1950 SEÇİMLERİNDE İKTİDARA GELEN DP İLE
MUHALEFETE DÜŞEN CHP’NİN BASINA BAKIŞI
Türkiye’nin ilk siyasi partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 9 Eylül 1923 tarihinde “Halk Fırkası” adıyla kurulur. Partinin kurucusu ve genel başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olur. Genel başkan vekilliğine de İsmet Paşa (İnönü) atanır.
Serbest
Fırka’dan önce partinin adı 6 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nden 9 Eylül 1923
tarihine kadar “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti”, 9 Eylül’den 10
Kasım 1924 tarihine kadar “Halk Fırkası”, 10 Kasım 1924’ten 1931 tarihine kadar
Cumhuriyet Halk Fırkası, 1931 Kurultayı’ndan sonra ise Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) olur.
Partinin
kurucusu ve genel başkanı olan Atatürk, 29 Ekim 1923 tarihinde
Cumhurbaşkanlığı’na seçildikten sonra parti işlerini yürütmek üzere Başvekil
İsmet Paşa’yı da partinin Genel Başkan Vekilliği’ne tayin eder.
Ülkede
1923 yılından 1945 yılı son baharına kadar iki defa çok partili siyasi hayata
geçiş denemesi yapılır. İlk deneme “Terakkiperver Fırkası”yla olur, ancak
gericilerin Cumhuriyet ve devrimler aleyhine harekete geçmeleri, ardından da
Atatürk’e karşı girişilen “İzmir Suikastı” ve bu partiye mensup bazı kişilerin
adlarının karışması nedeniyle parti kapatılır.
İkinci
deneme ise eski başbakanlardan Fethi Okyar’ın kurduğu “Serbest Fırka” ile olur.
Bu partide de gericilerin etkin rol oynamaya başlamaları üzerine bizzat parti
genel başkanı Okyar’ın dikkatini çeker. Okyar, Cumhuriyet ve devrimlerin
tehlikeye düştüğünü görerek partisini kapatmaya karar verir ve kapatır.
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ
CHP,
İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinden itibaren demokrasiye geçişi sağlayacak
ve teşvik edecek önlemler almaya başlar. Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı
İsmet İnönü, 1945 yılı 19 Mayıs konuşmasında, “siyasi ve fikir hayatında
demokrasi prensiplerinin daha geniş ölçüde hüküm süreceğini” açıklar.
Gazeteleri
kapatmak yetkisi hükümette olduğu halde, gazetelerin tenkitleri olağan
karşılanmaya başlanır ve tölerans gösterilir. İlk defa tek dereceli seçim
sistemi kabul edilir. Siyasi haklara sahip kadın-erkek bütün yurttaşların milli
iradenin tecellisine katılmalarına olanak hazırlanır. Üniversitelere muhtariyet
ve ilim adamlarına hürriyet sağlayan kanun kabul edilir. Cemiyetlik kanununda
yapılan değişiklikle, “izne tabi olmak” esası kaldırılarak sadece beyanname
vermek suretiyle cemiyet ve partilerin kurulması olanağı yaratılır.
İşte
bu gelişmeler ışığında 1945 yılının son baharında Milli Kalkınma Partisi
kurulur. 8 Ocak 1946 tarihinde de CHP’den ayrılan Adnan Menderes ve arkadaşları
Demokrat Parti’yi (DP) kurarlar. Ardından bu partiden ayrılan bir kısım
milletvekili ise Millet Partisi’ni kurar.
Siyasi
partiler peş peşe kurulurken 12 Temmuz 1947 beyannamesi ile idarenin
tarafsızlığı ve muhalefet partilerinin emniyeti konusunda ileri adımlar atılır.
1949’da Basın-Yayın ve Turizm Kanunu ile muhalif partilere devlet radyosunda
zaman ayrılarak, görüşlerini millete açıklama olanağı tanınır.
