25 Kasım 2021 Perşembe

YOKLUĞUNDA...

 

                                            Yokluğunda,

                                            Kitaplara, müziğe, şiire sığınıyorum

                                            İkimizin şarkısını dinliyor,

                                            Şarkıya eşlik ediyorum

                                            Şimdi uzaklarda da olsan

                                            Belki bir şekilde sesimi duyar

                                            Şarkımıza eşlik edersin.

                                            Hüseyin Boyoğlu


13 Kasım 2021 Cumartesi

ŞEHİRLERE AKIN VE VAROŞLAR...

        Türkiye nüfusu 1950 genel nüfus sayımından bu yana sürekli artış gösteriyor. Bu sayımda 20 milyon 947 bin 188 olan insan sayımız 1955 sayımında 24 milyon 111 bin 778’e çıkıyor. Beş yıl içinde Türkiye nüfusu yüzde 3 oranında bir artışla dünyada en ileri bir nüfus artış hızını elde ediyor. Bugün ise nüfusumuz 84 milyona dayanmış vaziyette…

      Türkiye’de genel nüfus artışı yanında bir de şehirlerin kalabalıklaşması ve köylerden şehirlere doğru bir insan akını olayı da dikkat çekiyor. Sadece köylerden mi? Yanı başımızdaki Suriye’de ve Afganistan’da yaşanan iç savaştan kaçan beş-altı milyona yakın insanın göçü de şehirleri ve ilçeleri dolduruyor.

      Bu tehlikeli gelişmeye ta 1959 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Araştırma Bürosu’nun Rebii Barkın, Osman Okyar ve Doğan Avcıoğlu’na hazırlattığı “Şehirlere Akın ve Mesken Dâvası” kitapçıkta, nüfus artışının doğurduğu bazı sosyal ve ekonomik sorunlara dikkat çekiliyor:

       “Artan nüfusun evvela gıda ve sonra da diğer yaşam ihtiyaçlarının temini için milli istihsalin artan nüfusla beraber ve onun ihtiyaç talebini karşılayacak ölçüde artması zaruridir.. Bu olmadıkça umumi maişet seviyesi gitgide düşer ve içtimai bir sefalet manzarası peyda olmağa başlar. İstihsalin artması için istihsal vasıtalarının çoğaltılması ve yeni istihsal vasıtaları yaratılması, yani kısa tabirle yatırım yapılması şarttır.

        Yatırım hacmini artırmak ve yatırımları en verimli şekilde yürütmek bugün Türkiye’nin halletmek zorunda bulunduğu büyük meselelerden biridir. Eğer bu gayret yapılmazsa büyüyor gibi görünen Türkiye bünyece zayıflar ve nüfus artışı faydalı değil, zararlı olur.  Bu duruma göre bugün dünya için belli başlı bir endişe mevzuu olan nüfus artışı probleminin Türkiye’yi en çok düşündüren hayati bir mevzu olması icap eder.”

         Şehirleşmenin doğurduğu türlü sorunlar arasında en üzücü ve en tehlikelisinin “gecekondulaşma” olduğuna işaret edilen kitapçıkta, gecekondu davasının sosyal bünyemizin ciddi bir hastalığı olarak ele alınması ve gerçek nedenlerinin araştırılarak teşhisinin konulmasına zaruret olduğuna vurgu yapılarak; “Bütün bu meseleler halledilmedikçe gerçek bir milli kalkınmadan bahsolunamaz. Halbuki iktidar (Demokrat Parti), bunların hiçbiri üzerinde ciddiyetle durmamış, hal çareleri aramamıştır. 45 bin traktörün ithali ile halledileceği sanılan zirai kalkınma denemesi plansız teşebbüslerin en başta gelenlerinden biridir. Ziraatta makineleşme politikası, ekilen arazinin genişlemesi ve havaların iyi gitmesi sayesinde ilk yıllarda istihsalin artmasına müncer olmuştur. Fakat çabucak ekime müsait toprakların hududuna varılmış, hatta bu hudut aşılmıştır. Hektar başına alınan mahsulü yani toprağın verimini artırmak için hiçbir gayret sarf edilmediğinden, zira istihsali, bilhassa hububat istihsalini 1953’ten sonra artırmak mümkün olmamıştır” deniliyor.

