9 Mayıs 2023 Salı

DEMOKRASİ İÇİN...

 

                                  DP DÖNEMİ BASINI VE BUGÜNKÜ                         DURUM…                                                      

Türkiye’de Demokrat Parti’nin (DP) 10 yıllık iktidarı (1950-60)döneminde basına yönelik baskı ve uygulamaları ile günümüzde mevcut iktidarın yaşattıklarını bir kıyaslayacak olursak, o dönem mumla aranır…

DP ve onun lideri Adnan Menderes döneminde de basına uygulanan kâğıt ambargosu, ilan cezası yanında, gazetecilere ve gazetelere yazılan yazılar ve yayınları nedeniyle ağır cezalar yağıyor; hapse atılıyorlardı. Ne yazık ki “3Y” (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) vaadiyle 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı da benzer yaptırımların, hatta daha ağırını uygulamaya başladı.

Basını “yandaş olan” ve “olmayan” diye ikiye böldü. Yandaş olanlar muhalefetin ve halkın haklı tepkilerini görmezden gelirken, halkın sesine kulak verenler ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) marifetiyle susturuluyor…

En son 7 Mayıs Pazar günü ( 2023) Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve “Millet İttifakı” Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı Ekrem İmamoğlu’nun Erzurum’da düzenlediği miting öncesi ve miting sırasında yaşananlar, ister istemez 1960 öncesi CHP Genel Başkanlarından İsmet İnönü’ye Uşak’ta ve Topkapı’da yapılan saldırıları hatırlatıyor. Bundan önce Ankara-Çubuk’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi ile İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e yapılan saldırıları da unuttuğumuzu/ görmezden geldiğimizi sanmayın…

MADIMAK FACİASI BENZERİ

Erzurum’daki bu saldırı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta 33 sanatçımızın ve aydınımızın; “yakın ulan yakın” diyen bir grup güruh tarafından diri diri yakıldığı Madımak Oteli saldırısıyla büyük benzerlik taşıyor. Sivas’ta da önce “üç-beş kişinin protestosu” diye geçiştirilen olayın sonucunun nereye vardığı ve bu vahşetin görüntüleri hâlâ belleğimizdeyken, Ekrem İmamoğlu’nun soğukkanlılığı benzer bir facianın tekrarını önledi. “Çakmakla yakın” diyen bağıran bir grup ülkücü ve Hizbullahçı tarafından atıldığı söylenen taşlar, mitinge katılan 10’nun üzerinde yurttaşın yaralanmasına neden oldu. Oysa böyle bir olayın yaşanacağı haberini hem AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşmaları veriyordu. Bu konuşmalar yetmiyormuş gibi bir de Erzurum Büyükşehir Belediyesi otobüslerinin mitingin yapılacağı alana park ettirilmesi saldırının ipuçlarını veriyordu. Hele seçim dönemlerinde tarafsız bir bürokrat tarafından o makama getirilmesi gerekirken, bu görevinden istifa etmeyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Erzurum Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’nin açıklamalarına ne demeli? Neyse ki olay İmamoğlu’nun seçim otobüsünün camlarının kırılması ve bazı yurttaşların yaralanmasıyla ucuz atlatıldı.

Bu saldırı aynı günün akşamı ve ertesi gün muhalif medyada geniş bir yer tutarken, yandaş medyada hemen hemen hiç görülmedi, tek satır bile bahsedilmedi diyebiliriz.

ULUS GAZETESİ’NE BİR SANTİM İLAN VERİLMEMESİ

İsmet İnönü döneminde, CHP Genel Sekreterliği Araştırma ve Dokümantasyon Bürosu’nca hazırlanan “Demokrasi İçin” başlıklı broşürde, 1958 yılı Bütçe Müzakerelerinde CHP’li milletvekillerinin yaptıkları tenkit ve tekliflere yer verilmiş. Bakın CHP adına söz alan milletvekilleri, neler söylüyor:

“Devlet Bakanı, ‘hatalar varsa söylesinler’ dedi. Ankara’da çıkan Sabah gazetesine, Amasya’da çıkan mahalli bir gazeteye kâğıt verilmemiştir. Gazeteler bu yüzden kapanmıştır. Seçimler sırasında Ulus ve Karagöz gazetelerinin kâğıtları azaltılmıştır. İzmir’de çıkan Sabah Postası gazetesinin kâğıdı azaltılmıştır. Birçok muhalif gazetelerin kâğıtları azaltılmıştır. Verdikleri resmi ilanlara gelince, 1955, 1956, 1957 senelerinde Ulus gazetesine bir santim resmi ilan verilmemiştir. Ama buna mukabil Zafer gazetesine senede bir milyon küsur liralık ilan verilmiştir.

‘Gazeteler güzel yazsın, edebi yazsın’ deniliyor. Hakikaten gazetelerin her şeyden evvel bir terbiye müessesesi olmasını isteriz. Bu nokta bizim memleketimiz için çok mühimdir. Gazetelerin hakikati yazması, şahısları beyhude incitmemesi arzu edilir. Fakat memleket meselelerini istediği gibi tenkit etmek hürriyeti için de olsun.

Size iki misal vereceğim: Zafer gazetesinin 15.4.1956 tarihli nüshasından: ‘Baş zebani, o zelil ahlaklı ve kelbâne zihniyeti ile…’ Bunu muhalefet lideri İnönü için yazıyor. İkinci misal: 21.1.1956 tarihli Zafer’de yine İnönü için: ‘Bu adam, o adam, o ak saçlı adamın sırıtık tavrı, edası, nazarlarının her istikamete doymak bilmez, ihtiras ve kin püskürten…’, ‘Büyük alemleri karnavalesk bir soytarılığa götürme istidadı, süfli hafifmeşreplikler.. Bu çirkin misaller saymakla bitmez. Sayın Devlet Başkanınından soruyoruz, neden ceza kanunu tatbik edilmiyor buna? Kanun nazarında bu suç değil midir?”

GAZETECİLERİN MÜBAŞİRLERLE HISIM AKRABA OLMASI

Broşürde milletvekillerinin, “Zafere tekzip gönderirler neşredilmez. Ama Ulus’tan milletvekilinin meclise verdiği önergenin tekzibi istenir. Bu mecliste konuşulan tekzip edilir mi?” şeklindeki sorularına da yer verilerek şöyle devam ediliyor:

“Ulus’un yazı işleri müdürü merhum Cemal Sağlam 105 defa mahkemeye sevk edildi, 76’sında beraat etti. Adeta mübaşirlerle koridorlarda hısım akraba oldu. Sizin devriniz basının en acıklı devirlerindendir.

         Bakınız bir basın kanununun durumundan, ispat hakkının yokluğundan bahsettik, ‘sizin devrinizde de vardı’ diyorsunuz. Hayır. O devrin cezalarına rahmet okuttunuz. Vaktiyle muhalefette iken basın rejimin tenkit ettiniz. Şimdi aksaklıkları, kötülükleri tenkit ettirmemek için mi iktidara geldiniz?”

ELEKTRİKLE AMPUL ARASINDAKİ MÜNASEBET

CHP’li vekiller, Menderes’in  “İşini doğru gören hükümetler basın hürriyetinden korkmaz” dediğini hatırlatarak, DP’lilere şöyle sesleniyor:

“Bir Fransız gazeteci ne güzel ifade etmiş. ‘Elektrikle ampul arasında ne münasebet varsa, demokrasi ile hür basın arasında da o münasebet vardır. Elektrik cereyanı olmadığı takdirde nasıl ampul sadece buz gibi bir şişeden ibaretse, matbuat hürriyeti olmadığı takdirde de o cemiyetin nizamı demokrasi ismini taşısa bile buz gibi bir rejimden ibaret kalır’. 

13.9.1946’da Menderes de bugünkü gibi konuşmuyor, şöyle diyordu: ‘İşini doğru dürüst ve açık görmek davasında olan hükümetlerin matbuat hürriyetinden hiçbir korkuları yoktur’. 

Değil tenkit, iktidarı methedip etmemenin bile resmi ve hususi ilan tevziinde bir kıstas sayılması DP’nin basın hürriyeti hususundaki anlayışına ve kanunsuz tasarruflar yapmaktaki cüretine tipik bir misaldir. Basın üzerinde yapılan maddi, manevi tazyikler, bugün gazeteciliği bir kahramanlık haline getirmiştir.”

CHP’li vekiller, “Sekiz yıldan beri geçirdiğimiz tecrübeler göstermiştir ki, DP iktidarı basın ve yayın alanındaki icraatında da daha ziyaret diktatörlüklerdeki yolları benimsemiştir” görüşünü dile getirerek, şunları söylüyorlar:

“Bugün Türkiye’de basın hiçbir demokratik rejimde rastlanmamış bir baskı altında bulunmaktadır. Bu baskı maddi ve manevi olmak üzere iki cepheden devam ettiriliyor. Maddi bakımdan kâğıt, malzeme, makine ve mürekkep meselesi. Manevi bakımdan matbuat ne cumhuriyet devrinde ne mutlakıyet devrinde eşine rastlanmamış şekilde ağır ceza hükümlerinin tehdidi altındadır.

Demokratik bir idarede iktidar partisinin basını murakabe etmeğe hakkı yoktur. Buna mukabil basının hükümeti murakabe etme hakkı ve hatta vazifesi vardır.

Bir sözlü soru veriyorum. Ertesi gün Zafer gazetesi bana karşı ateş püskürüyor. Kendimi müdafaa için bir tekzip gönderiyorum, tekzip basılmıyor. Çünkü eroinden mahkûm olan vatandaş tekzip hakkına sahiptir, ama muhalefet milletvekilisiniz, kendinizi müdafaa imkânına sahip olamazsınız. Savcının karşısına giderseniz, ‘hayır, basmıyorum sizin tekzibinizi’ cevabını alırsınız. Çünkü savcıların hiçbir teminatı yoktur. Üstelik Ankara Savcısı kendi sınıf ve derecesindeki eski arkadaşlarından fazla maaş alırsa benim tekzibimi basmaz elbette. Sonra bakarsınız Ulus gazetesinde Sayın İnönü’nün hükümet beyannamesine verdiği cevap neşredilir, derhal garip bir şekilde Ulus’a tekzip gönderilir. B.M.M.’ndeki konuşmayı gazete basar, savcı tekzip gönderir. Samet Ağaoğlu’nun mazide yazmış olduğu bir kitabından bir pasaj alınmıştır, savcı tekzip gönderir.  Muhalefete mensup herhangi bir vatandaş kendi şahsına vâki olmuş hakareti karşılamak için bir tekzip gönderdiği zaman iktidarın resmi ilan ile şimdi de hususi ilanı ile himaye edilen gazeteleri, himayenin bir başka zırhına güvenerek kendilerini bundan masun addederler.

Tekzipleri tek taraflı olarak gazetelere vermek içinde bulunduğumuz zihniyetin en büyük delilidir. Zafer’e tekzip gönderirler, neşredilmez. Ama Ulus’ta milletvekilinin meclise verdiği önergeler tekzip ettirilir.”

İSPAT HAKKI

1884 tarihli Matbuat Nizamnamesinde bile ispat hakkı olduğuna dikkat çeken CHP’li vekiller, adı demokrat olan DP zamanında ispat hakkının olmadığına vurgu yapıyorlar, şöyle diyorlar:

“İspat hakkının olmadığı yerde basın hürriyetinden bahsedilemez. Masum bir karikatür için bir nükte için, 16 aya mahkûm olan insanların bulunduğu bir memlekette hürriyetten bahsedilemez.”

DEVLET RADYOSU

Türkiye’nin demokratik rejim bakımından bir radyo meselesi olduğu, bunun tek taraflı olarak işleyen ve bir tek partinin, yani iktidar partisinin kendi arzularına göre kullanıldığına işarete edilen broşürde, şöyle devam ediliyor:

“DP iktidara gelmeden önce (24.9.1947), muhalefette iken devlet radyosunun tek taraflı kullanılmasından birinci planda şikâyet ediyordu. Bu hususta sorular soruyor, kanun teklifleri yapıyor, beyanlarda bulunuyor ve devlet radyosunu şiddetle tenkit ediyordu. Nitekim o zaman DP sözcülerinden olan yetkili bir zat şöyle demişti: ‘Demokratik prensiplere sadık olduğunu iddia eden bir hükümetin ilk yapacağı şeylerden biri, muhalefetin her türlü neşir ve propaganda vasıtalarından istifadesine imkân bırakmaktır. Bugün bütün dünya matbuat kadar, hatta belki de ondan daha mühim bir neşir, telkin ve propaganda vasıtası olan radyoyu kendi inhisarında tutan ve muhalefetin ondan faydalanmasına imkân bırakmayan bir hükümetin, hatta şeklen olsun, kendisinin demokratik prensiplere taraftar olduğunu iddia etmesine imkân yoktur. Bugün yeryüzünde hiçbir demokrat memleket gösterilemez ki, onun radyo istasyonlarında muhalefetin sesi yükselmesin’.

Halbuki, bugün böyle durum değildir. CHP iktidarının 1949’da ve 1950’de çıkardığı kanunlarla muhalefete tanıdığı ‘radyoda konuşma hakkı’ DP tarafından 1954’de kaldırıldı.

CHP iktidarında radyonun DP toplantılarını yayınladığını, seçim zamanında muhalefet partilerine de saatler ayrıldığını vurgulayan vekiller, şunları kaydediyor:

“Radyo ve basın hürriyeti mevzuunda bugün hangi DP’li çıkıp da 1950’de ağır lisanla tenkit ettiğiniz sistemin çok gerisinde olduğumuzu inkâr eder. Esefle görmekteyiz ki radyo her zamankinden daha fazla tek taraflı, basın her zamankinden daha fazla tazyik altındadır.” 

Ne diyelim, fazla söze gerek yok, bakalım yaşananlar bize neyi gösterecek?

(Süleyman Boyoğlu)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder