Ege bölgesinde, özellikle Kaz
Dağları’nın (İda Dağı) içlerinde görülmeye değer çok köyler var. Bu köylerden
bir tanesi Edremit-Mehmetalan Köyü…
Mehmetalan Köyü’ne,
Zeytinliköyü’nü otomobille bir kilometre kadar geçtikten sonra varılıyor.
Zeytinliköyü’nden sol istikamet takip edilirse Hasanboğuldu’ya, sağ istikamet
takip edilirse Mehmetalan Köyü’ne gidiliyor.
Köyün girişinde yolun üstünde
hemen solda Saltıksoy Zeytinyağı imalathanesi sizi karşılıyor. Burasını karı-koca
işletiyor.
Sonra köyün içine doğru
yürüyüşe geçtiğinizde, bu kez sizi sağ kolda bir zamanlar öğrencilerin cıvıl
cıvıl sesler çıkardığı, şimdi eğitim ve öğretim vermeyen köyün ilkokulu dikkatinizi
çekiyor. Biraz daha ilerledikten sonra bir çeşmenin yanında tezgâhlarını kurup
satış yapan köylü kadınlarla karşılaşırsanız, oturun muhabbet edin. Çeşmenin
taşında yazan “Bu çeşmenin su içecek tası yok, kırma insan kalbini yapacak
ustası yok” sözlerini de mutlaka okuyun… Yanınızda pet ya da bir su bidonunuz
varsa, içimine doyulmayan suyundan için ve doldurun.
Yolunuza yokuş yukarı devam ederseniz,
yolun nasıl bittiğini anlayamaz, ormanın içinde kendinizi bulursunuz. Eski
evlerin fotoğrafını çekerken, zincire bağlı iri bir köpeğin hamlesinden ise
korkmayınız; ama ben çok korktum…
Dönüş yolunda Salman ve Hasan
Altıntaş kardeşlerin kapı önlerinde sandalyelerine oturmuş sohbetine mutlaka
iştirak edin. İki kardeşin anlattıkları dinlemeye değer:
“Biz Tahtacı Alevisiyiz… Atalarımız
Orta Asya’dan gelmişler, ama hangi tarihte geldiklerini tam olarak bilmiyoruz.
Ancak şöyle; Fatih Sultan Mehmet zamanında Güneydoğu’ya, oradan da Antalya,
Aydın tarafına geliyorlar. Sonra gele gele buraya gelmişler yerleşmişler.
Fatih Sultan Mehmet bu dağlarda
bizim dedelerimize kereste yaptırmış, gemilerle İstanbul’a sevk ettirmiş.
1946 yılına kadar hayvancılık
ve orman işiyle uğraşmış büyüklerimiz. 1946 yılında burada büyük bir yangın
çıkmış. Dedemiz Salman yanmış. O yıl ben doğmuşum. Dedem yangında ölünce onun
adını bana koymuşlar.
Orman yanınca atalarımız iki
üç dönüm yer açmışlar kendilerine ve zeytin ağaçları dikmişler. Bu tarihten
sonra da zeytin ve zeytinyağı işiyle uğraşmışlar.”
Salman Altıntaş, eskiden
büyüklerin el bıçkısıyla (hızar) kereste biçtiklerini anımsadığını da
anlatarak; “Bir erkek yukarıda, iki kadın hızarın altında olurdu. Öyle tahta ve
kereste biçerlerdi” diyor.
Bu arada, Salman Altıntaş
yaşadıklarını ve gördüklerini anlatırken, dağdan aşağı gelen ve sırtlarına
yükledikleri çalı çırpı ile yanımızdan geçen üç kadının fotoğrafını çekmek için
yerimden fırladım. Birkaç kare fotoğraflarını çektim. Bir tanesinin sırtındaki
yüke aldırış etmeden cep telefonuyla konuşması ise dikkatimden kaçmadı. Demek
ki aradan 80 değil, 180 yıl da geçse kadının çilesi bitmiyor…
“Doğu’da Malatya, Elazığ ve
Tunceli’ye kadar gittim. Erzincan’a geçmedim Tunceli’den geri döndüm.
Karadeniz’de Giresun’a kadar gittim. Akdeniz’de Antalya’ya kadar gittim. Yani
anlayacağın Türkiye’nin dörtte üçüne gittim. 1997 yılında emekli oldum. Emekli
olalı 25 yıl oldu. Bu köy 170 hane, bu 170 hanenin 150’si şimdi emekli…”
Altıntaş, Edremit Belediye
Başkanı Selman Hasan Arslan’ın köylüleri olduğuna da vurgu yapıyor ve köye
yaptığı yardımları anlatıyor. Köylerinin etrafının “Milli Park” ilan
edilmesinden dolayı hayvancılığın bittiğini, yoğurt ve sütü artık parayla
dışarıdan aldıklarını söylüyor. Köylerinde satılık ev ve arsa olmadığını da
kaydeden Salman Altıntaş, satılık olanların sadece büyük dönüm zeytinlik alanları
olduğunu söylüyor.
En sona Pınarbaşı’nı
aratmayan (bana göre daha da harika olan) doğal güzelliğe sahip piknik yerine
merdivenlerden inip-çıkıp, köprü üzerinden mezarlık istikametine uzunca ve
keyifli bir yürüyüşten sonra gezimizi noktalıyoruz…
(Yazı ve Fotoğraflar:
Süleyman Boyoğlu)