          Her yıl 800 bin nüfus artışı ile milli üretimle geçinmesinin olanaksızlığını kaçınılmaz olacağına vurgu yapılan kitapçıkta, Amerikan yardımı ile buhranın savuşturulmaya çalışıldığına işaret ediliyor.

          Kitapçıkta, Birleşmiş Milletler Gıda ve Ziraat Teşkilatı (F.A.O.) uzmanlarının yaptıkları incelemede, traktörlerle sahası günden güne genişletilen kuru ziraatta verimliliğin artmadığı, ekime elverişli toprakların yağmurlarla sürüklenip götürülmesi olan erozyon olayı nedeniyle Türkiye’nin bir müddet sonra ekim sahalarından mahrum kalmak gibi çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor:

         “F.A.O’nun tarafsız ilmi bir görüş ve vazife icabı en iyi niyetle yaptırdığı bu tetkiklerin neticesini gösteren raporlar nazara alınmamıştır. Daha bugünden Amerika’dan buğday, pirinç, et, tavuk, süt tozu ve saire gibi zirai ayni yardım olmazsa Türkiye’nin iaşe meselesinde ciddi güçlüklere maruz kalacağı muhakkaktır.

          Görülüyor ki Türkiye’de çok önemli pek çok davalar hızla gelişmekte ve bunların başında zirai istihsal ve verimlilik ve bununla sıkı sıkıya münasebeti olan köylerdeki boşalma ve şehirlerdeki kalabalıklaşma meseleleri gelmektedir.

         Toplumun selameti için ciddi tedbirler almak zamanı çoktan gelmiştir. 1950-55 yılları arasında köylerden şehirlere doğru vuku bulmakta olan göçlerin adeta bir akın şeklini alması ve bundan doğan türlü sosyal davaların yarattığı buhran alınacak tedbirlerde çok acele etmemiz lazım geldiğini göstermektedir.”

          Şehirleşmenin hayat seviyesindeki bir yükselmeyi gösterdiğini, zira insan emeğinin endüstri alanında, tarımdakinin birkaç misli daha verimli olduğu vurgulanıyor:

         “Endüstrinin sağladığı fazla gelirle insanlar medeni ihtiyaçlarını kolaylıkla karşıladıklarından toplumun hayat standardı yükselir. Mesela, 1937 senesinde İngiltere’nin 46 milyon nüfusunun yüzde 80’ni resmen şehir mıntıkası olarak kabul edilen yerlerde oturmakta idi ve İngiliz milleti dünyanın gıpta ettiği bir refah seviyesine erişmiş bulunuyordu.    

          Şehirleşme muayyen bir iktisadi gelişmenin neticesinde vaki oluyorsa makbuldür; yani şehirlerde köylerden göçen halkın iş gücünü tam yerinde kullanacak tesisler kurulur, istihsal vasıtaları ve imkanları çoğalır ve bunlar sayesinde insan gücünden daha fazla istihsal ve daha üstün bir verim sağlanırsa, o zaman bir ilerleme söz konusu olabilir. Yoksa köylerde yaşayan insanlar topraktan elde ettikleri mahsullerle fiilen geçinmek imkânı bulamazlarsa ve şehirlerde içine düşecekleri en düşkün hayat şartları bunlara köylerde çektikleri mahrumiyetten daha ehven gelir. Bu sebepten köyle boşalarak şehirler yoksul bir toplulukla dolarsa o zaman şehirleşme ilerlemenin değil, ancak sosyal bir gerilemenin ifadesi olarak kabul edilmek lazımdır.”

