26 Eylül 2013 Perşembe

ERTAN GÖKALP VE DENİZ TEZTEL'İN ANISINA...


Mehmet ÜNLÜ

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından göz altına alınan bir çok insan, Üsküdar-Selimiye’deki 1.Ordu Komutanlığı kışlasının içinde yer alan Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı.

Artık, Türkiye’nin nabzı burada atmaya başladı… Bu arada askeri idarenin getirdiği; kimilerine göre,”terör belasından kurtularak rahat bir nefes alındığı düşüncesi” kimilerine göre de, “suçsuz insanların sudan sebeplerle göz altına alınıp tutuklanmaları ve hatta gözaltında iken de işkencelere maruz kalındığı ” iddiaları hakimdi. Ama, kimse “gık bile diyemezdi. Çünkü, “gık” diyeni de hemen alıp atarlardı zindanlara..

Darbe ile birlikte uygulanan sıkıyönetim nedeniyle saat 24.00’ten itibaren başlayan sokağa çıkma yasağı, zaman içerisinde 02.00’den itibaren uygulanmaya başlandı..

1402 sayılı sıkıyönetim kanununa çeşitli nedenlerle muhalefet ettikleri gerekçesiyle binlerce insan göz altına alındı. Bunların içerisinde gece 23.59’da yasağa bir dakika kala veya 00.01  yani yasağın başlangıcından bir dakika geçmesiyle göz altına alınan insanlar da inanılmaz çoğunlukta idi.

Adam bir şekilde evine gelirken bir dakika gecikmiş ” gel’…”, “…yahu trafik yoğundu!..” “gözaltı!..” doğru Selimiye’ye…” gözaltında  kalacağın süre belirsiz. Belki bir hafta on gün sonra çıkarılırsın hakimin karşısına. Tabi tutuklanıp doğru Metris,  Davutpaşa, Sultanahmet Cezaevleri’ne veya bir başkasına koyulursun… İçeride kalacağın tutukluluk süren de, gözaltı süresi gibi hiç belli değil.  Alacağın ceza ise 3-6 ay arası.. Zaten gözaltı ve tutukluluk süreleri nerede ise 5-6 ayı bulur. O zaman fazladan yattığınla kalırsın..

                  "Sıkıyönetim Muhabirliği..."

İşte, bütün bu müthiş tutuklu sanıklar trafiği ve sirkülasyonu basının ilgisini çektiği gibi, kamuoyu tarafından da ilgi odağı haline geldi. Bu arada basında  “Sıkıyönetim Muhabirliği” adında apayrı bir saha da oluştu.

O zaman sadece TRT vardı. Ayrıca Anadolu Ajansı da bir devlet kurumu olması sebebiyle, görevlendirilen muhabirler için soruşturma yapılmaz, diğer muhabirler için Sıkıyönetim Komutanlığı gerekli araştırmayı yapardı..

İşte TRT’den Sefer Bilirgen ve AA’dan Ertan Gökalp muhabir olarak görevlendirildi. Ancak, bu ikili askeri muhtıra nedeniyle 1971’den itibaren
yapılan yargılamaları takip etti. 12 Eylül’den itibaren de görevlerini başarılı şekilde devam ettirdi..

Onlara  Hürriyet  Gazetesi’nden Özkan Altıntaş katıldı. Bu arada  Zeki Kuban da Tercüman Gazetesi’ni temsil ediyordu bir süre sonra merkeze geçince yerine ben görevlendirildim.

İlk zamanlar bayağı zorluk çektim.. Selimiye kışlasında muhabir olarak bulunmak, yani mahkeme üstelik  askeri mahkemeler.. Birçok duruşma salonu.. Bana çok zor geliyordu.. Ama arkadaşların çok büyük yardımları olduğu için  rahat çalışmamı sağladılar..

Bir süre sonra sevgili Deniz Türk Haberler Ajans’ını temsilen aramıza katıldı. Ara sıra önemli davaları takip etmek için Cumhuriyet Gazetesi’nden Necdet Doğan gidip geliyordu. Hatta, ilk adliye muhabiri Vasfiye Özkoçak ablamız da zaman zaman duruşmaları izlemeye gelirdi.

Biz aylar sonra birbirimizle çok iyi kaynaştık. Sefer Bilirgen, Ertan Gökalp, Özkan Altıntaş, Deniz Teztel ve Mehmet Ünlü.. Olduk beşi bir yerde..

İstanbul Sıkıyönetim Muhabirleri olarak adımız da duyulmadı değil hani.. Sabah erken gelir, nerede hangi dava var?, kim yargılanacak? diyerek araştırma yapıp, kafamıza göre duruşmalara girerdik..

Zaman zaman 8 civarında olan duruşma salonuna dağılıp hepimiz kayda değer dava arardık, girer izlerdik.. Haber olacak dava konusu varsa takip ederiz veya ayrı ayrı izledikten sonra, birbirimize bilgi aktarırdık. Dayanışmamız zamanla o kadar güçlendi ki, “bugün haber geçmiyoruz” diye karar verdik mi, orada kalırdı. Kimse kimseyi asla atlatmazdı..

Öğle yemeklerine birlikte gideriz.. Yemekten sonra mutlaka kahvehaneye uğrayıp pişti oynamayı da ihmal etmezdik.  Hatta akşam mesai bitiminden sonra Selimiye’de “Orhan’ın Yeri Ocakbaşı” na uğrayıp, bir kebap iki kadeh sallamadan evlere dağılmazdık..

Gerçekten örnek düzeyde birlik ve beraberlik içinde hem arkadaşlığımız hem de meslektaşlığımız mevcuttu..

Deniz kardeşimiz bizim için bir bayan muhabir değil, erkek arkadaşlarımızdan birisi idi sanki.. Yanında rahat konuşur, çok rahat espriler yapabilirdik..

Deniz bir süre sonra Cumhuriyet’i temsil etmeye başladı.. Deniz’in yerine de THA’ndan Sevim Ertemur çalışmaya başladı..

Sefer Bilirgen ise TRT’den ayrılıp, Güneş Gazetesi’nin muhabirliğini yapmaya başladı. Artık verilen Nikon fotoğraf makinesiyle çalışıyordu.
Beşi Bir Yerde Sıkıyönetim Muhabirleri .. Ya bir duruşmanın başlamasını bekliyoruz, ya da getirilecek tutuklu sanıkları…Sonuçta bir hatıra fotoğrafı çektirmeye karar verimişiz.. Soldan itibaren Ertan Gökalp (AA), Sefer Bilirgen (Güneş), Deniz Teztel (Cumhuriyet), Özkan Altıntaş (Hürriyet), Mehmet Ünlü (Tercüman)
1.Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Halkla İlişkiler birimini ziyaret ettiğimiz gün. Özkan Altıntaş, Sefer Bilirgen, Necdet Doğan, Mehmet Ünlü, Deniz Teztel

                            
Atatürk’e hakaret suçlamasıyla yargılanan bir rahibin duruşmasını izlerken. Deniz Teztel ve Özkan Altıntaş 
İşte Basın Odası.. Yoğun iş temposunun yanı sıra bazen de ufak  davaların yargılaması varsa takip etmezdik ya da izlemek için önemli bir davanın saatini bekleyip sohbet ederken aniden çöken rehavet şekerleme yaptırırdı. O zamanki şartlara göre sadece yukarıda sağ köşede bulunan ankesörlü yani jetonlu telefonla haber geçerdik.
Fakat, telefonla merkeze aktarılan haber metinini yazan kişi yanlış anlayıp hatalı yayınlanırsa, derhal muhabir hakkında soruşturma açalırdı.. Onun için öncelikle haberi birlikte hazırlar, kağıtlara döker, birbirimizi teyit ettikten sonra telefon açıp yazdırırdık. Bu nedenle başımız hiçbir zaman ağrımazdı..
Eğer fotoğraf gerekirse bir eleman gelir hepimizin kasetlerini alır Hürriyet’in Cağaloğlu Bürosu’na bırakır, her kurumun kendi görevlisi gelip oradan dia veya siyah beyaz negatif filmleri alır baskıya yetiştirirdi. Ancak çok önemli davaların ilk celsesinde mutlaka sanıkların fotoğraflarını çekerdik. 
                       Mesai bitiminden sonra hep birlikte bir akşam yemeğindeyiz..

Evet…Yıllar yılları kovaladı, bizler zaman içinde bu görevden ayrıldık. Ben yaklaşık 2 yıl sonra daha önce görev yaptığım Tercüman Kadıköy Bürosu şefliğine yeniden döndüm. Ertan bu kez benim yerime Tercüman Gazetesi temsilcisi olarak görevini sürdürdü..

Baktık ki, zaman su gibi akıp gitmiş.. Sıkıyönetim geçip gitmiş.. Asli görevlerimize dönmüşüz, emeklilik gelmiş çatmış…

Ancak, bizler zaman içerisinde birbirimizden pek kopmadık.. Özellikle ben Ertan ile evlerimizin de yakın olması nedeniyle buluştuğumuz gibi, sık sık telefonla da görüşüyorduk.

Tarih 21 Şubat 2012.. TGC’den cep telefonuma gelen bir mesaj beni şok etti.. “Ertan Gökalp’i kaybettik”..
Ertesi gün cenazesine katılıp, çok sayıda meslektaşımızla birlikte yolcu ettik sevgili Ertan’ı.. Işıklar içinde yat” dileğimizle, sonsuza dek kalbimizde yaşayacağını vurguladık..
Tarih 23 Eylül 2013… TGC’den cep telefonuma gelen bir mesajla yine şok oldum.. “Deniz Teztel’i kaybettik”..
Son yolculuğunda onu da birçok meslektaşı ile birlikte yalnız bırakmadım. Denizi de  kalbimize gömdük.. Aynı dualarımız onun için de geçerli..”Işıklar içinde yat”…

Bugüne kadar nice meslektaş ağabeyilerimiz, nice arkadaşlarımız, nice kardeşlerimiz, şu veya bu şekilde terk-i dünya ettiler… Hepsi için  “Allah rahmet etsin” demekten başka elimizden bir şey gelmez..
                             

Değerli kardeşlerim “Işıklar içinde uyuyun.. Anılarınız her zaman bizimle birlikte, daima hatırlanacaksınız. Türk basınına verdiğiniz onca güzel hizmetler asla unutulmayacaktır..


 Hoşçakalın….

Asla elveda demiyorum… 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder