26 Mayıs 2023 Cuma

1950 İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ SONRASI BASIN...

           1950 SEÇİMLERİNDE İKTİDARA GELEN DP İLE 

           MUHALEFETE DÜŞEN CHP’NİN BASINA BAKIŞI                                

           Türkiye’nin ilk siyasi partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 9 Eylül 1923 tarihinde “Halk Fırkası” adıyla kurulur. Partinin kurucusu ve genel başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olur. Genel başkan vekilliğine de İsmet Paşa (İnönü) atanır. 

Serbest Fırka’dan önce partinin adı 6 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nden 9 Eylül 1923 tarihine kadar “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti”, 9 Eylül’den 10 Kasım 1924 tarihine kadar “Halk Fırkası”, 10 Kasım 1924’ten 1931 tarihine kadar Cumhuriyet Halk Fırkası, 1931 Kurultayı’ndan sonra ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olur.

Partinin kurucusu ve genel başkanı olan Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’na seçildikten sonra parti işlerini yürütmek üzere Başvekil İsmet Paşa’yı da partinin Genel Başkan Vekilliği’ne tayin eder.

Ülkede 1923 yılından 1945 yılı son baharına kadar iki defa çok partili siyasi hayata geçiş denemesi yapılır. İlk deneme “Terakkiperver Fırkası”yla olur, ancak gericilerin Cumhuriyet ve devrimler aleyhine harekete geçmeleri, ardından da Atatürk’e karşı girişilen “İzmir Suikastı” ve bu partiye mensup bazı kişilerin adlarının karışması nedeniyle parti kapatılır.

İkinci deneme ise eski başbakanlardan Fethi Okyar’ın kurduğu “Serbest Fırka” ile olur. Bu partide de gericilerin etkin rol oynamaya başlamaları üzerine bizzat parti genel başkanı Okyar’ın dikkatini çeker. Okyar, Cumhuriyet ve devrimlerin tehlikeye düştüğünü görerek partisini kapatmaya karar verir ve kapatır.   

ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ

CHP, İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinden itibaren demokrasiye geçişi sağlayacak ve teşvik edecek önlemler almaya başlar. Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 1945 yılı 19 Mayıs konuşmasında, “siyasi ve fikir hayatında demokrasi prensiplerinin daha geniş ölçüde hüküm süreceğini” açıklar.

Gazeteleri kapatmak yetkisi hükümette olduğu halde, gazetelerin tenkitleri olağan karşılanmaya başlanır ve tölerans gösterilir. İlk defa tek dereceli seçim sistemi kabul edilir. Siyasi haklara sahip kadın-erkek bütün yurttaşların milli iradenin tecellisine katılmalarına olanak hazırlanır. Üniversitelere muhtariyet ve ilim adamlarına hürriyet sağlayan kanun kabul edilir. Cemiyetlik kanununda yapılan değişiklikle, “izne tabi olmak” esası kaldırılarak sadece beyanname vermek suretiyle cemiyet ve partilerin kurulması olanağı yaratılır.

İşte bu gelişmeler ışığında 1945 yılının son baharında Milli Kalkınma Partisi kurulur. 8 Ocak 1946 tarihinde de CHP’den ayrılan Adnan Menderes ve arkadaşları Demokrat Parti’yi (DP) kurarlar. Ardından bu partiden ayrılan bir kısım milletvekili ise Millet Partisi’ni kurar. 

Siyasi partiler peş peşe kurulurken 12 Temmuz 1947 beyannamesi ile idarenin tarafsızlığı ve muhalefet partilerinin emniyeti konusunda ileri adımlar atılır. 1949’da Basın-Yayın ve Turizm Kanunu ile muhalif partilere devlet radyosunda zaman ayrılarak, görüşlerini millete açıklama olanağı tanınır.

1950’de Seçim Kanunu tasarısı hazırlanır. Tasarı CHP ve DP’nin ittifakı ile kabul edilir. Muhalefetin radyo, basın hürriyeti ve toplantı hürriyetinden geniş ölçüde faydalanmasını mümkün kılan şartlar oluşturulur ve 1950 yılı 14 Mayıs’ında genel seçim yapılır. Yapılan seçim sonrası Demokrat Parti (DP), 416, CHP 69 milletvekilliği kazanır. DP, 27 yıllık tek parti (CHP) iktidarına son verir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluk milletvekilliğini elde eder. Böylece CHP serbest ve dürüst bir seçimle milletin emanetini Demokrat Parti’ye devreder.

                 

                              CHP’NİN YAYIN ORGANI ULUS

CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi 18 Mayıs 1950 tarihli nüshasında birinci sayfadan büyük puntolarla “Muhalefete Geçerken” başlığı altında şunları yazar:

“Muhalefete geçerken kararımızı ilan ediyoruz:

1- Şahsiyatla uğraşmayacağız. Tevfik Fikret’in yazdığı gibi: Bir vatan gitti, fakat bitmedi hâlâ sen, ben –Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz. Bizim fikirlerimize aykırı fikirlere, fikirle mukabele edeceğiz. Şahsiyatla uğraşmak programımızın da prensiplerimizin de dışında kalacaktır. İnsanlara çamur atmak kötü şeydir. Kimseye çamur sıçratmayacağız ve bunun memleket terbiyesi, millet ve basın ahlâkı için ne kadar lüzumlu ve faydalı bir şey olduğunu en az dört yıllık bir sabır göstererek herkese öğreteceğiz.

2-Söz ve tenkit hürriyetine dokunulmazlık isteyeceğiz.

3-Toleransımız vardır ve tolerans bekleyeceğiz. Büyük Fransız mütefekkiri Voltaire demiştir ki: ‘Bütün fikirlerinizin aleyhindeyim. Fakat bütün bu fikirleri tam bir hürriyet içinde söyleyebilmenizi ömrümün sonuna kadar müdafaa edeceğim. Bir İngiliz mütefekkiri de medeniyeti şöyle tarif eder: Medeniyet, adaletin, asayişin ve toleransın muhassalasıdır. Bu prensiplere göre hareket edeceğiz.

4-Kafalarımızın vazifesini kafalara, gönüllerin borcunu gönüllere tanıyarak olur olmaz meselelerde bunları birbirine karıştırmayacağız. Bu memleket, bize koca bir Rumeli’yi kaybettiren Balkan harbinde (Biz itilafçıyız) diyen subaylar bile görülmüştür. Gene bu memleket milli mücadele yıllarında Anadolu’da ayaklandıkları zaman: Yahu, memleket batıyor! Bu günlerde dahili isyan olur mu?’ diyenlere: ‘Biz bilmem ne oğullarıyız. Osmanoğulları batarsa batsın!’ diye cevap verenleri de tepelemek zorunda kalmıştır.

5-Başına (Milli) sıfatını getirmek şöyle dursun, tek başına kalan (Husumet)le bile mücadele edeceğiz. İktidara karşı daima dostluk eli uzatarak bununla övüneceğiz.

6-Yalnız Atatürk inkılâbının iki büyük düşmanına, kara irticaa ve kızıl komünizme karşı kin ve nefret besleyeceğiz.

İşte! Muhalefete girişirken bayrağımızdaki okların sayısı kadar çekincelerimiz bunlardır.”