         1959’da Türkiye’de yaşayan nüfusun yaklaşık dörtte üçünün köylerde, dörtte birinin şehirlerde oturduğuna vurgu yapılan kitapçıkta, “Türkiye şehirleri gitgide büyümektedir. Şehirlerimizdeki kalabalıklaşmanın sebebi şehirlerin köylülere nazaran daha çok üremesi değildir, tersine üreme endeksi başka memleketlerde yapılan istatistik araştırmalarının gösterdiği gibi köylerde şehirlerden daha fazladır. Şehir nüfusunun artması köylülerin şehirlere taşınmasından ileri gelir. Böylece Türkiye belirli bir şehirleşme hareketi içindedir” deniliyor.

       Kitapçıkta, parlak şehir hayatı, makineli ziraat, sanayileşme gibi nedenlerin yanında, bir işçinin kalifiye olmadan bile şehirdeki kazancının kuru ziraat ile üretim yapan bir rençberin yıllık kazancının çok üstünde olmasının da şehirlere olan ilgiyi artırdığı vurgulanıyor.

        Köylerdeki küçük çiftçi ailelerinin genellikle birden göç etmediği, evvela aile fertlerinden birinin sonra diğerlerinin şehre geldiğine işaret edilen kitapçıkta, bir köylünün şehre yerleşebilmesi için önce basit malzemelerle yapacağı bir gecekonduya ihtiyaç duyduğu vurgulanan kitapçıkta, bunu yapabilmesi için de akrabalarının ve köylülerinden yardım aldığına dikkat çekiliyor.

       Aşağıda verdiğim linkte, yukarıda anlatılanlar benim ve ailemin köyden kente göçünün hemen hemen bir pratiğidir.      


http://suleymanboyoglu.blogspot.com/2018/12/bir-koy-okulu-hikayesi-daha.html

 

           GELDİĞİMİZ NOKTA

    

        Bugün vardığımız noktada, şehirler artık “lebalep” doldu. Gecekondu semtleri pek kalmadı, gecekonduların yerine çok katlı binalar, gökdelenler yapıldı. Çamurlu, tozlu yollar azaldı; hemen hemen bütün yollar köylere kadar asfaltlandı. Her eve su, elektrik ve doğalgaz bağlandı. Sabit telefonun yerini cep telefonu, internet aldı. Siyah-beyaz televizyonlar atıldı, dev ekranlı televizyonlar yerini aldı, ama bir şey alınamadı; o da huzur ve mutluluk…

        Huzurun ve mutluluğun olabilmesi için güvenceli bir iş, iyi bir eğitim ve sağlık olması lazımdı. Maalesef geldiğimiz aşamada ne şehirlerde ne de köylerde bunlardan eser kalmadı. Şehirlerde varoşlar çoğaldı, köyler kahvelerle doldu.

         Fabrika açılışları, temel atmalar durdu. Üretim olmayınca çılgın tüketim de kalmadı. Köylü kara sabanı bıraktı traktör aldı, traktörü çalıştıracak mazot alamadı. Ya da ürettiği ürünü pazarlayamadı. Besicilik bitti… Et, peynir ithalatı derken, ot-saman ithal eder olduk.

         Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de iki yıla yakın Covid-19 belasıyla cebelleşir olduk. Gelişmiş Avrupa ülkeleri aşı sorunlarını hallederken, biz işimizi geri kalmış-bıraktırılmış ülkeler gibi Allah’a havale ettik. Ne diyeyim! Allah “çalışkan, zeki” halkımıza akıl fikir versin…

         (Süleyman Boyoğlu) 

DATÇA'LI "ATLI CENGİZ"...

 

Datça’nın toprak zenginlerinden Cengiz Acar, benzin, mazot ve gaz zamlarından etkilendiği için değil, ata olan tutkusundan her gün Kızlan Köyü’nden Datça merkeze atıyla gidip geliyor. (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)