1950’de
Seçim Kanunu tasarısı hazırlanır. Tasarı CHP ve DP’nin ittifakı ile kabul
edilir. Muhalefetin radyo, basın hürriyeti ve toplantı hürriyetinden geniş
ölçüde faydalanmasını mümkün kılan şartlar oluşturulur ve 1950 yılı 14 Mayıs’ında
genel seçim yapılır. Yapılan seçim sonrası Demokrat Parti (DP), 416, CHP 69
milletvekilliği kazanır. DP, 27 yıllık tek parti (CHP) iktidarına son verir ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluk milletvekilliğini elde eder. Böylece
CHP serbest ve dürüst bir seçimle milletin emanetini Demokrat Parti’ye
devreder.
CHP’NİN YAYIN ORGANI ULUS
CHP’nin
yayın organı Ulus gazetesi 18 Mayıs
1950 tarihli nüshasında birinci sayfadan büyük puntolarla “Muhalefete Geçerken” başlığı altında şunları yazar:
“Muhalefete
geçerken kararımızı ilan ediyoruz:
1-
Şahsiyatla uğraşmayacağız. Tevfik Fikret’in yazdığı gibi: Bir vatan gitti,
fakat bitmedi hâlâ sen, ben –Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz. Bizim
fikirlerimize aykırı fikirlere, fikirle mukabele edeceğiz. Şahsiyatla uğraşmak
programımızın da prensiplerimizin de dışında kalacaktır. İnsanlara çamur atmak
kötü şeydir. Kimseye çamur sıçratmayacağız ve bunun memleket terbiyesi, millet
ve basın ahlâkı için ne kadar lüzumlu ve faydalı bir şey olduğunu en az dört
yıllık bir sabır göstererek herkese öğreteceğiz.
2-Söz
ve tenkit hürriyetine dokunulmazlık isteyeceğiz.
3-Toleransımız
vardır ve tolerans bekleyeceğiz. Büyük Fransız mütefekkiri Voltaire demiştir
ki: ‘Bütün fikirlerinizin aleyhindeyim. Fakat bütün bu fikirleri tam bir
hürriyet içinde söyleyebilmenizi ömrümün sonuna kadar müdafaa edeceğim. Bir
İngiliz mütefekkiri de medeniyeti şöyle tarif eder: Medeniyet, adaletin,
asayişin ve toleransın muhassalasıdır. Bu prensiplere göre hareket edeceğiz.
4-Kafalarımızın
vazifesini kafalara, gönüllerin borcunu gönüllere tanıyarak olur olmaz
meselelerde bunları birbirine karıştırmayacağız. Bu memleket, bize koca bir
Rumeli’yi kaybettiren Balkan harbinde (Biz itilafçıyız) diyen subaylar bile
görülmüştür. Gene bu memleket milli mücadele yıllarında Anadolu’da
ayaklandıkları zaman: Yahu, memleket batıyor! Bu günlerde dahili isyan olur
mu?’ diyenlere: ‘Biz bilmem ne oğullarıyız. Osmanoğulları batarsa batsın!’ diye
cevap verenleri de tepelemek zorunda kalmıştır.
5-Başına
(Milli) sıfatını getirmek şöyle dursun, tek başına kalan (Husumet)le bile
mücadele edeceğiz. İktidara karşı daima dostluk eli uzatarak bununla
övüneceğiz.
6-Yalnız
Atatürk inkılâbının iki büyük düşmanına, kara irticaa ve kızıl komünizme karşı
kin ve nefret besleyeceğiz.
İşte!
Muhalefete girişirken bayrağımızdaki okların sayısı kadar çekincelerimiz
bunlardır.”
MENDERES’İN İNÖNÜ’YÜ HEDEF ALAN
SÖZLERİ
Ne
yazık ki DP Genel Başkanı ve Başbakan (Başvekil) Adnan Menderes, ilerleyen
günler ve yıllarda CHP ile yayın organı Ulus gazetesini meydanlarda ve
kongrelerde çok sert eleştirir. 15 Mayıs 1952 tarihinde Balıkesir İl
Kongresi’nde muhalefet lideri İsmet İnönü’ye hedef aldı ve şunları söyler:
“İnönü’nün
iddialarına göre matbuat yüz seneden beri misli görülmemiş bir baskı
altındadır. Halbuki onlar iktidarında matbuat için ceza müeyyidesi bile koymak
ihtiyadı içinde değildiler. Matbuatı toptan esir etmişlerdi. Daha dün işlerine
gelmeyen neşriyatı durdurmak için gençleri tahrik ederek İstanbul’un göbeğinde
gazete matbaalarını hak yeksan ettiren onlar değil midirler? Ankara’da Ulus’tan
başka bir gazete çıkabilir miydi? İstiklâl Mahkemeleri, Örfi İdareler ne güne
duruyordu? Telefon emri ile gazeteler kapatılıyordu. Ve böyle bir devrin
mes’ulü şimdi çıkıp Abdülhamit devri dâhil tarihimizde bugünkü gibi bir matbuat
baskısı görülmemişti, diyor. Bunlar ciddi konuşmalar değildir. Çünkü bugün
herkes matbuatın nasıl hür olduğunu ve hatta bu hürriyeti ne derece suiistimal
ettiğini eline gazeteyi alan görüyor ve okuyor. Matbuatın işbaşında bulunan
hükümete karşı sövmek bahsinde kullandıkları müstehcen kelimeleri burada
tekrarlayamam. Bu sözlerden yalnız bir tanesi İnönü devrinde söylenmiş olsa idi
bunu söyleyip yazanın bütün ailesi kökünden kazınırdı. Bana misal göstersinler.
Haksız denebilecek bir hakaretten mahrum olan tek gazeteci varsa numunesini
göstersinler. "
İNÖNÜ: “GAZETELERİN VAZİFELERİ
GÜÇLEŞMİŞTİR”
Aynı
tarihte CHP lideri İsmet İnönü de Trabzon’da halka hitaben bir konuşma yapar.
İnönü’nün konuşması adeta Adnan Menderes’e yanıt niteliğindedir:
“Gazeteler
kendi hürriyetlerini artık müdafaa edecek durumda değildirler. Gazetelerin
memlekete karşı olan vazifeleri son derece güçleşmiştir. Gazeteci ya satın
alınmaya razı olacak veyahut dürüst bir ticaret müessesi olarak çalışmasını
tehlikeye atacaktır. Ceza üstüne ceza, mahkeme üzerine mahkemeyi göze
alacaktır. Gazeteler bu kadar baskıya nasıl tahammül ederler. Basın hürriyeti
bu vasıflar altında işlemez hale gelirse başımıza gelecek zararların haddi
hesabı yoktur. Bugünkü idarenin adı demokrasiden başka her şeydir. Yalnız
demokrasi değildir. Bu politikanın devamında memlekete fayda yoktur.
Huzursuzluk her gün biraz daha artmaktadır. İç politika bugün tamamıyla
anti-demokratik bir istikamet tutmuştur. Ne olacaktır bilemem. Fakat vatandaşın
bilmesi lâzımdır.”
MARKO VE MALUM PAŞA'NIN KAPATILMASI
Adnan Menderes, 4 Mart 1953 tarihinde başbakanlık binasında bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ülkenin iç siyasi durumu hakkında şunları söyler:
“İktidara
geldiğimiz zaman hürriyeti tehdit ve tehdit eden unsurlar olarak
karşılaştığımız hadiselerin başında gelen komünistlik, Ticanilik ve buna
mümasil olarak amele ve gençlik arasında yapılan tahrikat (kışkırtılar) idi.
BBM’simizin
kabul ettiği Atatürk İnklâplarını Koruma Kanunu ile komünist neşriyatını
tasfiye etmiş bulunuyoruz. Açıktan açığa komünist neşriyatı yapan Nâzım Hikmet
Dergisi, Nuhun Gemisi İdare-i Maslâhat, Medet, Baştan, Gençlik, Bağrıyanık,
Gerçek gibi gazete ve mecmualardan başka maskeli bir surette komünist telkinatı
yapan Marko Paşa, Malûm Paşa, Çamır, Eşek, İbret, Yeni Baştan, Hücum Sesi,
Şeytan, Çarıklı, Erkânıharp, Kurusıkı, Vur Patlasın gibi gazete ve mecmualar
bulunuyordu..
Ceza
Kanunu’nda yapılan tadilatla bunlar kapatılmış ve tevlid ettikleri zarar
bertaraf edilmiştir. Türkiye Komünist Partisi’ne mensup ve bu partiye aidatlarını
ödemiş kayıtlı azalardan 180 kadarı da tevkif edilmiş bulunuyordu. Bu partinin
zararlı faaliyeti tamamen bertaraf edilmiş, bu partiye meyilli olanlar ve
alakalarının kesildiği kat’i delile bağlanmış bulunanlar da tamamen zabıtanın
tarassutu altına sokulmuştu. Bundan başka Sosyalist Partisi de sosyalist nikafı
altında. Fakat hakikatte komünist faaliyette bulunduğu tespit edildiğinden bu
da zararsız hale getirilmiştir. Bu gizli yuvalar en çok talebe arasında
tahrikata girişmiş, amelelerin arasına da sızmağa çalışmışlardır.”
Menderes,
öte yandan Sebilülreşat, Ehlisünnet, İslam Yolu, Allah Yolu gibi gazetelerin de
sağcılık neşriyatı yaptıklarını belirtiyor, şöyle devam ediyor:
“Bunlarla
da mücadeleye giriştik. Bu gazeteleri de kapatarak mes’ullerini mahkemeye
verdik. Memleketimizde her türlü dini itikad ve imanlar hiçbir tereddiye
uğramadığına göre dini siyasette kullanmakta bütün partiler birleşmeli ve bize
yardımcı olmalıdırlar. Bu mukaddes mevzuu ele alıp rey avcılığında kullanmak
hususunda partilerin birbirleriyle yarışı memlekete felaket getirebilir. Bu
bahiste partilerin çok dikkatli olmalarını tekrar ikaz ederim.”
NEŞİR HÜRRİYETİ
Menderes,
genel seçimlerin yaklaştığı günlerde (26 Ocak 1954 yılında)
İstanbul-Beyoğlu’ndaki Serkldoryan Kulübü’nde basın mensuplarına yaptığı
açıklamada da şunları ifade ediyor:
“Neşir
hürriyeti demokratik rejimin temel teminatıdır. Neşir hürriyeti olmayan bir
memlekette hiçbir hürriyet yok demektir. Yalnız neşir hürriyeti ile şeref ve
haysiyetlere tecavüz, şantaj, yalan havadis yaymak, âmmenin sulh ve sükununu
bozmak fiillerinin birbirine karıştırmamak lazımdır. Biz bir taraftan neşir
hürriyetine daha geniş imkânlar hazırlamak fakat diğer taraftan da bu ikinci
kısımdaki suçları işleyenlerle de mücadele etmek azim ve kararındayız.”
DP
seçimleri ikince kez kazanarak iktidar olduktan sonra 1 Şubat 1956 tarihinde
Demokrat Parti grup toplantısında üniversite hocalarının durumunu ele alınır.
Menderes,
toplantıda şunları söyler:
“Orman
tahsili görmüş, ormancı bir grup profesör, rektör fiili siyaset yaparak hükümet
aleyhinde bulunuyor. Baytar profesör basın hürriyeti olmadığı hakkında
konuşuyor. Bu tip insanlar siyasetten ne anlarlar? Üniversite içinde işleri
yokmuş gibi ve Türkiye’de millet tarafından seçilmiş bir BMM namevcutmuş gibi
bunlar bir araya toplanarak hükümeti murakabeye hakları olduğu iddiasıyla bir
takım kararlar almaktadırlar. Aramızda bir profesör İktisat Vekili vardı. Tam 4
sene 8 ay vekillik sandalyesinde bulundu. Şimdi Hürriyet Partisi’ne geçince,
‘İşler bozuktur’ diye feryadı basıyor. Mademki işler bozuktu neden o zaman çare
bulamamışlar, yahut vazifelerine devam etmişler?”
İNÖNÜ: BASIN HÜRRİYETİ MESELESİ HAD
SAFHADA
Muhalefet
lideri İsmet İnönü, 12 Ekim 1958 tarihinde CHP İstanbul İl Kongresi’ne katılır.
İnönü, kongrede yaptığı konuşmada, “İdeal yolunda bütün vatandaşların bir araya
gelmelerini ve güçlerini birleştirmelerini” isteyerek, şunlorı söyler:
“Basın
hürriyeti meselesi had bir safhaya girmiştir. Mevzuat hiçbir memlekette
olmadığı kadar ağırdır. Basınımız ölçüsüz tazyikler altında maddi manevi
tahribata uğramaktadır. 100 seneden beri, demokratik rejime girmek için
geçirdiğimiz güçlüklerin başında, basın hürriyetine alışmak konusu başlıca
meselelerimizden biridir. 1945’den beri yaptığımız tecrübede, basın hürriyetine
alışmak, bütün zorlukları yenerek mümkün olmuştu. Her müessese gibi basın da
vazife yolunda, müspet ilerleme devrinde bulundukça tabii bir tekâmül
gösteriyordu. Basının hiç şüphesiz
başarılı bir tecrübeden sonra yeniden baskı devrine sürülmesi, memleketin
siyasi tekâmülü ve milletin ilerleyip yükselmesi için çok hüzün ve ıstırap
verici bir dert olmuştur. Demokrat Parti genel başkanının şerefli basına reva
gördüğü tecavüzler aslında hür fikirli basına karşı maddi kuvvetlerin acze
düşmüş olduğunu gösteriyor. Basın hürriyetinin kesin zaferi bir avuç şerefli
idealistlerin fedakârlığı ile emniyete alınmaktadır. Bu konuda geçilen yolun
son dayanma merhalesine geçiyoruz.”
İnönü,
16 Kasım 1958 tarihinde CHP Yozgat İl Kongresi’nde basın hürriyeti konusunda
şunları ifade eder:
“Başlıca
murakabe cihazı olan basın, vazifesini bilir, fedakâr azası dışında memleket
menfaatine işlemez hale getirilmiştir. Gün geçmez ki basının şerefli olan bir
unsuru mahfedilesiye bir hüküm giymesin. Essai idaresinin tel örgüsü
arkasındaki siyasi kapı yerine, artık yalnız memleket için değil, dünyada
şöhret yapan (Ankara Hilton) ceza salonu bir çok şerefli basın mensubunun
durağı olmuştur.
Görülen
lüzum üzerine hâkimlerin emekliye ayrılması hareketi geniş ölçüde devam ediyor.
Vicdan istiklâlini muhafaza etmiş hâkimler kurtarıcı bir şeref yıldızı gibi
parlıyor ve başlarına gelecek çeştli mağduriyetleri göze almış nadir
kahramanlardan sayılıyor. Türk cemiyetinin böyle bir siyasi içtimai hava içinde
yaşatılması büyük insafsızlıktır.”
Ne
yazık ki Türkiye’de demokrasinin ömrü uzun olmadı… Gerek Demokrat Parti’nin
keyfi uygulamaları; basına ve basın mensuplarına uyguladığı sansür ve cezalar,
gerekse askerlerin rahatsızlığı sonucu 27 Mayıs 1960 darbesi, ağır aksak ilerleyen demokrasiye ağır bir darbe vurdu.
Her şey sil baştan; yeni anayasa ve yeni kanunlar yapıldı. Gelin görün ki bu
süreçte uzun sürmedi. Bu kez de 1971 ve 1980 darbeleriyle demokrasimiz yerlerde
sürüklenir oldu. Geldik bugünlere… Bakalım bu talihsiz coğrafyada daha neler
neler göreceğiz!
(Süleyman
Boyoğlu)
Kaynak: Tarihçi yazar Orhan
Koloğlu arşivi ve 9 Eylül 1962 tarihli “CHP 39. Yıldönümü” kitapçığı…