               MENDERES’İN İNÖNÜ’YÜ HEDEF ALAN SÖZLERİ

Ne yazık ki DP Genel Başkanı ve Başbakan (Başvekil) Adnan Menderes, ilerleyen günler ve yıllarda CHP ile yayın organı Ulus gazetesini meydanlarda ve kongrelerde çok sert eleştirir. 15 Mayıs 1952 tarihinde Balıkesir İl Kongresi’nde muhalefet lideri İsmet İnönü’ye hedef aldı ve şunları söyler:

“İnönü’nün iddialarına göre matbuat yüz seneden beri misli görülmemiş bir baskı altındadır. Halbuki onlar iktidarında matbuat için ceza müeyyidesi bile koymak ihtiyadı içinde değildiler. Matbuatı toptan esir etmişlerdi. Daha dün işlerine gelmeyen neşriyatı durdurmak için gençleri tahrik ederek İstanbul’un göbeğinde gazete matbaalarını hak yeksan ettiren onlar değil midirler? Ankara’da Ulus’tan başka bir gazete çıkabilir miydi? İstiklâl Mahkemeleri, Örfi İdareler ne güne duruyordu? Telefon emri ile gazeteler kapatılıyordu. Ve böyle bir devrin mes’ulü şimdi çıkıp Abdülhamit devri dâhil tarihimizde bugünkü gibi bir matbuat baskısı görülmemişti, diyor. Bunlar ciddi konuşmalar değildir. Çünkü bugün herkes matbuatın nasıl hür olduğunu ve hatta bu hürriyeti ne derece suiistimal ettiğini eline gazeteyi alan görüyor ve okuyor. Matbuatın işbaşında bulunan hükümete karşı sövmek bahsinde kullandıkları müstehcen kelimeleri burada tekrarlayamam. Bu sözlerden yalnız bir tanesi İnönü devrinde söylenmiş olsa idi bunu söyleyip yazanın bütün ailesi kökünden kazınırdı. Bana misal göstersinler. Haksız denebilecek bir hakaretten mahrum olan tek gazeteci varsa numunesini göstersinler. "

İNÖNÜ: “GAZETELERİN VAZİFELERİ GÜÇLEŞMİŞTİR”

Aynı tarihte CHP lideri İsmet İnönü de Trabzon’da halka hitaben bir konuşma yapar. İnönü’nün konuşması adeta Adnan Menderes’e yanıt niteliğindedir:

“Gazeteler kendi hürriyetlerini artık müdafaa edecek durumda değildirler. Gazetelerin memlekete karşı olan vazifeleri son derece güçleşmiştir. Gazeteci ya satın alınmaya razı olacak veyahut dürüst bir ticaret müessesi olarak çalışmasını tehlikeye atacaktır. Ceza üstüne ceza, mahkeme üzerine mahkemeyi göze alacaktır. Gazeteler bu kadar baskıya nasıl tahammül ederler. Basın hürriyeti bu vasıflar altında işlemez hale gelirse başımıza gelecek zararların haddi hesabı yoktur. Bugünkü idarenin adı demokrasiden başka her şeydir. Yalnız demokrasi değildir. Bu politikanın devamında memlekete fayda yoktur. Huzursuzluk her gün biraz daha artmaktadır. İç politika bugün tamamıyla anti-demokratik bir istikamet tutmuştur. Ne olacaktır bilemem. Fakat vatandaşın bilmesi lâzımdır.”

          

          MARKO VE MALUM PAŞA'NIN KAPATILMASI

Adnan Menderes, 4 Mart 1953 tarihinde başbakanlık binasında bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ülkenin iç siyasi durumu hakkında şunları söyler:

“İktidara geldiğimiz zaman hürriyeti tehdit ve tehdit eden unsurlar olarak karşılaştığımız hadiselerin başında gelen komünistlik, Ticanilik ve buna mümasil olarak amele ve gençlik arasında yapılan tahrikat (kışkırtılar) idi.

BBM’simizin kabul ettiği Atatürk İnklâplarını Koruma Kanunu ile komünist neşriyatını tasfiye etmiş bulunuyoruz. Açıktan açığa komünist neşriyatı yapan Nâzım Hikmet Dergisi, Nuhun Gemisi İdare-i Maslâhat, Medet, Baştan, Gençlik, Bağrıyanık, Gerçek gibi gazete ve mecmualardan başka maskeli bir surette komünist telkinatı yapan Marko Paşa, Malûm Paşa, Çamır, Eşek, İbret, Yeni Baştan, Hücum Sesi, Şeytan, Çarıklı, Erkânıharp, Kurusıkı, Vur Patlasın gibi gazete ve mecmualar bulunuyordu..

Ceza Kanunu’nda yapılan tadilatla bunlar kapatılmış ve tevlid ettikleri zarar bertaraf edilmiştir. Türkiye Komünist Partisi’ne mensup ve bu partiye aidatlarını ödemiş kayıtlı azalardan 180 kadarı da tevkif edilmiş bulunuyordu. Bu partinin zararlı faaliyeti tamamen bertaraf edilmiş, bu partiye meyilli olanlar ve alakalarının kesildiği kat’i delile bağlanmış bulunanlar da tamamen zabıtanın tarassutu altına sokulmuştu. Bundan başka Sosyalist Partisi de sosyalist nikafı altında. Fakat hakikatte komünist faaliyette bulunduğu tespit edildiğinden bu da zararsız hale getirilmiştir. Bu gizli yuvalar en çok talebe arasında tahrikata girişmiş, amelelerin arasına da sızmağa çalışmışlardır.”

Menderes, öte yandan Sebilülreşat, Ehlisünnet, İslam Yolu, Allah Yolu gibi gazetelerin de sağcılık neşriyatı yaptıklarını belirtiyor, şöyle devam ediyor:

“Bunlarla da mücadeleye giriştik. Bu gazeteleri de kapatarak mes’ullerini mahkemeye verdik. Memleketimizde her türlü dini itikad ve imanlar hiçbir tereddiye uğramadığına göre dini siyasette kullanmakta bütün partiler birleşmeli ve bize yardımcı olmalıdırlar. Bu mukaddes mevzuu ele alıp rey avcılığında kullanmak hususunda partilerin birbirleriyle yarışı memlekete felaket getirebilir. Bu bahiste partilerin çok dikkatli olmalarını tekrar ikaz ederim.”

NEŞİR HÜRRİYETİ

Menderes, genel seçimlerin yaklaştığı günlerde (26 Ocak 1954 yılında) İstanbul-Beyoğlu’ndaki Serkldoryan Kulübü’nde basın mensuplarına yaptığı açıklamada da şunları ifade ediyor:

“Neşir hürriyeti demokratik rejimin temel teminatıdır. Neşir hürriyeti olmayan bir memlekette hiçbir hürriyet yok demektir. Yalnız neşir hürriyeti ile şeref ve haysiyetlere tecavüz, şantaj, yalan havadis yaymak, âmmenin sulh ve sükununu bozmak fiillerinin birbirine karıştırmamak lazımdır. Biz bir taraftan neşir hürriyetine daha geniş imkânlar hazırlamak fakat diğer taraftan da bu ikinci kısımdaki suçları işleyenlerle de mücadele etmek azim ve kararındayız.”

DP seçimleri ikince kez kazanarak iktidar olduktan sonra 1 Şubat 1956 tarihinde Demokrat Parti grup toplantısında üniversite hocalarının durumunu ele alınır.

Menderes, toplantıda şunları söyler:

“Orman tahsili görmüş, ormancı bir grup profesör, rektör fiili siyaset yaparak hükümet aleyhinde bulunuyor. Baytar profesör basın hürriyeti olmadığı hakkında konuşuyor. Bu tip insanlar siyasetten ne anlarlar? Üniversite içinde işleri yokmuş gibi ve Türkiye’de millet tarafından seçilmiş bir BMM namevcutmuş gibi bunlar bir araya toplanarak hükümeti murakabeye hakları olduğu iddiasıyla bir takım kararlar almaktadırlar. Aramızda bir profesör İktisat Vekili vardı. Tam 4 sene 8 ay vekillik sandalyesinde bulundu. Şimdi Hürriyet Partisi’ne geçince, ‘İşler bozuktur’ diye feryadı basıyor. Mademki işler bozuktu neden o zaman çare bulamamışlar, yahut vazifelerine devam etmişler?”

