günlerce konuşulur.
ATEŞ
NESİN’LE TANIŞMA
Yıllar sonra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (TGC) görev yaparken, bir kokteylde Ateş Nesin’le tanıştım. Aslında Ateş Nesin de ben de TGC’nin yayın organı “Bizim Gazete”de haftada bir köşe yazısı yazıyorduk. Ben medyada olup bitenleri yazıyordum, Ateş Nesin “Zoka” başlığı altında taşlama yazıları yazıyordu, ama yakından tanışmıyorduk.
Ateş
Nesin, aynı zamanda bir turizm firmasında İtalyanca bildiği için (İtalyan
lisesinde okumuş, yüksek öğrenimini de İtalya’da yapmış) turistlere rehberlik
yapıyordu. Hemen hemen her hafta köşe yazılarının çıktığı gazeteyi almak için
TGC’ye geliyor, mutlaka bana da uğruyordu. Gelemediği zamanlar ise gazetesini
ayırıyordum…
Ateş
Nesin’e, 1980 Askeri darbe öncesi babasının Esenler-Çiftehavuzlar Mahallesi’nde
muhtar olan dayımın yanına geldiğini, mahalledeki iki arsasını dayımın
kızlarına sattığını anlattım. Ateş Nesin, çocukken kendisini ve ablasını
gezmeye götüren dayım Mustafa’yı tanımak istediğini söyledi. Olur dedim ve
dayım ile Ateş Nesin’i 1 Ocak 2008 tarihinde Şişli Camii’nin karşısındaki bir
kafede bir araya getirdim.
Dayım
bana anlattıklarının daha fazlasını Ateş Nesin’e anlattı. Hatta Kasımpaşa Güreş
Kulübü’nde güreş sporu yaparken çektirdiği siyah-beyaz fotoğrafını da gösterdi.
Dayım Aziz demezdi, Erzincan yöresi şivesinden olsa gerek Aziz’e “Eziz” derdi:
“Eziz
Nesin’in ilk kaynanası Kemah Çimişkedek köyünden Melehat hanımdı. Melehat hanım
yakın köylümüz Manklı Mustafa Bahçecik ile evliydi. Ya da birlikte yaşıyordu. Ben
de Mustafa usta da Tophane’deki Levazım Amirliği’nin ekmek fırınında
çalışıyorduk. Vedia hanımın kardeşi Azmi bey, Vedia hanım, sen ve ablan Oya, Boğazkesen
Çiçek sokakta ahşap bir binanın ikinci katında Melahat hanımın kiraladığı bu
evde oturuyordunuz. Vedia hanım dünya güzeli bir kadındı. Görülmemiş bir
güzelliği vardı.
Eziz
Nesin üsteğmenken askerlikten ayrıldı. Ayrılmasaydı yüzbaşı olacaktı.
Askerlikten ayrıldıktan sonra Marko Paşa gazetesini çıkarıyordu. Ben hep Marko
Paşa okuyordum. Niye okuyordum? Çünkü siyasete çok dokunduruyordu. Bir gün
Vedia hanıma Eziz beyin ne zaman geleceğini sordum. Daha resmen
ayrılmamışlardı. Ama Eziz beyin babası dindar bir insanmış, oğlunun Vedia
hanımla görüşmesini istemiyormuş. Çünkü Vedia hanım başı açık ve kısa kollu
giysiler giyerdi.
Bir
gün Vedia hanıma ısrar ettim, yalvardım; ‘Ne olursun bir gün beni Eziz Bey’le
tanıştır, yazılarını çok beğeniyorum, geldiğinde bana göster’ dedim.
‘Tamam’
dedi annen. Babanın geleceği gün ben sokakta oyalandım. Eziz bey geldi, kapıdan
içeri girdi. Sonra da ben yeni gelmiş gibi içeri girdim. Beni Eziz beyle
tanıştırdı. Eziz beye yazılarını çok beğendiğimi, devamlı okuduğumu söyledim. O
arada annen de kendisine getirdiğim gazeteleri getirip gösterdi. Annen; ‘Ben de
senin yazılarını Mustafa’nın getirdiği dergiden okuyorum’ dedi.
Böyle
diyince Eziz Nesin beni gözlerimden öptü, teşekkür etti; “Herkes bu gazeteyi
senin gibi okusa beni kimse tutamaz’ dedi.”
Dayım,
o gün Melahat Hanım ve kızı Vedia hanımın Ateş ve Oya’yı gezdirmesi konusunda
Aziz Nesin’in bir diyeceğinin olup olmadığını sormaları üzerine bir sakıncası
olmadığını söylediğini, o izinden sonra iki kardeşi parka ve sinemaya götürdüğünü,
hatta ilk gidişlerinde Melahat hanım ile Vedia hanımın da kendilerine eşlik
ettiğini anlattı.
Dayım
Mustafa bu görüşmelerinin yapıldığı yılın 1949 yılı olması gerektiğini, zira
Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü’nün başta olduğunu söyledi. Dayım, Aziz Nesin’e,
“Neden Vedia hanım burada kalıyor” diye sorduğunu da dile getirdiğini,
Nesin’in; “Babam istemiyor. Vedia’dan ayrıldığımı biliyor. Benim buraya
geldiğimi bilse bana da kızar. Ondan gizli geliyorum” diyor.
DAYI GÜREŞ KULÜBÜNDE
Dayım Mustafa, bana daha önce anlattığı gibi Ateş Nesin’e de Kasımpaşa Güreş Kulübü’nde hastalanarak nasıl ayrıldığını anlattı:
“Ben
hasta oldum. Akciğerlerimden rahatsızlandım. İçkiden akciğerimde siyah bir
nokta bulundu. Dr. Mehmet Dedeoğlu; ‘Fransa’ya gidemezsin’ dedi ve ben gidemedim.
Kasımpaşa Spor Kulübü’nden ayrıldım. Hastalanmasaydım Fransa’da düzenlenen
olimpiyatlara gidecektim. Yaşar Doğu, Tekirdağlı Hüseyin, Celal Atik vardı.
Tekirdağlı Hüseyin, Yaşar Doğu, Ali Yücel, grekoromende dünya şampiyonu
olmuşlardı. Bana çok değer veriyorlardı. Yaşar Doğu, beni gördüğü zaman
gözlerimden öperdi; ‘Bunu fazla hırpalamayın, vücudu narin. Benim yerimi
tutacaksın, inşallah gözüm görecek’ derdi.”
Babamın
ve köylümüz Raşit’in de haftada bir 15 günde bir Kasımpaşa Güreş Kulübü’ne
kendisini izlemeye gittiklerini de vurgulayan dayım, sonra çok kötü bir
vaziyette 1950 senesinin Mart ayında Erzincan’a köyüne gittiğini anlattı:
“Refahiye’deki
köyümde bir buçuk sene kaldım. Sonra asker oldum Hadımköy’e geldim. Askerdeyken
Melahat Abla’nın Boğazkesen’de oturduğu eve ziyaretine gideyim dedim. Evin
kapısına vardım kapı kilitliydi. Yeni evini öğrendim yine Boğazkesen’de ikinci
katta bir evde oturuyordu. Ziline bastım, cevap veren olmadı. Orada
komşularından birisi; ‘şimdi gelir’ dedi. Komşusuna; ‘Oğlun Mustafa Geniş geldi
dersin’ dedim. Askerlik sonrası Melehat Hanıma bir daha uğradım yine göremedim.
Manklı
hemşerimiz olan kocası Mustafa Bahçeci sonra köye gitti köyde öldü. Deden
Dursun da Tophane’deki Askeri Fırın’da çalışıyordu. Bana çok kızıyordu;
‘Mustafa Bahçeci senin paralarını yiyor’ diyordu. Mustafa Bahçeci çok güzel uzun
hava türkü söylerdi. O söylediği zaman ben ağlardım. Kendisiyle çok muhabbet
ederdik.”
Dayım,
Askeri Fırın’ın ustabaşısı Kemal’in de Kemah’ın Ihtik köyünden olduğunu, dedem
Dursun’u çok sevdiğini, dedemin kendisine “Beybaba” diye hitap ettiğini bana
dönerek söyledi:
“Ustabaşı
Kemal ben işe geç gitsem bile deden hatırı için bana ses çıkarmazdı. O zaman
hepimiz fırında yatıp kalkıyorduk.”
VEDİA
HANIMIN GÜZELLİĞİ
Dayım Mustafa, Vedia Hanım’ın güzelliğini ve o güzelliğinin başına neler getirdiğini de şöyle anlattı:
“Vedia
hanım Beşiktaş’ta tramvaya biniyor. Yanına Karaköy’de ayakkabıcılık yapan
birisi oturuyor. Ayakkabıcı tramvayda Vedia hanıma sarkıntılık yapıyor.
Burnundan ısırıyor. Vedia hanım şikâyetçi oluyor. Mahkeme başkanı hâkim, sanığı
azarlıyor; ‘Niye böyle bir şey yaptın’ diye… Sanık, hâkime diyor ki; ‘Hâkim bey
sizde bu kadına dikkatli bakın. Çok güzeldi dayanamadım, sarkıntılığı yaptım’
diyince hâkim adamı bir güzel azarlıyor, adamı hapse atıyor.”
Dayım, Aziz Nesin’in 1980 öncesi Güngören’e bağlı olan daha sonra Esenler’e bağlanan Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki iki arsasını almak için çok uğraştığını da şöyle anlattı:
“Davutpaşa
Askeri Fırın’da uzun yıllar ustabaşı olarak çalıştıktan sonra emekli oldum.
Muhtarlık seçimlerine girdim, mahalleye muhtar oldum.
