26 Aralık 2012 Çarşamba

SEDAT SİMAVİ ÖDÜLLERİ...

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 2012 Sedat Simavi Ödülleri'ni kazananlara ödülleri dün akşam The Marmara Oteli'nde düzenlenen törenle verildi. (Fotoğraf: Raşit Yakalı)

24 Aralık 2012 Pazartesi

KAVALALI AİLESİ...

                            Kavala’dan İstanbul’a Bir Beyaz Türk 
                                            Ailesinin Öyküsü
          Osmanlı'ya yakın bir Paşa baba, Cumhuriyet'e âşık bir oğul. Küçük yaşta belinde silah Yunanlılara karşı topraklarına sahip çıkan bir adam… Zeynep Emeç’in Hüseyin Kavalalı’nın üç kızının en küçüğü Nakime Çullu'nun gözünden yazdığı bu kitap, sizi tarihin karanlık dehlizlerinde macera dolu bir yolculuğa çıkaracak.
          Zeynep Emeç tarafından yazılan, Destek Yayınları arasında çıkan bu biyografik romanda, Kavalalı Ailesi’nin Kavala-İskenderiye, İskenderiye-İstanbul hattında geçen hikâyesi anlatılıyor…
          Kavala'nın önde gelen ailesine mensup, dönemin fabrikatörü Hüseyin Kavalalı, İstanbul'da tütün ticaretiyle uğraşıyordu. Atatürk'ün isteği üzerine milletvekili oldu, İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı yaptı, İş Bankası’nın ve dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı Mim Mim'in kurucuları arasında yer aldı... Tütün ticareti sayesinde hem ülkesine para kazandırdı, hem de tütün ticaretinin yurt dışına açılmasına liderlik etti. Hüseyin Kavalalı, son nefesini verene kadar vatanı için çalıştı.
         Hüseyin Kavalalı’nın üç kızının en küçüğü Nakime Çullu'nun gözünden yazılan bu kitap, sizi tarihin karanlık dehlizlerinde macera dolu bir yolculuğa çıkaracak… 
         Zeynep Emeç, kitabın yazılış hikâyesini şu sözlerle anlatıyor:
         “Soğuk bir kış akşamı tanıştım kitabın kahramanı, eşim Ali’nin anneannesi Nakime Çullu’yla. Krem rengi ipek gömleği, siyah kumaş eteği, arkadan toplanmış saçlarıyla kapıyı açtığında heyecandan kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Sıcaklığıyla ve güler yüzüyle sakinleştim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım sohbette Saraçhanebaşı’ndaki köşkün güzelliğini dinledim. O kadar güzel ve keyifli anılarla dolu bir hayattı ki, yaşadığı yıllarca dinlemeye doyamadım. O dönemde gazeteci olarak çalıştığım için bilgileri sadece beynime kaydetsem de bir süre sonra kâğıda dökmeye başladım. Eşimin yıllardır biriktirdiği fotoğraf ve belgeleri aklımdaki notlarla birleştirdim. İlk sayfalarda her cümlenin arkasından bakıp düşünsem de bir süre sonra klavye kendiliğinden yazmaya başladı. Kimi zaman yazdıklarıma hayran kaldım, kimi zaman da onlardan düşmanım gibi nefret ettim. Ama kelimelerle anlaşıp orta yolu bulduk. Ben sevdim ilk çocuğumu, umarım siz de seversiniz...”

FENAMİZAH'IN YENİ SAYISI YAYINDA...

          Yayın yönetmenliğini Karikatürcüler Derneği Genel Sekreteri Aziz Yavuzdoğan'ın yaptığı uluslararası mizah dergisi FENAMİZAH'ın 52 sayfalık 11. sayısı yayınlandı.
        Türkiye'den ve dünyadan tanınmış karikatürcülerin yanısıra genç çizerlerin çalışmalarının da bulunduğu dergide, ülke gündemini yansıtan karikatürler, çizgi-romanlar, bant karikatürler, mizah yazıları ve öyküsü, sergiler, etkinlikler ve yarışmalar-duyurular yer alıyor.

www.fenamizah.com

BABIALİ'DE YANGIN...

                                          
Cağaloğlu'ndaki İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binasında bugün sabaha karşı yangın çıktı. Yangın itfaiye ekiplerinin uzun uğraşıları sonucu söndürüldü. Tarihi bina kullanılamaz hale geldi. (Fotoğraf: Yılmaz Canel)

20 Aralık 2012 Perşembe

"VAY KİTABIN BAŞINA GELENLER"...

                                      
                                                 (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
          Gazeteci-yazar Emin Karaca’nın “Vaaay Kitabın Başına Gelenler” adlı kitabı Belge Yayınları’ndan çıktı.
          430 sayfalık kitabını okuyucularıyla buluşturan Emin Karaca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yayıncılar Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Türkiye Merkezi ve Çevirmenler Meslek Birliği’nin TGC Lokali’nde bir araya gelerek kitap yasağı konusunun ele aldıkları toplantıda bir konuşma yaptı. Karaca, Türkiye’nin yasaklar cenneti ülkesi olduğunu belirterek, özetle şöyle dedi:
         “Kitap yasağı yıllardır pek çok yayıncı ve yazarların kâbusuydu. 1933’te Kazım Karabekir Paşa’nın ‘İstiklal Harbinin Esasları’ kitabı daha piyasa çıkmadan, matbaadan, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çevresindeki arkadaşları Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih Bozok gibi kişilerce kamyona doldurularak Yeşilköy’de kireç ocaklarında yaktırıldı.
        1968’de Nazım Hikmet’in ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ romanını yayınlayan Gün Yayınları’nın sahibi Mehmet Ali Ermiş, kitap toplatılıp kovuşturma açıldığında, sorgu yargıcına ifade verirken kalp krizinden öldü. Sonuç olarak kitap yasakları, yazarlara maddi manevi acılar çektirdi.” 

15 Aralık 2012 Cumartesi

RUHİ SU YÜZ KARİKATÜR SERGİSİ...

 Ruhi Su’nun 100. doğum yılı olması nedeniyle TMMOB ile Homur Mizah ve Karikatür Grubu’nun birlikte düzenlediği “Ruhi Su Yüz Karikatür Sergisi”, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası’nda açıldı.
Çok sayıda çizerin ve yurttaşın katıldığı açılış töreninde Ruhi Su Dostlar Korusu bir konser verdi. 30 Aralık tarihine kadar açık kalacak sergi, her gün 09.00 ile 18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

13 Aralık 2012 Perşembe

UĞUR MUMCU FUTBOL TURNUVASI...

                                
      CHP Maltepe İlçe Başkanlığı Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Birimi’nin organize ettiği “Uğur Mumcu Futbol Turnuvası”  15 Aralık 2012-26 Ocak 2013 tarihleri arasında yapılacak. 
     24 Ocak 1993 tarihinde aracına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitiren gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun adını yaşatmak amacıyla Maltepe Başıbüyük Stadyumu’nda yapılacak turnuva, 16 mahalleden 160 CHP üyesinin katılımıyla gerçekleşecek. Turnuva finali ise CHP İstanbul 1. Bölge milletvekillerinin katılımı ile 26 Ocak günü yapılacak.
     CHP Maltepe İlçe Başkanlığı Basın Yayın Halkla İlişkiler Birimi’nden yapılan açıklamada, “Turnuvanın bütün masrafları parti üyelerinin kendi ceplerinden karşılanacaktır. Turnuvanın geleneksel hale dönüşmesi için de her türlü çalışma yapılacak” denildi.

22 Kasım 2012 Perşembe

ERGİN KONUKSEVER'İN FOTOĞRAF SERGİSİ...

                İstanbul Kültür Sanat ve Yaşam Derneği'nin organizasyonuyla düzenlenen "Tarihe Işık Tutan Objektif Gazi Gazeteci Ergin Konuksever" fotoğraf sergisi, Bakırköy Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi'nde açıldı.
                                     Kamil Dede (solda), Ulaş Bardakçı (ortada), Mahir Çayan (sağda)   
       Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Onur Kurulu Üyesi ve İstanbul Gazeteciler Derneği Basın Meclisi Başkanı Ergin Konuksever’in fotoğraf sergisinin açılışını TGC Başkanı Orhan Erinç yaptı. Serginin açılışına İstanbul Gazeteciler Derneği (İGD) Başkanı Engin Köklüçınar ile CHP eski milletvekili ve Gaziantep eski belediye başkanı Celal Doğan'ın yanı sıra çok sayıda gazeteci ile davetli katıldı.
                                          Deniz Gezmiş Sultanahmet Alman Çeşmesi önünde
       Ergin Konuksever, "Hazandan Önce Babıali" kitabımda 68 öğrenci olaylarını, Kıbrıs Barış Harekatı'nı, gazetecilikte yaşadığı ilginç olayları detaylı bir şekilde anlatmıştı. Ancak, yer darlığı nedeniyle Türk basınına ışık tutacak fotoğraflarına yer verememiştik.
                                          Hüseyin İnan (ortada), Yusuf Aslan (sağda)
       Ergin Konuksever'le fotoğraf sergisini bugün birlikte gezmek ve fotoğraf çekmek için sözleştik. Hava yağışlı idi. Konuksever, trafik yoğunluğu nedeniyle sözleştiğimiz saatte gelemedi, gelinceye kadar sergiyi dolaştım, daha sonra da Kültür Merkezi'nde görevli Suna Olcak Özbek hanımla sohbet ettik. Yarım saat gecikmeyle Konuksever ve İstanbul Kültür Sanat ve Yaşam Derneği Başkanı Neşe Berber, sergi salonuna geldiler. Sergiyi Ergin Konuksever ile bir kez daha dolaştık. Sergiden bolca fotoğraf çektim.
                                         Ergin Konuksever en beğendiği fotoğraflarından birinin önünde...
  (Süleyman Boyoğlu)


        

EZGİLERLE MÜZİK...



Mehmet ÜNLÜ
                                     
                        LATİN MÜZİĞİ


                       Değerli müzikseverler,   
                       Bu yazımda, Latin ülkelerinin kendine özgü müziğini inceleyeceğiz. Nasıl bir müzik türüdür? Nasıl ortaya çıkmıştır? Bunları inceleyip, arşivleri karıştıracağız.
                       Evet….                      
                       Bir gizemdir Latin Müziği..
                       Bir var oluşun tarihsel geçmişi ile insan onurunun nüvelerinden, duygu, yapı ve aksiyon kriterlerinin sentezi ile birlikte, sözcüklerin sübjektif değil, adeta doğaçlama ile ortaya çıkması sonucu, ezgilerle bütünleşerek bizlere ulaşan bir müzik türüdür Latin Müziği..
                      Adeta bir yeraltı kaynağı gibidir Latin Müziği..                    
                      Saftır, yalındır, durudur, müthiş güleryüzlüdür. Buram buram hoşgörü kokar. İnsanı var eden güzellikleri yansıtır, sımsıcaktır. En güzeli barışa hizmet eden bir misyonu olduğu gibi; derdi, kederi, elemi, tüm stresleri insan ruhundan söküp atar ve adeta bir yatıştırıcı gibidir.  Kısacası natüreldir Latin Müziği…
               Yapılan araştırmalar, Kristof Colomb’un Amerika Kıtası’nı keşifiyle, Latin Müziği’nin Güney Amerika’da başlayan kölelik uygulamasıyla ortaya çıktığını bize gösterir..                                          
                      Evet..15. yüzyılda  Colomb’un  keşifinden sonra koskoca kıtaya, en kalabalık yerlerden insanları taşıyıp yerleşmelerini sağlamak zorunluluğu ortaya çıkar.  Ancak ne var ki,  Güney Amerika’nın bir avuç zengini, tarlalarını sürecek, işlerini yapacak hizmetçi bulmakta zorluk çekerken, en yakın yer olarak bilinen İspanya’ya göç etmiş Afrikalılar’ın bu işe uygun olduğu anlaşılır.
                      Zaten, hizmetçilik yaptırılan Afrikalı insanların karşılaştığı zulüm sadece İspanya ile sınırlı kalmaz. Nerede ise dünyayı saran insanlık dışı “köle” ticareti, Güney Amerika’ya da sıçradıktan sonra,  daha vahim hale gelir..
                      Belli bir zümre bu ticaretten çok büyük paralar kazanırken, aynı oranda Afrikalılar’ın çilesi hizmetçiliğin yanı sıra aşağılanma, sövme, hatta işkence görme boyutlarına kadar varır..                 
                      İspanya’dan Latin Amerika’ya götürülen bu insanlar kendi aralarında zaman içinde esaretlerini ifadecek ezgileri mırıldanmaya, daha sonra belleklerinden dillerine düşen acıları ifade eden cümlelerden oluşan şarkıları, Afrika-İspanya ritimlerinin bir sentez oluşturduğu doğal bir müzik türü geliştirirler ki, bu müzik türü Karayip Adaları’na kadar kısa sürede ulaşır. Ve bu müzik türü, bir süre sonra ”Afro-Cuban” adı verilen bir türe dönüşür.            


                            Enrique Maestre


Tanınmış Latin Müzik araştırmacısı-perküsyon sanatçısı  Enrique Maestre kaleme aldığı kitabında, bu türde Macho, Montuno, Negrita, Pregon, Tumbao, Sabrosa  danslarının yer aldığını konu etmektedir.. Hatta bu türlerin zamanla Küba müzik sitillerini oluşturduğunu da vurgular.
                    Enrique Maestre, Salsa dansını, dünya çapında Celia Cruz’un yaygınlaştırarak,  kraliçe unvanı aldığını ortaya çıkardığı gibi,  uzun bir dönem yine dünyayı saran Bossa-Nova’nın yaratıcısının da  Antonio Carlos Jabim olduğunu işaret eder.
                   Bir araştırmada da,  El Cuarta de Tula’nın bestecisi Luis Marquetti’den, Mambo kralı olarak tanınan besteci-timbalci Tito Puente’nin Latin Müziği’nin ilk duayenlerinden olduğu anlaşılır.
                   Latin müziğinde enstrüman olarak, Karayib yerlileri tarafından kullanılan “marakas”, daha önceleri Küba’da limanda gemi halatı yaparken jütlerin liflerini ayırtmakta kullanılan “guiro”, 1930’lu yıllara kadar yalnızca “Afro-Cuban” kökenli “Santeria” inancına göre yapılan özel törenlerde  “Bata” davulları kullanılırken,, Arap müzisyenlerden alınan ve  İspanyollar tarafından Küba’ya getirilen “Bongo” gibi çok sayıda enstrüman Latin müziğinde artık büyük bir özenle kullanılmaya başlanır. Ve Bongo, Latin Müziği’nin kendine has vurmalı sazı olarak yerleşir.                                 
                              KÖLE MÜZİĞİ

                    İspanyol-İtalyan şarkı formundaki  “Trova” temasının karışımı ile birlikte Latin Müziği’nin esas çıkış noktası ise 1500 yılından yani 15’nci yüzyılın başlarından itibaren filizlenir.
                    Bantu, Yoruba, Dahomey ve Kalabarlı kölelerce imal edilen ve vurmalı çalgı müziği olan Musica Ritualstico, turistlerin daha kolay dans edebilmeleri amacıyla özellikle Küba’da kullanılan ritimler daha sade hale getirilir.
                Böylece Latin Müziği,  Orestes ve İsrael ‘Cachao’ Lopez’in etkileriyle 1948 yılında Enrique Jorrin’in buluşu  “cha cha”dan, 1989’da Avrupa’da en çok satan müzik türü Lambada’ya kadar uzanır..
                  Yazar Meastre, “Küba müziğinin kökleri diğer kültürlerden farklı olarak kölelik, istibdat ve nadir olgular sonucu kaderin bir cilvesi olarak bir araya toplanmıştır. İdari teşkilatlardan ve uluslararası güç dengelerinden, sosyal koşullardan, açlıktan, öfkeden ve karmaşadan etkilenmiştir. Ancak müzik her zaman güçlüdür. Müzik hiçbir zaman baskı altına alınamamıştır ve kendi yolunda gider. Müzik bir tarih kitabıdır ve zamanın aynasıdır demektedir.
                   Bütün bunların sonucunda, Latin Amerika’da 600’den fazla, Karayip’lerde 275’ten fazla ve Küba’da ise 100’den fazla ritim bulunduğu ortaya çıkar..
                  Eşi Türk olup İstanbul’da yaşamını sürdüren Enrique Maestre, Küba’da halen 89 çeşit ritmin kullanıldığını da ifade eder.
                  Son yıllarda Ricky Martin, Shakira ve Afro Cuban All Stars grubundan İbrahim Ferre, Compay Segundo gibi sanatçılar sayesinde kalplerde taht kuran Latin Müziği,  Maestre sayesinde günümüzde anlamını bulacak ve önem kazanacak duruma gelir. Bu arada “Ayhan Sicimoğlu Latin All Stars” grubu da halen aynı yolda başarıyla ilerlemektedir.
             Enrique Maestre’nin, bu konuda çok geniş araştırmalara yer verdiği 2005 yılında “Latin Perküsyon  & Latin Müzik Tarihi” isimli kitabı Türkçe olarak da yayınlanmıştır.
                  Bu arada önemli bir özelliği ise, Kuzey Meksika’nın sade,  Küba’nın ise karışık ezgileri ile, Heitor Villa-obos senfonileri ve Andean flüt ezgilerini içinde barındıran Latin Müziği’nin, o bölgedeki bütün ülkelerin müziklerini de içermesidir.. Ayrıca Latin Müziği’nin, Latin Amerika’nın tarihsel gelişimindeki Nueva Cancion denilen devrim hareketinde önemli bir rolü de vardır. Latin ülkelerinin ortak yanlarından biri de dilleridir. Örneğin Brezilya’da İspanyolca ve Portekizce konuşulur.   
                  Birçok müzik türünün yer aldığı Latin Amerika’da, Andean müzik Peru, Bolivya, Ekvator, Şili ve Venezüella gibi Güneybatı Amerika'yı, Orta Amerika müziği ise El Salvador, Belize, Nikaragua, Panama, Guatemala, Honduras ve Kosta Rika’yı kapsar.
                Karayip müziği ise, Haiti,’nin yanı sıra İspanyolca ve Fransızca’nın hakim olduğu adalar gurubunda, Küba, Martinique, Guadeluope, Porto Riko, Dominik Cumhuriyeti’nde de yayılmıştır. Ayrıca, İspanya ve Portekiz kökenlilerin yaşadığı Francaphone Adaları’nda da Karayip müziği yaygındır ancak ilginç tarafı bu adalar Latin ülkesi olarak kabul edilmez.
                Brezilya geniş bir arazi ülkesine sahip ve Portekiz sömürgesi olmasının yanında toplumunda çok çeşitlilik hakimdir.. Ancak, müzik türü kendine özel ve kendine özgüdür.
                Sonuç olarak, İspanya, Latin Amerika’nın bir parçası olmadığı halde, İspanyol ve Portekiz müziği ile Latin Amerika müziği birbirlerinden beslenmiş iken,  Latin Müziği İngiliz, Amerikan ve (yazımın girişinde bahsettiğim gibi) Afrika müziğinin etkisi altında da kalmıştır.

21 Kasım 2012 Çarşamba

TGC VE TGS TUTUKLU GAZETECİLERİN YANINDA...



         Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi, 12 Eylül’de açlık grevine başlayan ve açlık grevinin sonlandırılmasından sonra hastaneye kaldırılan DİHA Editörü Tayip Temel'i ziyaret etti. Görüşmenin ardından Yaşar ve İpekçi, TGC Diyarbakır Temsilcisi Faruk Balıkçı'nın da katılımıyla Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nde basın toplantısı düzenledi.
       Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar, basın özgürlüğünün demokrasinin olmazsa olmazı olduğuna dikkat çekti. Gazetecilere yönelik yapılan her türlü baskının basın özgürlüğünü zedeleyen en önemli faktörlerden birisi olduğuna dikkat çeken Yaşar, Adalet Bakanlığı'ndan aldıkları izinle görüştükleri tutuklu Tayip Temel'in genel sağlık durumuna ilişkin bilgilendirmede bulundu.

74 KİLODAN 60 KİLOYA DÜŞMÜŞ

     Adalet Bakanlığı'ndan aldıkları izinle tutuklu Temel ile görüştüklerini dile getiren TGC Yönetim Kurulu Üyesi RecepYaşar, şöyle konuştu: 
    "Bildiğiniz gibi Temel açlık grevinde olduğu ve cezaevindeki açlık grevi de sona erdiği için hastaneye kaldırılmıştı. Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde kendisini ziyaret ettik. Öncelikli kendisinin sağlık durumunun iyi olduğunu belirtmek istiyorum. Doktorların bize verdiği bilgiye göre bir süre daha serumla beslenecek. Vücudun normal besini almasını sağlayacak bir süreç gerekiyor. Tedavisinin 10-14 gün devam edebileceğini söylediler. Meslektaşımız açlık grevi sürecinde 74 kilodan 60 kiloya düşmüş." 
    Temel'in kendileri aracılığıyla ilettiği mesajı da paylaşmak istediklerini ifade eden Yaşar, sözlerini şöyle sürdürdü: 
     "Meslektaşımız Türkiye’de bir çatışma ortamı olduğunu, insanların öldüğünü ve bu çatışma ortamının sona ermesi ve diyalog yolunun açılması için toplumsal bir duyarlılık yaratmak ve aynı zamanda anadilde savunma yapmak amacıyla bu greve başladıklarını söyledi. Bugün bu duyarlılık oluştuğu için de açlık grevine son verdiklerini bizlere iletti. Aynı zamanda açlık grevinin sona ermesinde emeği ve katkısı olan herkese teşekkürlerini ilettiğini de belirtelim" ifadelerini kullandı. 
  TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi de KCK dosyası kapsamında yargılan gazetecilerin de 5 Kasım tarihinden itibaren açlık grevine dahil olduklarını belirterek, "Arkadaşlarımız amaçlarına ulaştıklarını düşünerek yine kendi iradeleriyle bu grevi sonlandırdıkları için mutluyuz" şeklinde konuştu.

GÖRÜŞME İZNİ İPTAL EDİLDİ

  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu’nun dün Bakırköy Kadın Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve açlık grevi eyleminde bulunan DİHA Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Koçak ve Özgür Gündem Gazetesi Editörü Ayşe Oyman'a yapacağı ziyaret Adalet Bakanlığı’nca tutuklu gazetecilerin hastanede olmaları nedeniyle iptal edildi.

17 Kasım 2012 Cumartesi

TÜYAP KİTAP FUARI AÇILDI...



Bu yılki ana teması çocuk edebiyatı olan "TÜYAP 31. İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı" bugün Büyükçekmece'de açıldı. "Onur Yazarı" Gülten Dayıoğlu, konuk ülkesi de Hollanda olan fuarda Türkiye'den ve başka ülkelerden yazarlar, illüstratörler ve editörler çocuk edebiyatını konuşacak, tartışacaklar. Fuar 25 Kasım tarihine kadar açık kalacak. (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

15 Kasım 2012 Perşembe

TGC VE TGS'DEN AÇLIK GREVİNDEKİ GAZETECİLERE ZİYARET...



Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), İstanbul Bakırköy ve Diyarbakır cezaevlerinde açlık grevine başlayan gazetecileri ziyaret edecek.

Türkiye genelindeki cezaevlerinde sürdürülen ölüm oruçları 65. gününe girerken tutuklu gazetecilerin bir bölümü de eyleme destek veriyor. Cezaevindeki gazetecilerin durumunu yakından takip eden Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Adalet Bakanlığı’na başvurarak İstanbul ve Diyarbakır’daki açlık grevi yapan gazetecileri ziyaret için izin istedi. Adalet Bakanlığı da ziyaret için izin verdi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi, 19 Kasım Pazartesi günü Diyarbakır D tipi cezaevinde tutuklu bulunan gazetecilerden Tayyip Temel’i ziyaret edecek.

İkinci ziyaret Bakırköy L Tipi Kadın Cezaevi'ne yapılacak. TGC Başkan Vekili Turgay Olcayto, Genel Sekreter Sibel Güneş, Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar ve TGS Başkanı Ercan İpekçi, 20 Kasım Salı günü Bakırköy L tipi kadın cezaevindeki  açlık grevi yapan gazeteciler Ayşe Oyman ve Fatma Koçak’ı ziyarete gidecek.

14 Kasım 2012 Çarşamba

BÂB-I ÂLİ'NİN SOFRALARI...


BÂB-I ÂLİ'NİN ÇINARLARINDAN HİKMET ANDAÇ,
SELAMİ TURGUT GENÇ, ZAFER ATAY, SERACEDDİN 
ZIDDIOĞLU,  BÂB-I ÂLİ’NİN SOFRALARINI ANLATTILAR:

                          MUZAFFER’İN YERİ “SOFRA”

        Cağaloğlu’nda Nuruosmaniye Caddesi’nde, CHP eski İstanbul İl Başkanlığı’nın karşısında  “Sofra” adında bir kebapçı vardı. Döneri, iskenderi meşhurdu... Sahibinin adı Muzaffer idi. Muzaffer sosyalist bir insandı. Babıâli’nin düşünürleri, emekçileri, yazarları, çizerleri, romancıları ve yayıncılarının çoğunluğu Sofra lezzetini tatmıştır. Yemek yerken de sofra muhabbetleri yapar, bir sofra kültürü oluştururlardı. Gazete mutfağından sofra mutfağına transfer olan bu zevat, büyüğünden küçüğüne o yemek seansı içinde hoş bir zaman geçirirlerdi.
      Sofra iki katlıydı. Her gün öğle vakti basın mensupları orada bir kucaklaşma gerçekleştirirdi. Bülent Ecevit, Çetin Altan, Yaşar Kemal, Nehar Tüblek, Necati Zincirkıran gibi yazı işleri müdürleri, yazarlar, ressamlar, çizerler Sofra’ya gelirlerdi.
      İskender kebap kayık tipli tabakla gelirdi. Sadece öğlen yemeği yenilirdi.
Sofra 70’in ortalarına doğru kapandı…   

                ÇAMLIK, ÇINAR VE İSTANBUL LOKANTASI

         Babıâli çalışanlarının gittiği Divanyolu Caddesi’nde Çamlık, Çınar adlı lokantalar da vardı. Bir de Molla Fenari sokakta ciğer, köfte ve piyaz yapan Arnavut’un yeri ile Sirkeci’ye inerken solda İstanbul Lokantası vardı. Nuruosmaniye Caddesi'nde Milliyet'in tam karşı sokağında Bilgeoğulları Kebapçısı ile Valiliğin karşısında Vilayet Lokantası vardı.
        Ayrıca Çemberlitaş’ta meşhur bir köfteci daha vardı, o köfteci hâlâ duruyor. Şimdiki Basın İlan Kurumu İstanbul Şubesi’nin yakınında ‘Fettah’ın Yeri’ de vardı. Buranın pilakisi ile pilavı meşhurdu…
        Lokanta ve kebapçılardan başka Nuruosmaniye Caddesi’nde bir de şıracı vardı. Bu da uzun yıllar Babıâli çalışanlarına hizmet etti. Sirkeci’de Büyük Postane’ye dönerken sağ başta iki tane de yan yana iki şerbetçi vardı. Birinin adı İzmir Şerbetçisi’ydi. Bunların karadut, mandalina, portakal şurupları meşhurdu. Bugün ise hâlâ varlığını sürdüren Hacıber Şekerci’sinin ‘Demirhindi şerbeti’ beğenilirdi.
(Süleyman Boyoğlu)

12 Kasım 2012 Pazartesi

MARTILARIN SİMİT KARDEŞLİĞİ...

                                                     (Fotoğraf: Rüya Özkalkan) 

10 Kasım 2012 Cumartesi

FENA MİZAH'IN KASIM SAYISI YAYINDA...


       Türkiye'den ve dünyadan tanınmış karikatürcülerin yanısıra genç çizerlerin çalışmalarının da bulunduğu uluslararası Fena mizah dergisinin 9. sayısı yayında. 52 sayfalık bu sayıya 31 ülkeden 71 yazar ve çizer katkı yaptı. Dergide, ülke gündemini yansıtan karikatürler, çizgi-romanlar, bant karikatürler, mizah yazıları ve öyküsü, sergiler, etkinlikler ve yarışmalar-duyurular yer alıyor.
       Yayın yönetmenliğini  Aziz Yavuzdoğan'ın yaptığı e-derginin Kasım-2012 sayısında yazılarıyla/çizgileriyle yer alanlar:
Aile (Turkey): 
İbrahim Ersaraç, Yurdagün Göker, Erdoğan Başol, Raşit Yakalı, İbrahim Tapa, Aziz Yavuzdoğan, Muhittin Köroğlu, Şevket Yalaz, Osman Yavuz İnal, Ekrem Borazan, Seçkin Temur, Muammer Kotbaş, Hasan Efe, Ahmet Öztürtürlevent, Cem Koç, Sezer Odabaşoğlu, Bülent Okutan, Vedat Kemer, Hakan Çelik, Gülay Garip Koçerdin, Gülgün Çako, Erhan Tığlı, Gülşah Eteker, Emrah Arıkan, Mehmet Saim Bilge, Can&Ali, Volkan Abatay, Bahadır Uçan, Keziban Özkol, Ramazan Özçelik, Melek Durmuş, Ersin Altın.
Uluslararası usta karikatürcüler:   
JULI  SANCHIS AGUADO (Spain), FRANCISCO PUNAL (Spain), SABAHUDİN HADZİALİC (Bosnia-Herzegovina), IGOR SMIRNOV (Russia), VICTOR CRUDU (Russia), JORDAN POP-ILIEV (Macedonia), ALEXANDER DUBOVSKY (Ukraine), OLEKSY KUSTOVSKY (Ukraine), WESAM KHALİL (Egypt),ISTVAN KELEMEN (Hungary), TOSO BORKOVIC (Serbia), SZCZEPAN SADURSKİ (Poland), CZESLAW PRZEZAK (Poland), IVALIO TSVETKOV (Bulgaria), ALİ DİVANDARİ (Iran), DARKO DRLJEVIC (Montenegro), HULE HANUSIC (Austria), NIVALDO PEREIRA DE SOUZA (Brasil), ARTURO ROSAS (Mexico), MARINA GORELOVA (Belarus), MARK LYNCH (Australia), VAHİD KERMANİ (Iran), MAKHMUD ESHONQULOV (Uzbekistan),  WILLEM RASING (Netherland), PJKERIO (France),  B.V. PANDURANGA RAO (India), TURAL HASANLI (Azerbaijan) ARSEN GEVORGYAN (Armenia), İSMAİL KERA (Czech Republic), EL TOTO (Argentina), RAQUEL ORZUJ (Uruguay), RAUL FERNANDO ZULETA (Colombia), STANISLAW KOSCIESZA (Poland), EVZEN DAVID (Czech Republic), VALERY ALEXANDROV (Bulgaria), BIRA DANTAS  (Brasil), CHAKIB ALMAI (Morocco), JIRI SRNA(Czech Republic), HENRYK CEBULA (Poland).
Konuk şair: Tekin Gönenç.

Not: Çizgileriyle ve yazılarıyla dergide yer almak isteyen karikatürcüler, sonraki sayı için çalışmalarını en geç 15 Kasım 2012 tarihine kadar fenamizah@gmail.com adresine gönderebilirler.

"ÇİZGİLERLE İSTANBUL"...

         Ferit Öngören'in "Çizgilerle İstanbul" karikatür sergisi Tepebaşı'ndaki İBB Karikatür Mizah Merkezi'nde bugün açıldı. 2010 yılında kaybettiğimiz Ferit Öngören'in anısına açılan sergi 30 Kasım tarihine kadar açık kalacak.
        Arkadaşları ve dostlarının katıldığı serginin açılışında Ferit Öngören'in eşi Melek Öngören'e sergide eşinin en çok hangi karikatürünü beğendiğini sordum. Emekli avukat Melek Öngören, beğendiği karikatürün önünde durarak şöyle dedi:
"Rahmetli eşim Ağrı Karaköse'de 60'lı yıllarda askerlik yaparken İstanbul'u hayal ediyor ve bu karikatürü çiziyor. O nedenle karikatürleri arasında en beğendiğim bu gösterdiğim 'Uzakta İstanbul' karikatürüdür. İstanbul'u gravür tarzıyla çizmişti."
         Serginin açılışına İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası sanatçıları da müzikleriyle renk kattı...

                         (Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

7 Kasım 2012 Çarşamba

ORHAN KOLOĞLU BİR HAFTA YÜZÜNÜ NEDEN YIKAMADI!..


      KOLOĞLU, ATATÜRK'LE KONYA'DA KARŞILAŞMASINI ANLATTI:  

       "Yıl 1937, 8 yaşındaydım. Konya’da büyük babam Eşref Balum'la yaşıyordum. Atatürk "Hatay meselesi" için trenle Adana istikametine gidiyordu. Tren Konya tren istasyonunda durdu. Görkemli bir karşılama oldu. Büyük babam da beni tren istasyonuna götürmüştü. Atatürk trenden indi, kendisini karşılayan mülki erkanla birlikte yürümeye başladı.Tam büyük babamla benim de aralarında bulunduğum kalabalığın önünden geçerken, büyük babam beni birden öne itiverdi. Atatürk gülümseyerek baktı ve yanağımı okşadı. Sonra da yoluna devam etti. 
        Bunun sonucu eve döndükten sonra ben bir hafta boyunca yüzüme su sürmedim. Beni o zamanlar büyük babam büyük bir leğenin içine koyup yıkardı, ama bir hafta boyunca o da yüzüme su ve sabun sürmedi. Hayatım boyunca o anı unutamadım…"
(Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

6 Kasım 2012 Salı

ATEŞ NESİN...


(Fotoğraf: S.Boyoğlu)


NANİK ATAK
---------------------------

Hazırlopçu ülke

Hükümetin tarım politikalarını eleştiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu
 "Ülke samana muhtaç "demiş
İki gönül bir olunca samanlık bile seyran olamayacak artık bu ülkede
desenize!
 ***

LAF OLA...
Tanıyayım tanımayayım, unutulmuş ünlü garibanlar için, ben de gece 
düzenlemeye karar verdim. Hiç olmazsa hem bir hayır duası alırım 
hem de cukkayı sağlama!

***

Bu ülkede en ince hesapları matematik bilenler değil, hinoğlu
hinler yapar!

YENİ NESİL ÇOCUKLAR...

                                                           (Fotoğraf: Caner Gören)
  
                                                        OĞLUM MEHMET'TEN...
Gürcan Arıtürk

   4 yaşındaki oğlum Mehmet Arıtürk, evde, mutfak masasında resim yaparken kalemini düşürdü, bana "baba kalemi alır mısın" dedi. Sinirlendim, "niye sen almıyorsun" diye kızdım. Aldığım cevap: "Ama baba ben sanatçıyım eğilemem ki" (Sanatçıya saygı duymayanlar çocuk kadar olamıyorlar)

  Sabırsız bir kişiyim. Bir gün bilgisayarda bir şeylere bakmak istiyorum, yine sabırsızlanıyorum. Benim sabırsızlığımı gören oğlum Mehmet bana şöyle seslendi: "Bekle baba yükleniyor" (Benim çocukluğumda bilgisayar yoktu ama bir hamalın yüklenmesini bile daha geç yaşta söylemişimdir, böylesine doğallıkla)

  Oğlum Mehmet Barcelona'daki bir trende bir İspanyolun ayağına çarptı. Hemen "I'm sorry, I'm baby" dedi. Amerika'da da kendisine teşekkür edenlere  "no problem" diyordu. (İngilizceyi öğrenmeyi yurtdışındaki çocuk parklarında yabancı çocuklarla oynamak için çok istiyor, tabii onların arabalarını-oyuncaklarını istemek için de)

   Mehmet'in beraber oynadığı akranı-arkadaşı Deniz çocuk parkında düştü. Mehmet, yaklaşık 100 metre koşarak geldiği bize "Büyük bir problemimiz var" diyerek Deniz'in düştüğünü bildirdi. (Mehmet, arkadaşına yardım etmek yerine düştüğünü söylemeyi tercih etti. Çoğu büyük de öyle yapmıyor mu yardım etmiyor, söylüyor, hatta söyleniyor)

   Mehmet'e göre sigara içenler bile bile ölmek istiyor. (Bence de sigara içenler kendilerini bile düşünmüyorsa başkasını nasıl düşünsün, sigara içenler bencil bile değil, hiçcil)

   Oğlum bana kızdığında da bazen aynen şöyle diyor: "Pis baba, sen yıkansan bile temizlenemezsin!" (Umarım onlar büyüdüğünde onların gözünde aklanırız!)

5 Kasım 2012 Pazartesi

GAZETECİLERE ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ...

Tüm Avrupa'da her 5 Kasım'da "Gazetecilik İçin Ayağa Kalk" sloganıyla düzenlenen etkinlikler kapsamında, Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) öncülüğünde bugün Tünel'den Taksim'e yürüyüş yapıldı. Ellerinde çeşitli döviz ve pankartlarla Taksim tramvay durağına kadar yürüyen gazeteciler, burada GÖP Dönem Sözcüsü Ahmet Abakay'ın yaptığı basın açıklaması sonrası dağıldı.
(Fotoğraflar: Münevver Çakırtaş)

4 Kasım 2012 Pazar

YORUMSUZ...

                                             (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

GAZETECİLİK İÇİN AYAĞA KALK YÜRÜYÜŞÜ...


                               
     
     Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), “Gazetecilik İçin Ayağa Kalk” günü dolayısıyla yarın (5 Kasım Pazartesi günü) İstanbul’da saat 12.30'da Tünel’den Taksim’e bir yürüyüş düzenleyecek ve saat 13.00'de burada basın açıklaması yapacak. Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) Dönem Başkanlığı'ndan konuya ilişkin yapılan açıklamada şöyle denildi:
       “Gazetecilik İçin Ayağa Kalk günü olan 5 Kasım’da birçok Avrupa ülkesinde de benzeri etkinlikler gerçekleştirilecek. Bazı ülkelerde ise gazeteci örgütleri, Türkiye Büyükelçilikleri önünde basın açıklamaları yaparak, hapisteki gazeteciler sorununa ve basın hakları ihlallerine dikkati çekecek. Ülkemizde siyasi iktidarı eleştiren ve hak talebiyle alanlara çıkan herkes “terörist” olmakla suçlanmaktadır. Gazeteciler, yazarlar, aydınlar, bilim insanları, avukatlar, sendikacılar, öğrenciler, yerel yöneticiler, siyasetçiler fikirlerinden dolayı yargılanmakta ve hapse konulmaktadır. Böyle bir ortamda, gazeteciler, hem meslektaşlarının özgürlüğü için hem de toplumun tüm kesimlerinin hak taleplerini özgürce ifade edebilmeleri için, halkın gerçekleri öğrenme ve bilgi edinme hakkı adına 5 Kasım’da “ayağa kalkacaklar.” 

3 Kasım 2012 Cumartesi

TARİHİ KEMER VE NOSTALJİK TRAMVAY...

Kadıköy Bahariye Caddesi'nde 1. Abdülmecid döneminde (1840) saray sarrafı Agop Köçeyen adına yaptırılan Köçeoğlu Hamamı'nın kemer ve duvar kalıntısı yurttaşlarımızın pek ilgisini çekmese de turistlerin dikkatinden kaçmıyor. Tarihi kemer ve duvar, Kadıköy-Moda arasında çalışan "nostaljik tramvay" tam önünden geçerken güzel bir görüntü oluşturuyor... 
(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

2 Kasım 2012 Cuma

ULUSLARARASI BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE ADALET KONFERANSI...

                                              
Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) ile İstanbul Barosu’nca ortaklaşa düzenlenen “Evrensel Hukuk Kuralları ve Hukuk Felsefesi Perspektifinden Türkiye Uygulamaları” konulu uluslararası konferans 3 Kasım Cumartesi günü İstanbul Barosu Orhan Adli Apaydın Salonu’nda (Ada Kitabevi altı) gerçekleştirilecek.
Konferans, Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı Vito Monetti, İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Av. Ümit Kocasakal, GÖP Dönem Başkanı Ahmet Abakay ve YARSAV Başkanı Murat Arslan’ın açılış konuşmalarıyla saat 09.30’da başlayacak.
Prof. Dr. Aysel Çelikel’in yöneteceği “Adil Yargılanma İlkesi” başlıklı ilk oturumda Prof. Dr. Timur Demirbaş, Av. Ahmet Çörtoğlu, cezaevinden çıkan gazeteci Barış Terkoğlu ve Uluslararası PEN Genel Sekreteri William Nygoord görüşlerini açıklayacak.
Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı Vito Monetti’nin yöneteceği “Usul-Delil-İddianame” başlıklı ikinci oturumda, Av. Celal Ülgen, cezaevinden çıkan gazeteci Ufuk Akkaya, gazeteci Orhan Bursalı ve Uluslararası PEN Başkanı Eugene Schoulgin konuşacak.
Prof. Dr. Timur Demirbaş’ın yöneteceği, “Özel Yetkili Mahkemeler” başlıklı üçüncü oturumda Av. Turgut Kazan, Av. Fikret İlkiz, gazeteci Sedat Ergin ve Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı Vito Monetti söz alacak.
Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) Başkanı Arne König’in yöneteceği “Tutuklama” başlıklı dördüncü oturuma ise Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu, gazeteci Ahmet Hakan ve cezaevinden çıkan gazeteci Vedat Kurşun konuşmacı olarak katılacak.
Sonuç bildirisi hazırlamak üzere toplanacak “yuvarlak masada” ise Doç. Dr. Av. Ümit Kocasakal’ın başkanlığında Prof. Dr. Süheyl Batum, Av. Turgut Kazan, Av. Celal Ülgen, Av. Fikret İlkiz, EFJ Başkanı Arne König, Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı Vito Monetti, PEN Başkanı Eugene Schoulgin, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Genel Sekreteri Sibel Güneş ve Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu görev alacak.


31 Ekim 2012 Çarşamba

GÜLBAHÇE'Yİ KAYBETTİK...

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) 43 yıllık emektarı Fikret Gülbahçe, trafik terörüne yenildi. (Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

CEMİYET'İN EMEKTARI GÜLBAHÇE YOĞUN BAKIMDA...

                                                                Fikret Gülbahçe
                                    Fikret Gülbahçe (sağda), tarihçi-yazar Orhan Koloğlu ile...
          
        Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) emektarı Fikret Gülbahçe (58), Kabataş’ta geçirdiği trafik kazası sonucu ağır yaralandı.
        Dün gece saat 22.30 sıralarında Kabataş-Meclisi Mebusan Caddesi’nde karşıdan karşıya geçmeye çalışan Fikret Gülbahçe’ye Yavuz Mutlu’nun kullandığı 34 AT 9291 plakalı motosiklet çarptı. Kazada motosikletin çarptığı Fikret Gülbahçe ile sürücü Mutlu yaralandı.
       Gülbahçe önce Taksim Eğitim ve İlkyardım Hastanesi’ne kaldırıldı. İlk tedavisi burada yapılan Gülbahçe daha sonra Kocasinan Özel Gelişim Hastanesi'ne götürüldü. Fikret Gülbahçe hastanenin yoğum bakım ünitesinde tutuluyor.
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

26 Ekim 2012 Cuma

ATEŞ NESİN...


                                              (Fotoğraf: S. Boyoğlu)

                 Yazar adaylarına öneriler                                      
ÜNLÜ bir yazarımıza "Nasıl yazıyorsunuz?" diye sorulunca, O da "Esin perime bağlı. Bazen sırtüstü yatarak, bazen de yüzükoyun yere, halının üzerine uzanarak, ara sıra da  amuda kalkarak yazıyorum. Baktım olmadı, zaman zaman da  kendimi tuvalete kilitleyip, klozetin üstüne oturarak yazıyorum" diye yanıt vermiş.

Yazı yazmak her babayiğidin harcı değildir elbette. Lütfen dikkat; ben kağıt üzerinde kalem oynatmak ya da bilgisayarın tuşlarına gelişigüzel basmaktan değil, yeni fikirler üreterek ortaya taze bir şeyler koyup, gerçek anlamda yazı yazmaktan söz ediyorum.

Yapılan söyleşilerde "Yazı yazmak sonradan edinilen bir olgu mu, yoksa doğuştan gelen  bir yetenek mi?" diye ünlü kalemlere sorarlar hep. Kişioğlunun yazma yeteneğini, yaşamı boyunca karşısına çıkan yazma fırsatlarıyla harmanlaması ve kendi biçemini oluşturması ile zaman içersinde geliştirebileceğine inananlardanım.

İyi yazı yazmak çok zordur. Ama inanın ki, kötü yazmak bile o kadar kolay bir iş değildir. Yılların gazetecisi bir dostum bir gün bana," Yahu Ateş,  bazıları o kadar kötü yazıyor ki, bu  başarıyı nasıl gösteriyorlar, şaşıp kalıyorum vallahi" derken hiç de haksız sayılmazdı…

Eli ayağı düzgün, okunduğunda anlaşılabilir kıvamda bir yazı ortaya çıkarabilecek kişinin öncelikle belli bir eğitimden geçmesi, kültür birikiminin getirdiği belirli bir alt yapıya sahip olması gerekmektedir. Ayrıca yazı yazmaya heveslenenlerin başarılı olabilmeleri için çok kitap okumaları,  sevsinler sevmesinler, hiçbir konuya burun kıvırmadan; politikadan magazine, spora kadar medyadaki tüm haberleri mümkün olduğunca izlemeleri, İnternet sayfalarını sürekli taramaları,  olmazsa olmazın ilk koşuludur. Daha şanslı sayılan yabancı dil bilenler ise, bildikleri dillerde dünyadaki tüm olayları izlemeye çalışmalıdırlar. Bütün bunlara ek olarak; yazı yazanların fırsat buldukça gezip dolaşmalarını, insanlarla sık diyalog kurmalarını buradan bir kez daha anımsatmama bilmem gerek var mı?…

Yazı yazmak; aklımızdan geçen başıboş, serseri kelimeleri gelişigüzel yan yana getirerek çorba yapıp kafaları karıştırmak değil, bilinçli bir şekilde değişik düşünceler üretip olaylara farklı bir biçimde yaklaşabilmek sanatıdır.

Yazı yazma meraklılarımızın; (buna  profesyonel bazı yazarlarımız da dahil) cafcaflı ve ağdalı kelimeler kullandıkça, küfürlü ifadelerle yerli yersiz polemiklere girdikçe, yazdıklarını anlaşılamaz kördüğüm haline getirdikçe, tümce ile paragrafın varlığını unutup, yazılarını ha babam uzattıkça,  zengin görünsün diye anlam ve yazımını tam olarak bilmedikleri dilimizdeki yabancı kökenli kelimeleri kullandıkça; çok başarılı, olağanüstü şeyler yazdıklarına kendilerini de inandırıp, sonunda büyük hayal kırıklıkları yaşamaları kaçınılmazdır.

Evet, yazmak çok güzel bir uğraştır. Ama şunu da hiçbir zaman unutmamalı ki; bu güzel uğraşın  üstesinden gelip, beceremeyenlerin, bu heveslerini  bir an önce  okuma eylemine dönüştürmeleri  hiç de kötü bir şey değildir!..