İNÖNÜ: BASIN HÜRRİYETİ MESELESİ HAD SAFHADA

Muhalefet lideri İsmet İnönü, 12 Ekim 1958 tarihinde CHP İstanbul İl Kongresi’ne katılır. İnönü, kongrede yaptığı konuşmada, “İdeal yolunda bütün vatandaşların bir araya gelmelerini ve güçlerini birleştirmelerini” isteyerek, şunlorı söyler:

“Basın hürriyeti meselesi had bir safhaya girmiştir. Mevzuat hiçbir memlekette olmadığı kadar ağırdır. Basınımız ölçüsüz tazyikler altında maddi manevi tahribata uğramaktadır. 100 seneden beri, demokratik rejime girmek için geçirdiğimiz güçlüklerin başında, basın hürriyetine alışmak konusu başlıca meselelerimizden biridir. 1945’den beri yaptığımız tecrübede, basın hürriyetine alışmak, bütün zorlukları yenerek mümkün olmuştu. Her müessese gibi basın da vazife yolunda, müspet ilerleme devrinde bulundukça tabii bir tekâmül gösteriyordu. Basının hiç  şüphesiz başarılı bir tecrübeden sonra yeniden baskı devrine sürülmesi, memleketin siyasi tekâmülü ve milletin ilerleyip yükselmesi için çok hüzün ve ıstırap verici bir dert olmuştur. Demokrat Parti genel başkanının şerefli basına reva gördüğü tecavüzler aslında hür fikirli basına karşı maddi kuvvetlerin acze düşmüş olduğunu gösteriyor. Basın hürriyetinin kesin zaferi bir avuç şerefli idealistlerin fedakârlığı ile emniyete alınmaktadır. Bu konuda geçilen yolun son dayanma merhalesine geçiyoruz.”

İnönü, 16 Kasım 1958 tarihinde CHP Yozgat İl Kongresi’nde basın hürriyeti konusunda şunları ifade eder:

“Başlıca murakabe cihazı olan basın, vazifesini bilir, fedakâr azası dışında memleket menfaatine işlemez hale getirilmiştir. Gün geçmez ki basının şerefli olan bir unsuru mahfedilesiye bir hüküm giymesin. Essai idaresinin tel örgüsü arkasındaki siyasi kapı yerine, artık yalnız memleket için değil, dünyada şöhret yapan (Ankara Hilton) ceza salonu bir çok şerefli basın mensubunun durağı olmuştur.

Görülen lüzum üzerine hâkimlerin emekliye ayrılması hareketi geniş ölçüde devam ediyor. Vicdan istiklâlini muhafaza etmiş hâkimler kurtarıcı bir şeref yıldızı gibi parlıyor ve başlarına gelecek çeştli mağduriyetleri göze almış nadir kahramanlardan sayılıyor. Türk cemiyetinin böyle bir siyasi içtimai hava içinde yaşatılması büyük insafsızlıktır.”

Ne yazık ki Türkiye’de demokrasinin ömrü uzun olmadı… Gerek Demokrat Parti’nin keyfi uygulamaları; basına ve basın mensuplarına uyguladığı sansür ve cezalar, gerekse askerlerin rahatsızlığı sonucu 27 Mayıs 1960 darbesi, ağır aksak  ilerleyen demokrasiye ağır bir darbe vurdu. Her şey sil baştan; yeni anayasa ve yeni kanunlar yapıldı. Gelin görün ki bu süreçte uzun sürmedi. Bu kez de 1971 ve 1980 darbeleriyle demokrasimiz yerlerde sürüklenir oldu. Geldik bugünlere… Bakalım bu talihsiz coğrafyada daha neler neler göreceğiz!  

(Süleyman Boyoğlu)

Kaynak: Tarihçi yazar Orhan Koloğlu arşivi ve 9 Eylül 1962 tarihli “CHP 39. Yıldönümü” kitapçığı…

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder