Çocukluğumun
ve gençliğimin geçtiği Çiftahavuzlar’a her gittiğimde bir anıyla dönüyorum; son
kez gittiğimde de öyle oldu. Şöyle ki Çiftehavuzlar Parkı’nda güneşi
karşılarına alarak sohbet eden Mustafa (Geniş) dayım ile yaklaşık 70 yıllık
arkadaşı ve hemşerisi Cemil Naçar’a rastladım. Dayı ile Cemil Amca’nın 1974
yılında yaşadıkları hoş anılarını başkalarından hep duyuyordum, ama
kendilerinden bizzat dinlemek bir türlü nasip olmuyordu. Hazır fotoğraf makinem
de yanımdayken bu anılarını kendi ağızlarından dinlemek istedim. Önce
Erzincan-Refahiye’de babası ilk kamyon sahiplerinden birisi olan ve kendisinin
de babası gibi iyi bir şoför olduğu söylenen Cemil Amca’ya:
- Cemil Amca ikinizi bir arada bulmuşken şu
‘Füze pavyonu’ hikâyesini bir anlatır mısın? dedim.
Anlatma
konusunda dayım daha istekli idi, ama sözü önce Cemil Amca aldı:
- Kamyonla
Taşlıtarla’dan Edirnekapı’ya geldik. Trafik polisleri çevirdi. Arabacı Sait
polisleri görünce ‘Hep ileri’ diye laf attı, diye devam ederken söze Mustafa
Dayı karıştı:
- Bu
karıştırıyor, dur ben doğrusunu anlatayım, deyip Cemil Amca’nın sözünü kesti. Sert
güneş ışıklarından dolayı bazen bir gözünü bazen de öteki gözünü kapatarak dayım
başladı anlatmaya:
- O zaman cebimizde para çok. Haftanın üç dört
günü şimdiki Küçükçekmece Belediyesi’ne varmadan rampadaki Füze Pavyonu’na
gidiyorduk. Hem de bu Cemil’in kamyonu ile…
Bir
gün de kalabalık gittik. Giderken şoförle beraber üç kişi önde, dört kişi de
kasaya bindik öyle gittik. Füze Pavyonu’nda adını şimdi çıkaramadığım
Erzincanlı bir hemşerimiz çok güzel türküler söylüyordu. Zaman zaman söylediği türkülere biz de eşlik ediyorduk. Hele söylediği uzun havalar bizi mest ediyordu. Büyük yeni rakı şişelerinden birisi boşalıyor, öteki geliyordu... Ne kadar içtiğimizi hiç
birimiz hatırlamıyoruz. Gece yarısı pavyondan çıkıp eve geleceğiz, ama kamyona
nasıl bindik, hiçbir şey hatırlamıyorum, dedi.
Burada
Cemil Amca söze karıştı:
- Bundan
sonrasını bana bırak. Ben araba kullanacağım için bunlar kadar içmemiştim.
Pavyondaki görevli çocuklar bunları karga tulumba getirdi hiç birisi kamyonun
kasasına binmek istemiyordu. Benimle beraber yedi kişiydik.
Burada
söze ben karıştım:
- Kimler
vardı, adlarını hatırlıyor musun?
- Dur
bakayım, çok yıl oldu, bazılarını unuttum. Hatırlayabildiklerim; Sivaslı Sait
bir, Mustafa Abi iki, Arabacı Sait üç, Didi Yaşar dört, Kara Cemal beş, Muhtar
Cemal altı bir kişi daha vardı ama onu şimdi çıkaramıyorum, dedi.
- Kel Binali
Ağabey olabilir mi? dedim.
Mustafa
Dayım tekrar söze girdi:
-
Yeğenim Binali ile hiç gitmedim, o değildi, Düdükçü Kamil olabilir, dedi.
- Neyse
Cemil Amca sen devam et, dedim.
Cemil
Amca, kaldığı yerden devam etti:
- Pavyon görevlileri beni şoför
mahalline oturttu:
-
Götürebilir misin bunları? dediler.
ŞOFÖR MAHALLİNDE YEDİ KİŞİ
-
Tabii götürürüm, dedim. Ben şoför mahalline geçtim kamyonu çalıştırdım.
Görevliler üç kişiyi yanıma oturttu. Birisi Mustafa Abi idi. Diğer dört kişiyi
de kamyonun kasasına çıkarmak istiyorlar, hiç birisi kasada gitmeyi kabul etmiyor.
- Peki
ne yaptınız?
-
Kendinden geçenleri kamyonun ön kısmında en alta, ayak kısımlarına ve yanımdaki koltuğa getirip
getirip yığdılar. Sanki balık istifliyorlardı. Üç kişinin ayaklarının camdan
çıkarıldığını hatırlıyorum. Hepsini yanıma alt alta üst üste koydular. Kapıyı
da kapadılar…
-
Demiyor musun bunlar altta kalırlarsa nefessiz kalır boğulur?
- O
an bunları düşünecek kafa nerede bende. Ben de onlar kadar olmasa da sarhoşum.
Onların altta ne yaptıklarını nereden bileyim. Her neyse ben yola çıktım.
Şirinevler’i, Ömür’ü, Merter’i geçtim. Tam Davutpaşa Fırını’nın yanındaki
nizamiye yakınından geçerken trafik polisleri çevirdi. Üç kişiydiler.
Çevirdiler ama gülmekten bana bir şey söyleyemiyorlar. Kasıklarından tutarak
katıla katıla gülüyorlar. Sonra beni kamyondan aşağı davet ettiler; indim.
Sonra da meyhane arkadaşlarımı yine karga tulumba indirdiler. Hepsini teker
teker yere yatırdılar. Ardından bana dönerek:
-
Yahu bugüne kadar böyle bir şey görmedik. Sen bu yedi kişiyi nasıl kamyonun
şoför kabinine soktun. Bu kadar insanı bu kabin nasıl aldı? dediler.
-
Vallahi ben de bilmiyorum. Biraz içtik, hiç biri kamyonun kasasına binmeyi
kabul etmedi. Böyle olunca da pavyondaki arkadaşlar böyle üst üste yanıma
istifledi.
-
Peki sen bu alkolle bu kadar insanı nasıl getirebildin?
-
Ben onlar kadar içmedim, bunlar çok içti. Ben ayığım, ayık olmasam buraya
kadar bunları sağ salim getiremezdim, dedim.
Bu
arada, polislerden elinde ceza makbuzu olanı çömeldiği yerden gülmekten
doğrulamıyordu. Birisi de:
-
Bak senin plakanı aldım, senin adın ne?
-
Cemil Naçar…
-
Cemil Naçar, madem sen pavyondan buraya kadar bunları sağ salim getirdin, sana
ceza yazmayacağız, ancak yarın gelip mahallede bu adamları soracağız. Bu
adamlardan birine bir şey olursa seni mahkemeye vereceğiz, deyince içimden
sevindim ve:
-
Tamam, hiç merak etmeyin. Ben onları tek tek evlerinin kapısına bırakacağım,
dedim.
Bu
sırada Mustafa Dayım yine dayanamadı, söze girdi:
- Asıl
komiği bundan sonra oldu. Benimle Arabacı Sait’i ön tarafa oturttular. Biz
ikimiz de 40’lı yaşlardayız, diğerlerine göre daha yaşlı gözüküyor olacağız ki
bizi şoför mahalline oturttular. Diğer dört kişiyi de polisler zar zor kamyonun
yan kapağını açtırarak, kasaya çıkardılar. Kasanın içinde dördünü sicimle birbirine bağladılar. Ondan sonra buna yol verdiler, dedi.
Cemil
Amca, Mustafa Dayı’nın anlattıklarını doğruladıktan sonra:
-
Zaten polisin çevirdiği yerden oturduğumuz mahalleye 500-600 metre ya kalmıştı ya
kalmamıştı. Velhasıl, hepsini tek tek evlerinin kapısına bıraktım. Sabahta bir
şeyleri var mı yok mu diye de kontrole gittim. Hiç birinde bir şey yoktu. Üç gün
sonra tekrar Füze’ye gittik. Gençlik işte…
Soldaki Cemil Naçar, sağdaki Mustafa Geniş
Soldaki Cemil Naçar, sağdaki Mustafa Geniş
(Yazı ve Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder