29 Aralık 2021 Çarşamba

MARMARİS'TE DOĞA KENDİNİ YENİLİYOR...


         Muğla-Marmaris'te 29 Temmuz'da çıkan ve günlerce süren orman yangını, sadece Marmarislileri değil, tüm Türkiye'yi üzüntüye boğmuştu. O güzelim ormanların bir kaç gün içinde yok olmasını içimiz yanarak izlemiştik. Biliyoruz, hoyratça ve acımasızca faydalandığımız ormanlarımızın eski görünümüne kavuşması yıllar alacak, ancak daha altı ay geçmeden yanan yerler yeşil örtüye büründü... Bu görüntü "doğa ana"nın ne kadar bağışlayıcı olduğunu akıllara getirdi. Fotoğrafta, yangından arta kalanların Marmaris-Datça kara yolu üzerinde üst üste ve yan yana sıralanması insanlar için adeta bir ibretlik olsa gerek... 
        Bu görüntü, yıllar önce gözleri görmeyen ozanımız Âşık Veysel Şatıroğlu'nun sözlerini yazdığı ve havalandırdığı "Benim Sadık Yarim Kara Topraktır"a ne kadar uyuyor:
     Dost dost diye nicesine sarıldım
        Benim sadık yarim kara topraktır
        Beyhude dolandım, boşa yoruldum
        Benim sadık yarim kara topraktır
        
        Nice güzellere bağlandım kaldım
        Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
        Her türlü isteğim topraktan aldım
        Benim sadık yarim kara topraktır

        Karnın yardım kazmayınan belinen
        Yüzün yırttım tırnağınan elinen
        Yine beni karşıladı gülünen
        Benim sadık yarim kara topraktır
        .../..
(Yazı ve Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)

23 Aralık 2021 Perşembe

EKMEK KUYRUĞU VE EKMEK KARNESİ...

 


odakdergisi.com      
      Türkiye’de bugünlerde Ankara ve İstanbul’da belediyelerin 3,5 liralık ekmeği 1 lira 25 kuruşa satmaları üzerine, yurttaşların halk ekmek büfeleri önlerinde     uzun “ekmek kuyruğu” oluşturmaları üzerine çıkan tartışmalar, beni İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki kıtlık yıllarına götürdü.

        1940’lı yıllarda savaş kapımızdaydı; Almanya diktatörü Hitler, Türkiye’ye ha saldırdı ha saldıracak endişesi vardı. O nedenle hükümet,  yurdun her yerinde temel gıda maddelerinin tüketiminde bazı önlemler aldı. Bu temel tüketim maddelerinin başında da buğday ve un geliyordu. Bunların yanında şeker, kumaş gibi ürünler de karneyle veriliyordu.

        O yıllarda İstanbul-Tophane’deki askeri fırında çalışan dedemle sohbetlerimizde, “Dede, niye İstanbul’da arsalar, tarlalar, evler almadınız da gidip Erzincan’da şimdi bir işe yaramayan tarlalar aldınız” diye eleştirdiğimde, şu yanıtı verirdi:

        “Oğlum, şimdi böyle konuşman iyi de o yıllar biz can derdindeydik. Savaş kapımızdaydı. ‘Almanlar Türkiye’ye de ha saldırdı ha saldıracak, İstanbul elimizden gidecek, bizler de tekrar memleketimize geri döneceğiz’ endişesini ve korkusunu taşıyorduk.

       Ben Tophane’de askeri fırında çalışıyordum, açlık çekmedim, ama halk çekiyordu. Ekmek karneyle veriliyordu. Kadınlar yanlarında çocuklarıyla fırının kapısına gelirlerdi ve bir somun ekmek karşılığında bedenlerini teklif ederlerdi. Şimdi niye İstanbul’da ev, arsa almadığımızı anladın mı?”

       İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya başta olmak üzere yurdun her tarafında, “Ekmek Kartı” (Ekmek Karnesi) ile ekmek satışı uygulaması 1942 yılının Ocak ayında başlatıldı. 1946 yılının 9 Eylül Pazartesi sabahından itibaren de sonlandırıldı.

       Cumhuriyet gazetesi, 9 Eylül 1946 tarihli “Ekmek Karnesi Kaldırıldı” başlıklı Ankara kaynaklı Anadolu Ajansı (AA) mahreçli haberinde; “Bugünden itibaren İstanbul, Ankara, İzmir’de de ekmek tamamen serbest olarak satılacağını” duyuruyordu.

       Ankara Ticaret Bakanlığı’na dayandırılan haberde şunlar yazıyordu:

       “1- Ankara, İstanbul ve İzmir şehirlerinde karne ile ekmek satışı usulü 9 Eylül pazartesi günü sabahından itibaren kaldırılmıştır. Bu üç şehirde de diğer yerlerde olduğu gibi, ekmek satışı miktar tahdidi olmaksızın, karnesiz ve serbestçe yapılacaktır.

        2- Bazı hububat ve unların devlet kara ve deniz nakil vasıtalarıyla taşınması ve Ankara, İstanbul ve İzmir şehirlerine sokulması yasağının kaldırılması maksadıyla yapılmakta olan hazırlıklar tamamlanmak üzeredir. Bu yasaklar en geç Eylül ayı sonunda ayrıca yapılacak tebliğle kaldırılacaktır.

        Şu kadar ki, hububat her şeyden önce esas gıda maddemizi teşkil ettiğinden, memleket ihtiyacına göre titizlikle ayarlanması gereken ihracatının, müstahsili koruyan fiyatlarla hububat almakta olan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne yaptırılması yolundaki karar muhafaza edilmektedir.”

        Ankara, İstanbul, Konya ve İzmir şehirlerindeki mütekait (emekli), dul ve yetimlere mahsus tevziat kartında, şu şartlar önemle belirtiliyor:

        “1- Şeker ve diğer tevziat maddeleri alırken bu kartın bütün olarak gösterilmesi ve her tevziatın ait kuponunun satıcı tarafından kesilmesi lazımdır.

          2- Bu kartı kaybedenlere yenisi verilmez.

          3- Tahrif ve taklidi Milli Korunma Kanununun tayin ettiği cezayı müstelzimdir.

          4-Mühürsüz, numarasız olanlarla gününde kullanılmayan kuponlar geçmez.

           5- Ziyanından dolayı tekrar tevzi zamanına kadar yenisi verilmez.”

        Oysa şimdi savaş yok, ama halk yine ekmek ve diğer gıda ürünlerini almakta zorlandığı için yine kuyrukta... Çünkü yeteri kadar üretim olmadığı için başta buğday, saman olmak üzere pek çok şey ithal ediliyor.  

        Not: Büyüklere, çocuklara, dul ve yetimlere, emeklilere, devlet memurlarına, mebuslara mahsus ekmek ve kumaş karnelerinden örnekleri tarihçi-yazar Orhan Koloğlu'nun arşivinden..

        (Süleyman Boyoğlu)

21 Aralık 2021 Salı

"SAMANYOLU" VE BERKANT...

 

 


     Sen kalbimin mehtabısın güneşisin

        Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin

        Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek

        Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek

         Ülkemizde müzik yapan değerlerin sonu ne yazık ki pek mutlu sonlanmıyor… Çoğunluğun hayatı ya huzurevi köşelerinde ya da hastanelerin yoğun bakımlarında tükeniyor. Bunlardan biri de 70’li yıllarda fırtına gibi esen ve seslendirdiği “Samanyolu” şarkısı dillere pelesenk olan pop müziği sanatçısı Berkant’tı…

        Berkant Akgürgen’in ilk eşi Serpil Örümcer’i bir televizyon kanalında bir muhabire demeç verirken izlemiştim. Örümcer, yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu gibi hayat pahalılığından, geçim sıkıntısından yakınıyordu. Dalıp gittim… Gözlerimin önüne 1970’li yıllardaki Berkant ve “Bayan Bacak” lakaplı, alımlı-çalımlı eşi Serpil Örümcer’le bir yıl kadar süren şaşalı evlilikleri ve bu evlilikten doğan ve yoksullukla mücadele eden kızları Fulya geldi..

    SÖNMEZ: BERKANT SAMANYOLU’NA ÇIKTI

      Berkant 26 Eylül 2012 tarihinde İstanbul’da özel bir hastanede yaşama veda etti. Akciğer kanserine yakalandığında tedavisiyle ilgilenen Prof. Dr. Bingür Sönmez, ardından çok güzel ve anlamlı bir açıklama yaptı. Sönmez; “O, 68 kuşağına sevmeyi, aşık olmayı öğretti. ‘Onun Samanyolu’nu yeryüzüne indirdiğini’ söylüyorlar. Bence o Samanyolu’na çıktı. Artık her gece Samanyolu’nda bir yıldız daha fazla” demişti.

    ÖRÜMCER: SAMANYOLU’NU BENİMLEYKEN YAPTI

     Serpil Örümcer, eski eşinin ölüm haberini aldığında duygularını şöyle dile getirdi:

     “Berkant’ın ölüm haberini duyunca çok üzüldüm, sonuçta bir geçmişimiz var. Berkant ‘Samanyolu’nu benimleyken yapmıştı. Flört ediyorduk o zamanlar.. 1971’de evlendik, bir yıl sonra da boşandık. Keşke o şekilde ayrılmasaydık. Ben küs değilim, o bize küstü. Kızım Fulya da babasını görmedi. Ama cenazesine gideceğim. Kimse buna bana mani olamaz” diyordu.

  ENGİN HANIM: SAMANYOLU ONUN İÇİN BİR KAFTANDI

       Serpil Örümcer’den sonra 1975 yılında evlendiği Engin Akgürgen, oğulları Öykü ve Övgü ile taziyeleri kabul ederken; “Berkant’a hep ‘Samanyolu bir elbise’ derdim. Onun için biçilmiş bir kaftandı” diye açıklama yaptı.  

        YAZAR MURAT BARDAKÇI

       Haberturk yazarı Murat Bardakçı, Berkant’ın ölümünden bir gün sonra “Samanyolu’nun gerçek bestecisi” başlıklı bir yazı yazdı. Bardakçı, “Geçen hafta Neşet Ertaş’ın ardından sıra Berkant’ta imiş, şimdi de onu uğurluyoruz” dedikten sonra şunları söylüyor:

      “Berkant’ın ne zaman bahsi geçse, hatırlara hemen onun okuduğu ve seneler boyu dilinden düşmemiş olan ‘Samanyolu’ şarkısı gelir ve şarkının ‘Metin Bükey’in bestesi’ olduğu söylenir…

      Acaba öyle mi, yani memleketin en meşhur nağmelerinden olan bu eser hakikaten Metin Bükey’e mi ait?

      Murat Bardakçı, Berkant’ın ardından, Samanyolu konusunda, yedi sene önce yayınladığı bir açıklamaya tekrar yer vererek, şunları kaydediyor:

     “Eserin aslında kime ait olduğu, 2005 Şubat’ında da tartışılmıştı. Türk Müziği’ne ‘Buruk Acı’, ‘Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar’, ‘At kadehi elinden’, ‘Sarmaşık gülleri’, ‘Sürülmez sefa çekilmez cefa’, ‘Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım’, ‘Mavi gözlü sarışın kız’, ‘Bu gece son gecemiz’ ve ‘Saçın yüzüme değse telini kıskanırım’ gibi çok sayıda eserler vermiş olan Teoman Alpay, 13 Şubat 2005’te vefat etmişti.. Ardından çıkan yazılarda şarkılarından bahsediliyor ve besteleri hatırladıktan sonra Samanyolu’nun ‘sözlerinin’ ona ait olduğu söyleniyordu.

      MÜJDE AR: ŞARKININ BESTELENMESİNE ŞAHİDİM

       Bardakçı, o günlerde uzun zamandır görüşemediği sinema sanatçısı Müjde Ar’ın kendisini aradığını ve kendisine bir açıklama yapacağını söylediğini, anlattıklarını yayınladığını belirtiyor. Müjde Ar’ın Samanyolu’nun sözlerinin bir kısmının annesi Aysel Gürel’e, bestesinin de annesinin erkek arkadaşı Teoman Alpay’a ait olduğunu ve “Şarkının 1960’larda bestelenmesine bizzat şahidim” dediğini aktardığını hatırlatıyor.

      Murat Bardakçı, “Müjde Ar’ın anlattıklarını, Berkant’ın ardından yeniden ve aynen naklediyorum” diyor, şöyle devam ediyor:

      “Teoman Ağabey bir gün bir İzlanda şarkısı getirdi ve Türkçe söz yazması için anneme okudu. Annem, şarkıya hatırımda kaldığı kadarıyla ‘Sarı Güneş’ gibisinden bir söz yazdı ama Teoman Ağabey beğenmedi. Sonra oturdu, kendisi bir söz yazdı ama bu sözleri İzlanda şarkısına koymaktan vazgeçti ve başka bir eser olarak besteledi, adına da ‘Samanyolu’ dedi. Annem, o sırada güftedeki bazı kelimeleri değiştirdi ve ilk mısradaki ‘güneş’ sözünü de zorla koydurttu. Teoman Ağabey’in şarkıyı Atikali’deki evimizdeki Vezüv marka gaz sobasının önüne taburesini çekerek elindeki udla ve çıplak ayakla bestelemesi hâlâ gözümün önündedir. Samanyolu işte böyle doğdu ve şarkıyı ilk dinleyen müzisyen, o zamanın meşhur bestecisi Şekip Ayhan Özışık oldu.

             PEÇETEYE YAZIP VERMİŞ

      O senelerde çok büyük maddi sıkıntı çekiyorduk. Teoman Ağabey durmadan içiyordu. 23 kuruşluk Marmara şarabını bile zorla aldığımız, Teoman Ağabey’in bestelerini bir şişe içki parasına verdiği günler olurdu. Hattâ, bazı bestelerinin notasını elinden döverek almışlardı. Bestelerini böyle dağıtması yüzünden annemle sürekli münakaşa ederler, annem akşamları ‘Notalar nerede?’ diye sorar, başkalarına verdiğini, öğrenince tartışırlardı. Teoman Ağabey, eserlerinin başkasının adıyla çıkmasına aldırmaz, sadece içkisiyle mutlu olurdu. Annemle ayrılmalarının sebebi de bu içkisi oldu.

        Samanyolu’nun notasını da bir gün peçeteye yazıp Metin Bükey’e vermiş. Bükey, şarkının yıllar sonra Avrupa’da da tanınması üzerine vicdan azabı çektiğinden olacak, Teoman Ağabey’e arada bir üç kuruş para gönderirdi.

         Bu açıklamayı, bana seneler boyunca babam kadar yakın olan Teoman Ağabey’e hissettiğim vicdani borcumu ödemek için yapıyorum…”

          ŞARAPÇI KEMAL”

         Teoman Alpay’ın içkiye olan düşkünlüğü anlatılırken,  araya bir anekdotla gireceğim… Çocukluğumda (1960’lı 70’li yıllar) en ucuz içki şaraptı. Mahallemizin fakir insanlarının ve gençlerinin bütçeleri bu şaraplara ancak yeterdi. Mahallemiz olan Esenler-Çiftehavuzlar Mahallesi Çiğdem sokakta babamın amcasının bir bakkal dükkânı vardı; rafların en yükseğinde de sıra sıra dizili Marmara şarapları bulunurdu; şişesi 25 kuruştu.

         Bu şarapların daimi müşterisi ise hiç ayık gezmeyen, ama işini de çok iyi yapan Giresunlu sıvacı ustası “Şarapçı Kemal”di. Şarapçı Kemal, her akşam iş bitimi bu bakkala gelir, şarabını alır bir gazete kâğıdına sardırır özenle koynuna sokardı. Bu koyuna “gizleme!” işinden sonra ya evine ya da o yıllar Davutpaşa Kışlası askerlerinin eğitim yaptığı çayırlık alana giderdi. Unutuyordum! Bafra sigarasını da almayı unutmazdı… Kafayı bulduktan sonra da sallana sallana, kendi kendine küfürler ederek evinin yolunu tutardı.

        Hatırladığım kadar ağzında hiç diş yoktu. Ayıkken çok konuşmazdı ve kimseye küfür ettiği ise duyulmuş değildi. Nedendir bilinmez ama kafayı bulunca en çok küfrü Almanya’da işçi olarak çalışıp sonra yurda dönen, evinde oturduğu ağabeyi Yakup’a ederdi. Bir bakardık yalınayak Şarapçı Kemal önde, ağabeyi peşinde çayıra doğru bir kovalamaca başlardı. Çok zaman yakalayamazdı (belki de yakalamak istemiyordu), ama yakaladığında da canına okurdu…

          YILMAZ ÖZDİL VE SAMANYOLU

         Berkant öldüğünde Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Yılmaz Özdil de “Samanyolu” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

        “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek, dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek” filan ama… Hiç merak ettiniz mi, şehirde değil, kerpiç haneli köyde dünyaya gelen Berkant, ortaokuldayken, piyano çalmayı nerden biliyordu?” diyerek yazısına başlayan Özdil, şunları söylüyor:

       “74 yaşında rahmetli oldu… Teee 65 sene evvel, ilkokuldayken, memleketin yüzde 90’ında radyo bile yokken, mızıka ve akordeon çalmayı kimden öğrenmişti? Henüz 14 yaşındayken, Frank Sinatra, Dean Martin, Nat King Cole şarkılarından oluşan repertuvara nasıl sahip olabilmişti? Dedim ya, 1938’de köyde dünyaya gelen çocuk… 18 yaşındayken orkestra kurmayı, hangi vizyonla akıl etmişti? Saksafon çalmayı?”

      Özdil, “Çünkü…” diyor ve şöyle devam ediyor:

     “Babası Hasan Akgürgen’in Köy Enstitüleri’ndeki görevi nedeniyle Ankara’nın Hasanoğlan Köyü’nde dünyaya gelmiş, ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde başlamış, babasının tayini gereği, Bilecek’e Denizli’ye gitmiş, ama, ailesi tarafından hep ‘köy enstitüsü ruhu’yla büyütülmüştü.

      Berkant’ın temel eğitimini aldığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, Ankara Konservatuvarı’nın saygın ustalarının klasik müzik öğrettiklerini anlatan Özdil, 1945 senesinde Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşının; 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, 8 akordeon, 3 piyano, 3 davul, 1 metronom ve 1 pikap olduğunu sıralıyor..

      Yılmaz Özdil, “Harika Çocuk”lar Suna Kan ve İdil Biret’in enstitüye misafir olarak getirildiğini, çocuklara piyano ve keman dinlettirildiğini de yazıyor.

      Özdil, çocukların enstitülerde resim yaptıklarını, voleybol oynadıklarını, sinema salonuna ve tiyatro salonuna sahip olduklarını ifade ederek, şunları kaydediyor:

      “Bedri Rahmi Eyüboğlu bir hatırasını şöyle anlatmıştı: ‘Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Okulun hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduğunu nasıl kavradığını, ertesi gün oynadıkları piyeste gördük.’

     Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar; Gorki, Tolstoy, Zola okuyarlardı. Moliere’in Kibarlık Budalası’nı, Sofokles’in Kral Oedipus’unu, Gogol’un Müfettiş’ini sahneliyorlardı. Mesela, bir mezuniyet töreni programı sırasıyla şöyleydi: İstiklâl Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, koro, Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi, diploma takdimi, topluca zeybek…”

        “ŞARKININ İÇİNDE SAMANYOLU GEÇMİYOR”

      “Tüm zamanların, gelmiş geçmiş en şöhretli şarkısı Samanyolu’nu ölümsüzleştiren, dede’den torun’a nesiller boyu adeta marş gibi ezberleten Berkant, işte bu ruh’un Türkiye’ye armağanıydı” diyen Yılmaz Özdil, yazısını şöyle tamamlıyor:

     “İşin ekstra enteresan tarafı… Romantizm tarihimizin en önemli şarkısının adı Samanyolu ama, şarkının içinde tek kelime Samanyolu geçmiyor. Tıpkı, eğitim-öğretim tarihimizin en önemli parçası Köy Enstitüleri’nin, dörtdörtlük olduğu söylenen imamlı-tarikatlı eğitim sistemimizin içinde geçmemesi gibi.

       Özetle. Samanyolu dediğin… Görmek isteyene. Görmek istemeyene… Teleskop versen, hikâye..”

     SEZEN CUMHUR: TÜRK POP MÜZİĞİ ONUNLA BAŞLADI

        Berkant’ın birçok şarkısının söz yazarı Sezen Cumhur Önal, bugünkü Türk pop müziğinin Berkant’la başladığını belirtiyor, şöyle diyor:

       “Onunla birlikte benim sözünü yazdığımı, Berkant’ın seslendirdiği pek çok şarkıya imza attık. Radyolarda yabancılar gibi şarkılar söylemek marifet değil. Bizim dönemimizde tüm sanatçılar Fransızca söylemeyi marifet sayardı. Türkiye popüler müziğinde Berkant’ın pek çok şarkısı vardı. ‘Samanyolu’ son şarkısı idi. Bugün yapılan pop müziğini ben müzik olarak görmüyorum. Normalde güzel Türçemiz Batı müziğine aykırıdır. Ama biz Türkçeyi güzel kullanan şarkılar yaptık. Son dönemlerde çok yorgun olduğunu gözlemliyordum. Çok sigara içiyordu.”

         ATİLLA DORSAY: O ŞARKI ULUSAL HAZİNEMİZ

        Sinema yazarı Atilla Dorsay, yıllar boyu hiçbir şarkının “Samanyolu” kadar sevilip benimsenmediğine ve kitlelere bu kadar mal olmadığına vurgu yaparak, “O şarkı ulusal hazinemiz oldu” diyor.

        Müzik yazarı Naim Dilmener, Berkant’ın popun erken döneminde ünlendiğini ve bu ününü popun yerleşmesi ve yükselmesi için kullandığını belirterek, “Parada pulda gözü olmadı. Kısa vadede tuhaf gibi görünüyor böyle bir tavır ama uzun vadede doğru ve haklıdır. Mekânı Samanyolu’nun en manzaralı köşesi olsun” diye konuşuyor. 

    MURAT MERİÇ: SAMANYOLU BERKANT’IN ÇÖKÜŞÜDÜR

       “Berkant’ın esas önemi ilk olmasıdır” diyen müzik yazarı Murat Meriç ise şunları kaydediyor:

      “Bu ülkenin ilk meşhur solistlerindendir. Türkiye’de ‘aranjman devri’ denilen dönemi başlatan kişidir. Yabancı şarkılara Türkçe söz yazma modasının ilk erkek solistiydi. Berkant’ı Samanyolu şarkısıyla tanırız, ancak bence Samanyolu onun çöküşüdür. Ben Samanyolu şarkısını sevmem çünkü şarkı ona o kadar yapıştı ki bu şarkı onun çöküşünü getirdi. Sahnenin hakkını veren bir isimdi. 70 sonrasında yaptığı bütün işlerde Samanyolu’na dönüş yapmak durumunda kaldı. Onun ötesine geçemedi. Samanyolu sonrasında yaptığı çok güzel 45’lik plakları var. Ancak ondan beklenti hep Samanyolu olduğu için sonraki dönemlerde hep Samanyolu şarkısına dönmek zorunda kaldı.”                     “Samanyolu’nun şanslı yorumcusuydu” diyen müzik yazarı Cumhur Canbazoğlu da şunları söylüyor:

       “Berkant marş haline gelmiş bu şarkı sayesinde Türk pop tarihinde silinmeyecek bir yer edinmeyi başarmıştı. Adı ‘Bay Samanyolu’na çıkmıştı, ama ‘tek şarkılık adam’ olmanın çok ötesinde değerler kattı müzik dünyamıza… Müzik camiası onu kolay unutsa da ‘ömür boyu sürecek şarkı’yla gönüllerden, kulaklardan hiç eksik olmadı.”

 HINCAL ULUÇ: NEREDEYSE MİLLİ MARŞA DÖNEN ŞARKI

       Yazar Hıncal Uluç, Berkant’ın Ankara Kurtuluş Lisesi’nden arkadaşı olduğunu vurgulayarak, Murat Meriç’in “Samanyolu onun çöküşüdür” sözlerine katıldığını belirtiyor. Uluç, şöyle devam ediyor:

      “Bay Samanyolu diye anılan adam için bunu söylemek kolay mı? Ama gerçek… Çok ama çok iyi bir şarkıcı olan Berkant, Samanyolu’nun altında ezildi resmen…

       Neredeyse milli marşa dönüşen ve hemen herkes tarafından, yerli yersiz her fırsatta söylenen şarkı öyle büyüdü, öyle büyüdü ki, Berkant’ı altına aldı. Yaptığı her şeyde yeni bir Samanyolu beklendi. Olmadı tabii.. Şarkı şarap gibi eskidikçe kıymetlenir, her gün daha popüler olurken, Berkant popülaritesini aynı hızla yitirdi.”

    İşte o unutulmaz şarkının sözleri:

     Sen kalbimin mehtabısın güneşisin

        Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin

        Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek

        Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek

        Ruhum sensin kalbim senenin ömrüm senin

        Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin

        Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek

        Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek

        Uzaklara kaçıversek seninle biz

         Birgün elbet göze gelir bu sevgimiz

         Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek

         Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek

(Not: Alıntılar gazetelerden)

(Süleyman Boyoğlu)