25 Ağustos 2012 Cumartesi

EMİRGAN VE BOĞAZ'DA BİR GÜN...


        Bugün (25 Ağustos Cumartesi) apartmanda tam bir sessizlik hakimdi. Yazmak ve dinlenmek için müthiş bir fırsattı, ama hava çok güzeldi; adeta insanı dışarı davet ediyordu. Davete hayır diyemedim saat 13.00’ü biraz geçe evden çıktım.
        Çok zaman apartmandan çıkarken eski mahalleye doğru, yani sağa doğru ayaklarım çekerken, bugün o yöne istekli değillerdi sola çektiler. Ben de onlara uydum; nereye isterlerse götürsünler dedim. Önce metrobüse doğru giderken, ani bir kararla tramvaya dönüş yaptılar. Beynimde onlara uydu. Tekstil dükkân ve mağazalarının önünden geçerek tramvay durağına vardım.  
        Gelen tramvay kalabalıktı, ama ben boşunu beklemedim bindim. Çapa durağında oturacak bir yer buldum. Kabataş’ta Sarıyer istikametine giden İETT otobüsleri durağına geçtim. İlk gelen ve oturacak yerleri bulunan bir otobüse atladım. Otobüsün üzerinde “Atışpoligonu” yazıyordu. İstinye tarafına gittiğini tahmin ettim. Gittiği yere kadar gitmeye karar verdim, ancak Emirgan’ın üst kapısına yakın bir yerde geçtiğini fark edince otobüsün iniş düğmesine bastım ve indim.
         Emirgan’ın üst giriş kapısından içeri girmemle bir sürü gelin-damatla karşılaşmam bir oldu. Daha önce geldiğimde de dikkatimi çekmişti, ama bu kadar fazla gelin-damat ve onlara pozlar verdiren fotoğrafçılarla karşılaşmamıştım. Başta belirtmedim, bugün hiçbir şekilde fotoğraf çekmemeye kararlıydım. Bu kararlılığımı uzunca bir süre korudum. Ancak Emirgan’ın çıkışına yakın bir yerde Boğaz ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü beni yine büyüledi. Dayanamadım çantamdan fotoğraf makinemi çıkardım; çekmeye başladım.
         Emirgan’ın alt çıkış kapısında belediyenin yeni bir düzenleme çalışması vardı. Parkta kuruyan bir ağaç vardı, ağaca dokunmadan çalışma yapmışlardı. Bir kare kuruyan ağaçtan çektim. Emirgan İETT durağından karşıya geçtim, yüzen çocukların, sahildeki insanların, Boğaz’dan geçen dev tankerlerin fotoğraflarını çektim. Durağa döndüm; otobüs beklemeye başladım. Dikkatimi Mercedes otomobilinden inen şoförünün arabaya itmeye çalışması çekti. İstinye tarafından gelen İzmir plakalı otomobile adamın gücü yetmiyordu; yardım istemesine gerek kalmadan gönüllü yurttaşlar arkadan itmeye başladı. Şoförü de tekrar şoför koltuğuna oturdu. Bu görüntü bana Ajda Pekkan’ın 1975’li yıllarda seslendirdiği “Aman Petrol Canım Petrol” şarkısının klibini anımsattı.
         Trafik her zaman olduğu gibi Arnavutköy-Ortaköy istikametine doğru yoğundu. Bir müddet sonra Taksim-Sarıyer hattında çalışan bir halk otobüsü geldi; bindim. Otobüsün içinde gözüme boş olan cam kenarını kestirdim ve oturdum. Oturdum ama yerimden duramıyorum, her gördüğüm ilginç şeyin fotoğrafını çekmek için bir oturuyorum kalkıyorum. Fotoğraf çekerken de bazen önümdeki kişinin kafasına kolum değiyor, iki de bir özür dilemek zorunda kalıyorum.
         Ortaköy’e kadar yoğun olan trafik buradan sonra biraz rahattı. Bir ara Ortaköy'de inmeyi düşündüm; sonra vazgeçtim. Taksim’de evimin yakınında geçen otobüsü beş on dakika bekledim. Otobüsüm geldi, yine cam kenarında oturarak evime vardım.
(Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
        
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder