Yokluğunda,
İkimizin şarkısını dinliyor,
Şarkıya eşlik ediyorum
Şimdi uzaklarda da olsan
Belki bir şekilde sesimi duyar
Şarkımıza eşlik edersin.
Hüseyin Boyoğlu
YAYIN KURULU: Süleyman Boyoğlu, Raşit Yakalı, Ali Kılıç, Gürcan Arıtürk, Rüya Özkalkan. /Bu blog Basın Ahlâk Yasası'na tamamen uyar ve amatör bir ruhla hazırlanır. Yazı ve fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem başlatılır../
Yokluğunda,
İkimizin şarkısını dinliyor,
Şarkıya eşlik ediyorum
Şimdi uzaklarda da olsan
Belki bir şekilde sesimi duyar
Şarkımıza eşlik edersin.
Hüseyin Boyoğlu
Türkiye nüfusu 1950 genel nüfus sayımından bu yana sürekli artış gösteriyor. Bu sayımda 20 milyon 947 bin 188 olan insan sayımız 1955 sayımında 24 milyon 111 bin 778’e çıkıyor. Beş yıl içinde Türkiye nüfusu yüzde 3 oranında bir artışla dünyada en ileri bir nüfus artış hızını elde ediyor. Bugün ise nüfusumuz 84 milyona dayanmış vaziyette…
Türkiye’de genel nüfus artışı yanında bir
de şehirlerin kalabalıklaşması ve köylerden şehirlere doğru bir insan akını
olayı da dikkat çekiyor. Sadece köylerden mi? Yanı başımızdaki Suriye’de ve
Afganistan’da yaşanan iç savaştan kaçan beş-altı milyona yakın insanın göçü de
şehirleri ve ilçeleri dolduruyor.
Bu tehlikeli gelişmeye ta 1959 yılında
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Araştırma
Bürosu’nun Rebii Barkın, Osman Okyar
ve Doğan Avcıoğlu’na hazırlattığı “Şehirlere Akın ve Mesken Dâvası”
kitapçıkta, nüfus artışının doğurduğu bazı sosyal ve ekonomik sorunlara dikkat çekiliyor:
“Artan nüfusun evvela gıda ve sonra da
diğer yaşam ihtiyaçlarının temini için milli istihsalin artan nüfusla beraber
ve onun ihtiyaç talebini karşılayacak ölçüde artması zaruridir.. Bu olmadıkça
umumi maişet seviyesi gitgide düşer ve içtimai bir sefalet manzarası peyda
olmağa başlar. İstihsalin artması için istihsal vasıtalarının çoğaltılması ve
yeni istihsal vasıtaları yaratılması, yani kısa tabirle yatırım yapılması
şarttır.
Yatırım hacmini artırmak ve yatırımları
en verimli şekilde yürütmek bugün Türkiye’nin halletmek zorunda bulunduğu büyük
meselelerden biridir. Eğer bu gayret yapılmazsa büyüyor gibi görünen Türkiye
bünyece zayıflar ve nüfus artışı faydalı değil, zararlı olur. Bu duruma göre bugün dünya için belli başlı
bir endişe mevzuu olan nüfus artışı probleminin Türkiye’yi en çok düşündüren
hayati bir mevzu olması icap eder.”
Şehirleşmenin doğurduğu türlü sorunlar
arasında en üzücü ve en tehlikelisinin “gecekondulaşma” olduğuna işaret edilen
kitapçıkta, gecekondu davasının sosyal bünyemizin ciddi bir hastalığı olarak
ele alınması ve gerçek nedenlerinin araştırılarak teşhisinin konulmasına
zaruret olduğuna vurgu yapılarak; “Bütün bu meseleler halledilmedikçe gerçek
bir milli kalkınmadan bahsolunamaz. Halbuki iktidar (Demokrat Parti), bunların
hiçbiri üzerinde ciddiyetle durmamış, hal çareleri aramamıştır. 45 bin
traktörün ithali ile halledileceği sanılan zirai kalkınma denemesi plansız
teşebbüslerin en başta gelenlerinden biridir. Ziraatta makineleşme politikası,
ekilen arazinin genişlemesi ve havaların iyi gitmesi sayesinde ilk yıllarda
istihsalin artmasına müncer olmuştur. Fakat çabucak ekime müsait toprakların
hududuna varılmış, hatta bu hudut aşılmıştır. Hektar başına alınan mahsulü yani
toprağın verimini artırmak için hiçbir gayret sarf edilmediğinden, zira
istihsali, bilhassa hububat istihsalini 1953’ten sonra artırmak mümkün
olmamıştır” deniliyor.
Her yıl 800 bin nüfus artışı ile
milli üretimle geçinmesinin olanaksızlığını kaçınılmaz olacağına vurgu yapılan
kitapçıkta, Amerikan yardımı ile buhranın savuşturulmaya çalışıldığına işaret
ediliyor.
Kitapçıkta, Birleşmiş Milletler Gıda
ve Ziraat Teşkilatı (F.A.O.) uzmanlarının yaptıkları incelemede, traktörlerle
sahası günden güne genişletilen kuru ziraatta verimliliğin artmadığı, ekime
elverişli toprakların yağmurlarla sürüklenip götürülmesi olan erozyon olayı
nedeniyle Türkiye’nin bir müddet sonra ekim sahalarından mahrum kalmak gibi çok
ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor:
“F.A.O’nun tarafsız ilmi bir görüş ve
vazife icabı en iyi niyetle yaptırdığı bu tetkiklerin neticesini gösteren
raporlar nazara alınmamıştır. Daha bugünden Amerika’dan buğday, pirinç, et,
tavuk, süt tozu ve saire gibi zirai ayni yardım olmazsa Türkiye’nin iaşe
meselesinde ciddi güçlüklere maruz kalacağı muhakkaktır.
Görülüyor ki Türkiye’de çok önemli
pek çok davalar hızla gelişmekte ve bunların başında zirai istihsal ve
verimlilik ve bununla sıkı sıkıya münasebeti olan köylerdeki boşalma ve
şehirlerdeki kalabalıklaşma meseleleri gelmektedir.
Toplumun selameti için ciddi tedbirler
almak zamanı çoktan gelmiştir. 1950-55 yılları arasında köylerden şehirlere
doğru vuku bulmakta olan göçlerin adeta bir akın şeklini alması ve bundan doğan
türlü sosyal davaların yarattığı buhran alınacak tedbirlerde çok acele etmemiz
lazım geldiğini göstermektedir.”
“Endüstrinin sağladığı fazla gelirle insanlar
medeni ihtiyaçlarını kolaylıkla karşıladıklarından toplumun hayat standardı
yükselir. Mesela, 1937 senesinde İngiltere’nin 46 milyon nüfusunun yüzde 80’ni
resmen şehir mıntıkası olarak kabul edilen yerlerde oturmakta idi ve İngiliz
milleti dünyanın gıpta ettiği bir refah seviyesine erişmiş bulunuyordu.
Şehirleşme muayyen bir iktisadi
gelişmenin neticesinde vaki oluyorsa makbuldür; yani şehirlerde köylerden göçen
halkın iş gücünü tam yerinde kullanacak tesisler kurulur, istihsal vasıtaları
ve imkanları çoğalır ve bunlar sayesinde insan gücünden daha fazla istihsal ve
daha üstün bir verim sağlanırsa, o zaman bir ilerleme söz konusu olabilir.
Yoksa köylerde yaşayan insanlar topraktan elde ettikleri mahsullerle fiilen
geçinmek imkânı bulamazlarsa ve şehirlerde içine düşecekleri en düşkün hayat
şartları bunlara köylerde çektikleri mahrumiyetten daha ehven gelir. Bu
sebepten köyle boşalarak şehirler yoksul bir toplulukla dolarsa o zaman
şehirleşme ilerlemenin değil, ancak sosyal bir gerilemenin ifadesi olarak kabul
edilmek lazımdır.”
1959’da Türkiye’de yaşayan nüfusun
yaklaşık dörtte üçünün köylerde, dörtte birinin şehirlerde oturduğuna vurgu
yapılan kitapçıkta, “Türkiye şehirleri gitgide büyümektedir. Şehirlerimizdeki
kalabalıklaşmanın sebebi şehirlerin köylülere nazaran daha çok üremesi
değildir, tersine üreme endeksi başka memleketlerde yapılan istatistik
araştırmalarının gösterdiği gibi köylerde şehirlerden daha fazladır. Şehir
nüfusunun artması köylülerin şehirlere taşınmasından ileri gelir. Böylece
Türkiye belirli bir şehirleşme hareketi içindedir” deniliyor.
Kitapçıkta,
parlak şehir hayatı, makineli ziraat, sanayileşme gibi nedenlerin yanında, bir
işçinin kalifiye olmadan bile şehirdeki kazancının kuru ziraat ile üretim yapan
bir rençberin yıllık kazancının çok üstünde olmasının da şehirlere olan ilgiyi
artırdığı vurgulanıyor.
Köylerdeki küçük çiftçi ailelerinin
genellikle birden göç etmediği, evvela aile fertlerinden birinin sonra
diğerlerinin şehre geldiğine işaret edilen kitapçıkta, bir köylünün şehre
yerleşebilmesi için önce basit malzemelerle yapacağı bir gecekonduya ihtiyaç
duyduğu vurgulanan kitapçıkta, bunu yapabilmesi için de akrabalarının ve
köylülerinden yardım aldığına dikkat çekiliyor.
Aşağıda verdiğim linkte, yukarıda
anlatılanlar benim ve ailemin köyden kente göçünün hemen hemen bir pratiğidir.
GELDİĞİMİZ NOKTA
Bugün vardığımız noktada, şehirler
artık “lebalep” doldu. Gecekondu semtleri pek kalmadı, gecekonduların yerine çok
katlı binalar, gökdelenler yapıldı. Çamurlu, tozlu yollar azaldı; hemen hemen bütün yollar köylere kadar asfaltlandı. Her eve su, elektrik ve doğalgaz bağlandı. Sabit telefonun yerini
cep telefonu, internet aldı. Siyah-beyaz televizyonlar atıldı, dev ekranlı
televizyonlar yerini aldı, ama bir şey alınamadı; o da huzur ve mutluluk…
Fabrika açılışları, temel atmalar
durdu. Üretim olmayınca çılgın tüketim de kalmadı. Köylü kara sabanı bıraktı
traktör aldı, traktörü çalıştıracak mazot alamadı. Ya da ürettiği ürünü
pazarlayamadı. Besicilik bitti… Et, peynir ithalatı derken, ot-saman ithal eder
olduk.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de iki
yıla yakın Covid-19 belasıyla cebelleşir olduk. Gelişmiş Avrupa ülkeleri aşı
sorunlarını hallederken, biz işimizi geri kalmış-bıraktırılmış ülkeler gibi Allah’a havale ettik. Ne diyeyim! Allah “çalışkan, zeki” halkımıza
akıl fikir versin…
(Süleyman Boyoğlu)
Datça’nın toprak
zenginlerinden Cengiz Acar, benzin, mazot ve gaz zamlarından etkilendiği için
değil, ata olan tutkusundan her gün Kızlan Köyü’nden Datça merkeze atıyla gidip
geliyor. (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)