Bir
gün sabah baktım bir araba benim muhtarlık binasının önünde durdu. Bir emekli
albay ile Eziz bey beraber geldiler. Bana; ‘Bu iki arsa benim. Belediye
arsamdan nasıl yol vurabilir. Hem de tapulu arsalarımın içinden… Eziz bey beni
tanımadı. Ben tanıdım ama sesimi çıkarmadım. Sonra; ‘Haberim yok’ dedim. ‘O
zaman sen bizimle beraber belediyeye geleceksin’ dedi. Hay hay gidelim dedim.”
Hep
birlikte belediyeye giderler. Belediyeden içeri girer girmez çalışanlar Aziz
Nesin’in etrafını sararlar. Mustafa dayım da avukatın odasına geçer. Avukat;
‘Mustafa abi Aziz Nesin gelmiş, onu görelim’ der. Mustafa dayım; ‘Onu ben
getirdim’ diyip beraber Aziz Nesin’in olduğu belediye salonuna geçerler. Dayıma;
‘Allah senden razı olsun, Aziz beyi nereden buldun getirdin’ diyorlar.
AZİZ NESİN'NDEN ARSA ALMA
O ana kadar Mustafa dayım kendisini tanıtmıyor, tanıtmamasının nedeni de o iki arsanın arasına yolu kendisi açtırmış… O yüzden kendisinin yolu açtırdığını söylemiyor. Aziz Nesin, belediyeyi mahkemeye vereceğini falan söylüyor. O zamanki Güngören Belediye Başkanı Baki Durmuş, “Hocam beni niçin mahkemeye veriyorsunuz. Yolu senin arsaların arasında vuran seni getiren, yanında oturan adam, muhtar.. Hep sizden bahsediyordu” demez mi?
Aziz
Nesin, döner yanında oturan Mustafa dayıyı süzmeye başlar:
-Muhtar,
niye muhtarlıktayken söylemedin, der.
Dayım
hemen kendisini tanıtır:
-Ben
seni Tophane’den tanıyorum. Subayken, gazeteciyken tanıyorum. Adım Mustafa
Geniş…
Aziz
Nesin elini uzatır, Mustafa dayı uzatılan eli öper. Melahat hanımdan, Vedia
hanımdan, kızı Oya, oğlu Ateş’ten, Marko Paşa’dan, Malum Paşa’dan bahseder.
Dayım bunları söyleyince Aziz Nesin sakinleşir:
-
O arsaları satacağım. Çatalca’da vakıf kurdum, diye söyler.
Dayım
da:
-O
zaman o arsaları bana sat, ben alayım, der.
Aziz
Nesin:
-Tamam
vereyim. Avukatımla görüş. Ben mahkemeye gitmekten vazgeçtim. Çatalca’ya gelin.
Yola da karışmıyorum, diyip belediyeden ayrılırlar…
Dayım
küçük kızı Sehel’i de yanına alarak Çatalca’nın yolunu tutar. Fiyat konusunda
anlaşırlar. Çatalca’daki yetim çocuklar için alınan Vakıf arazisinde arı
kovanlarını görür. Mustafa dayı bakımından anladığı için arılarla ilgili
bilgiler verir.
Aziz
Nesin, Vakfı yetim çocuklar için yaptığını, arsalardan aldığı parayı da bu
vakfa harcayacağını söyler. Dayım o gidişinde Vakıf’ta 22 çocuğun bulunduğunu,
Vakıfta başka misafirlerin de olduğunu, kızı Sehel’le yemek yediklerini, büyük
kütüphanesini gezdiklerini, sonra da kapıya kadar uğurladığını anlattı.
Aziz
Nesin, Çiftehavuzlar Mahallesi’ndeki arsaların değerini öğrenmeleri için orada
bulanan iki kadına görev verir. Onlar da daha sonra arsaların değerini
öğrenirler. Mustafa dayıyı Laleli’deki avukata yönlendirirler ve arsalar
alınır. Arsanın birisi büyük kızı Gülbeyaz’a, birisi de küçük kızı Sehel’e…
Dayım,
memlekette ve İstanbul’da kendi çapında ilklere imza atan bir adamdı.
Refahiye’de Sarıkoç Köyü İlkokulu’nun köye yapılmasında öncülük etti.
İstanbul’da hemşerileri arasında Sağmalcılar’da ilk bakkal dükkânını açtı, ilk
“hatlı minibüsü” aldı, kahve ocakları, oturak kahvesi işletti. Davutpaşa Askeri
Fırını’nda ustabaşı olarak görev yaparken, köylerinde zor geçinen 72
hemşerisinin işe alınmasını sağladı. 12 Eylül askeri darbesinin en ağır
günlerini yaşadı. Bir oğlu hapse atıldı, bir oğlu da İsviçre’de “sol içi
şiddete” kurban gitti. Eşinin ardından büyük kızını kaybetti. Yalnız yaşayan
dayım 95 yaşında bu dünyadan göçüp gitti.
Bakalım
hain zemheri daha kaç kişiyi aramızda alacak…
(Yazı
ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder