Muğla-Marmaris'te 29 Temmuz'da çıkan ve günlerce süren orman yangını, sadece Marmarislileri değil, tüm Türkiye'yi üzüntüye boğmuştu. O güzelim ormanların bir kaç gün içinde yok olmasını içimiz yanarak izlemiştik. Biliyoruz, hoyratça ve acımasızca faydalandığımız ormanlarımızın eski görünümüne kavuşması yıllar alacak, ancak daha altı ay geçmeden yanan yerler yeşil örtüye büründü... Bu görüntü "doğa ana"nın ne kadar bağışlayıcı olduğunu akıllara getirdi. Fotoğrafta, yangından arta kalanların Marmaris-Datça kara yolu üzerinde üst üste ve yan yana sıralanması insanlar için adeta bir ibretlik olsa gerek...
YAYIN KURULU: Süleyman Boyoğlu, Raşit Yakalı, Ali Kılıç, Gürcan Arıtürk, Rüya Özkalkan. /Bu blog Basın Ahlâk Yasası'na tamamen uyar ve amatör bir ruhla hazırlanır. Yazı ve fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. Kullananlar hakkında yasal işlem başlatılır../
29 Aralık 2021 Çarşamba
MARMARİS'TE DOĞA KENDİNİ YENİLİYOR...
Muğla-Marmaris'te 29 Temmuz'da çıkan ve günlerce süren orman yangını, sadece Marmarislileri değil, tüm Türkiye'yi üzüntüye boğmuştu. O güzelim ormanların bir kaç gün içinde yok olmasını içimiz yanarak izlemiştik. Biliyoruz, hoyratça ve acımasızca faydalandığımız ormanlarımızın eski görünümüne kavuşması yıllar alacak, ancak daha altı ay geçmeden yanan yerler yeşil örtüye büründü... Bu görüntü "doğa ana"nın ne kadar bağışlayıcı olduğunu akıllara getirdi. Fotoğrafta, yangından arta kalanların Marmaris-Datça kara yolu üzerinde üst üste ve yan yana sıralanması insanlar için adeta bir ibretlik olsa gerek...
23 Aralık 2021 Perşembe
EKMEK KUYRUĞU VE EKMEK KARNESİ...
1940’lı
yıllarda savaş kapımızdaydı; Almanya diktatörü Hitler, Türkiye’ye ha saldırdı
ha saldıracak endişesi vardı. O nedenle hükümet, yurdun her yerinde temel gıda maddelerinin
tüketiminde bazı önlemler aldı. Bu temel tüketim maddelerinin başında da buğday
ve un geliyordu. Bunların yanında şeker, kumaş gibi ürünler de karneyle
veriliyordu.
“Oğlum, şimdi böyle konuşman iyi de o
yıllar biz can derdindeydik. Savaş kapımızdaydı. ‘Almanlar Türkiye’ye de ha
saldırdı ha saldıracak, İstanbul elimizden gidecek, bizler de tekrar
memleketimize geri döneceğiz’ endişesini ve korkusunu taşıyorduk.
İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya başta
olmak üzere yurdun her tarafında, “Ekmek Kartı” (Ekmek Karnesi) ile ekmek
satışı uygulaması 1942 yılının Ocak ayında başlatıldı. 1946 yılının 9 Eylül Pazartesi
sabahından itibaren de sonlandırıldı.
Ankara Ticaret Bakanlığı’na dayandırılan
haberde şunlar yazıyordu:
“1- Ankara, İstanbul ve İzmir
şehirlerinde karne ile ekmek satışı usulü 9 Eylül pazartesi günü sabahından
itibaren kaldırılmıştır. Bu üç şehirde de diğer yerlerde olduğu gibi, ekmek
satışı miktar tahdidi olmaksızın, karnesiz ve serbestçe yapılacaktır.
2- Bazı hububat ve unların devlet kara
ve deniz nakil vasıtalarıyla taşınması ve Ankara, İstanbul ve İzmir şehirlerine
sokulması yasağının kaldırılması maksadıyla yapılmakta olan hazırlıklar
tamamlanmak üzeredir. Bu yasaklar en geç Eylül ayı sonunda ayrıca yapılacak
tebliğle kaldırılacaktır.
Şu kadar ki, hububat her şeyden önce
esas gıda maddemizi teşkil ettiğinden, memleket ihtiyacına göre titizlikle
ayarlanması gereken ihracatının, müstahsili koruyan fiyatlarla hububat almakta
olan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne yaptırılması yolundaki karar muhafaza
edilmektedir.”
Ankara, İstanbul, Konya ve İzmir
şehirlerindeki mütekait (emekli), dul ve yetimlere mahsus tevziat kartında, şu
şartlar önemle belirtiliyor:
“1- Şeker ve diğer tevziat maddeleri
alırken bu kartın bütün olarak gösterilmesi ve her tevziatın ait kuponunun
satıcı tarafından kesilmesi lazımdır.
2- Bu kartı kaybedenlere yenisi
verilmez.
3- Tahrif ve taklidi Milli Korunma
Kanununun tayin ettiği cezayı müstelzimdir.
4-Mühürsüz, numarasız olanlarla
gününde kullanılmayan kuponlar geçmez.
5- Ziyanından dolayı tekrar tevzi
zamanına kadar yenisi verilmez.”
Not: Büyüklere, çocuklara, dul ve yetimlere, emeklilere, devlet memurlarına, mebuslara mahsus ekmek ve kumaş karnelerinden örnekleri tarihçi-yazar Orhan Koloğlu'nun arşivinden..
(Süleyman Boyoğlu)
21 Aralık 2021 Salı
"SAMANYOLU" VE BERKANT...
Sen kalbimin mehtabısın güneşisin
Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Berkant Akgürgen’in ilk eşi Serpil Örümcer’i bir televizyon
kanalında bir muhabire demeç verirken izlemiştim. Örümcer, yurttaşlarımızın
büyük çoğunluğu gibi hayat pahalılığından, geçim sıkıntısından yakınıyordu. Dalıp
gittim… Gözlerimin önüne 1970’li yıllardaki Berkant ve “Bayan Bacak” lakaplı,
alımlı-çalımlı eşi Serpil Örümcer’le bir yıl kadar süren şaşalı evlilikleri ve
bu evlilikten doğan ve yoksullukla mücadele eden kızları Fulya geldi..
SÖNMEZ: BERKANT SAMANYOLU’NA ÇIKTI
Serpil Örümcer, eski eşinin ölüm haberini aldığında duygularını şöyle dile getirdi:
“Berkant’ın ölüm haberini duyunca çok
üzüldüm, sonuçta bir geçmişimiz var. Berkant ‘Samanyolu’nu benimleyken
yapmıştı. Flört ediyorduk o zamanlar.. 1971’de evlendik, bir yıl sonra da
boşandık. Keşke o şekilde ayrılmasaydık. Ben küs değilim, o bize küstü. Kızım Fulya
da babasını görmedi. Ama cenazesine gideceğim. Kimse buna bana mani olamaz”
diyordu.
ENGİN HANIM: SAMANYOLU ONUN İÇİN BİR KAFTANDI
“Berkant’ın ne zaman bahsi geçse,
hatırlara hemen onun okuduğu ve seneler boyu dilinden düşmemiş olan ‘Samanyolu’
şarkısı gelir ve şarkının ‘Metin Bükey’in bestesi’ olduğu söylenir…
Acaba öyle mi, yani memleketin en meşhur
nağmelerinden olan bu eser hakikaten Metin Bükey’e mi ait?
Murat Bardakçı, Berkant’ın ardından,
Samanyolu konusunda, yedi sene önce yayınladığı bir açıklamaya tekrar yer vererek,
şunları kaydediyor:
“Eserin aslında kime ait olduğu, 2005
Şubat’ında da tartışılmıştı. Türk Müziği’ne ‘Buruk Acı’, ‘Gökyüzünde yalnız
gezen yıldızlar’, ‘At kadehi elinden’, ‘Sarmaşık gülleri’, ‘Sürülmez sefa
çekilmez cefa’, ‘Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım’, ‘Mavi gözlü sarışın
kız’, ‘Bu gece son gecemiz’ ve ‘Saçın yüzüme değse telini kıskanırım’ gibi çok
sayıda eserler vermiş olan Teoman Alpay, 13 Şubat 2005’te vefat etmişti..
Ardından çıkan yazılarda şarkılarından bahsediliyor ve besteleri hatırladıktan
sonra Samanyolu’nun ‘sözlerinin’ ona ait olduğu söyleniyordu.
Murat Bardakçı, “Müjde Ar’ın
anlattıklarını, Berkant’ın ardından yeniden ve aynen naklediyorum” diyor, şöyle
devam ediyor:
“Teoman Ağabey bir gün bir İzlanda
şarkısı getirdi ve Türkçe söz yazması için anneme okudu. Annem, şarkıya
hatırımda kaldığı kadarıyla ‘Sarı Güneş’ gibisinden bir söz yazdı ama Teoman
Ağabey beğenmedi. Sonra oturdu, kendisi bir söz yazdı ama bu sözleri İzlanda
şarkısına koymaktan vazgeçti ve başka bir eser olarak besteledi, adına da
‘Samanyolu’ dedi. Annem, o sırada güftedeki bazı kelimeleri değiştirdi ve ilk
mısradaki ‘güneş’ sözünü de zorla koydurttu. Teoman Ağabey’in şarkıyı
Atikali’deki evimizdeki Vezüv marka gaz sobasının önüne taburesini çekerek
elindeki udla ve çıplak ayakla bestelemesi hâlâ gözümün önündedir. Samanyolu
işte böyle doğdu ve şarkıyı ilk dinleyen müzisyen, o zamanın meşhur bestecisi
Şekip Ayhan Özışık oldu.
PEÇETEYE YAZIP VERMİŞ
Samanyolu’nun notasını da bir gün
peçeteye yazıp Metin Bükey’e vermiş. Bükey, şarkının yıllar sonra Avrupa’da da
tanınması üzerine vicdan azabı çektiğinden olacak, Teoman Ağabey’e arada bir üç
kuruş para gönderirdi.
Bu açıklamayı, bana seneler boyunca
babam kadar yakın olan Teoman Ağabey’e hissettiğim vicdani borcumu ödemek için
yapıyorum…”
Teoman Alpay’ın içkiye olan düşkünlüğü anlatılırken, araya bir anekdotla gireceğim… Çocukluğumda (1960’lı 70’li yıllar) en ucuz içki şaraptı. Mahallemizin fakir insanlarının ve gençlerinin bütçeleri bu şaraplara ancak yeterdi. Mahallemiz olan Esenler-Çiftehavuzlar Mahallesi Çiğdem sokakta babamın amcasının bir bakkal dükkânı vardı; rafların en yükseğinde de sıra sıra dizili Marmara şarapları bulunurdu; şişesi 25 kuruştu.
Bu şarapların daimi müşterisi ise hiç
ayık gezmeyen, ama işini de çok iyi yapan Giresunlu sıvacı ustası “Şarapçı Kemal”di. Şarapçı Kemal, her
akşam iş bitimi bu bakkala gelir, şarabını alır bir gazete kâğıdına sardırır özenle
koynuna sokardı. Bu koyuna “gizleme!” işinden sonra ya evine ya da o yıllar
Davutpaşa Kışlası askerlerinin eğitim yaptığı çayırlık alana giderdi. Unutuyordum!
Bafra sigarasını da almayı unutmazdı… Kafayı bulduktan sonra da sallana
sallana, kendi kendine küfürler ederek evinin yolunu tutardı.
Hatırladığım kadar ağzında hiç diş
yoktu. Ayıkken çok konuşmazdı ve kimseye küfür ettiği ise duyulmuş değildi. Nedendir
bilinmez ama kafayı bulunca en çok küfrü Almanya’da işçi olarak çalışıp sonra
yurda dönen, evinde oturduğu ağabeyi Yakup’a ederdi. Bir bakardık yalınayak Şarapçı
Kemal önde, ağabeyi peşinde çayıra doğru bir kovalamaca başlardı. Çok zaman
yakalayamazdı (belki de yakalamak istemiyordu), ama yakaladığında da canına
okurdu…
YILMAZ ÖZDİL VE SAMANYOLU
“Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek,
dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek” filan ama… Hiç merak ettiniz mi, şehirde
değil, kerpiç haneli köyde dünyaya gelen Berkant, ortaokuldayken, piyano
çalmayı nerden biliyordu?” diyerek yazısına başlayan Özdil, şunları söylüyor:
“74 yaşında rahmetli oldu… Teee 65 sene
evvel, ilkokuldayken, memleketin yüzde 90’ında radyo bile yokken, mızıka ve
akordeon çalmayı kimden öğrenmişti? Henüz 14 yaşındayken, Frank Sinatra, Dean
Martin, Nat King Cole şarkılarından oluşan repertuvara nasıl sahip olabilmişti?
Dedim ya, 1938’de köyde dünyaya gelen çocuk… 18 yaşındayken orkestra kurmayı,
hangi vizyonla akıl etmişti? Saksafon çalmayı?”
Özdil, “Çünkü…” diyor ve şöyle devam
ediyor:
“Babası Hasan Akgürgen’in Köy Enstitüleri’ndeki görevi nedeniyle Ankara’nın
Hasanoğlan Köyü’nde dünyaya gelmiş, ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde
başlamış, babasının tayini gereği, Bilecek’e Denizli’ye gitmiş, ama, ailesi
tarafından hep ‘köy enstitüsü ruhu’yla büyütülmüştü.
Berkant’ın temel eğitimini aldığı
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, Ankara Konservatuvarı’nın saygın ustalarının
klasik müzik öğrettiklerini anlatan Özdil, 1945 senesinde Hasanoğlan Köy
Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşının; 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, 8
akordeon, 3 piyano, 3 davul, 1 metronom ve 1 pikap olduğunu sıralıyor..
Yılmaz Özdil, “Harika Çocuk”lar Suna Kan ve İdil Biret’in enstitüye misafir olarak getirildiğini, çocuklara
piyano ve keman dinlettirildiğini de yazıyor.
Özdil, çocukların enstitülerde resim
yaptıklarını, voleybol oynadıklarını, sinema salonuna ve tiyatro salonuna sahip
olduklarını ifade ederek, şunları kaydediyor:
“Bedri Rahmi Eyüboğlu bir hatırasını
şöyle anlatmıştı: ‘Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Okulun hayvanlarını
barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde kitap vardı,
dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduğunu nasıl kavradığını, ertesi gün
oynadıkları piyeste gördük.’
Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar;
Gorki, Tolstoy, Zola okuyarlardı. Moliere’in Kibarlık Budalası’nı, Sofokles’in
Kral Oedipus’unu, Gogol’un Müfettiş’ini sahneliyorlardı. Mesela, bir mezuniyet
töreni programı sırasıyla şöyleydi: İstiklâl Marşı, bağlama konseri, türküler,
mandolin konseri, koro, Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi, diploma takdimi,
topluca zeybek…”
“İşin ekstra enteresan tarafı… Romantizm
tarihimizin en önemli şarkısının adı Samanyolu ama, şarkının içinde tek kelime
Samanyolu geçmiyor. Tıpkı, eğitim-öğretim tarihimizin en önemli parçası Köy
Enstitüleri’nin, dörtdörtlük olduğu söylenen imamlı-tarikatlı eğitim
sistemimizin içinde geçmemesi gibi.
Özetle. Samanyolu dediğin… Görmek
isteyene. Görmek istemeyene… Teleskop versen, hikâye..”
SEZEN CUMHUR: TÜRK POP MÜZİĞİ ONUNLA BAŞLADI
Berkant’ın birçok şarkısının söz yazarı Sezen Cumhur Önal, bugünkü Türk pop müziğinin Berkant’la başladığını belirtiyor, şöyle diyor:
“Onunla birlikte benim sözünü yazdığımı,
Berkant’ın seslendirdiği pek çok şarkıya imza attık. Radyolarda yabancılar gibi
şarkılar söylemek marifet değil. Bizim dönemimizde tüm sanatçılar Fransızca
söylemeyi marifet sayardı. Türkiye popüler müziğinde Berkant’ın pek çok şarkısı
vardı. ‘Samanyolu’ son şarkısı idi. Bugün yapılan pop müziğini ben müzik olarak
görmüyorum. Normalde güzel Türçemiz Batı müziğine aykırıdır. Ama biz Türkçeyi
güzel kullanan şarkılar yaptık. Son dönemlerde çok yorgun olduğunu
gözlemliyordum. Çok sigara içiyordu.”
Müzik yazarı Naim Dilmener, Berkant’ın popun erken döneminde ünlendiğini ve bu ününü popun yerleşmesi ve yükselmesi için kullandığını belirterek, “Parada pulda gözü olmadı. Kısa vadede tuhaf gibi görünüyor böyle bir tavır ama uzun vadede doğru ve haklıdır. Mekânı Samanyolu’nun en manzaralı köşesi olsun” diye konuşuyor.
MURAT MERİÇ: SAMANYOLU BERKANT’IN ÇÖKÜŞÜDÜR
“Bu ülkenin ilk meşhur solistlerindendir. Türkiye’de ‘aranjman devri’ denilen dönemi başlatan kişidir. Yabancı şarkılara Türkçe söz yazma modasının ilk erkek solistiydi. Berkant’ı Samanyolu şarkısıyla tanırız, ancak bence Samanyolu onun çöküşüdür. Ben Samanyolu şarkısını sevmem çünkü şarkı ona o kadar yapıştı ki bu şarkı onun çöküşünü getirdi. Sahnenin hakkını veren bir isimdi. 70 sonrasında yaptığı bütün işlerde Samanyolu’na dönüş yapmak durumunda kaldı. Onun ötesine geçemedi. Samanyolu sonrasında yaptığı çok güzel 45’lik plakları var. Ancak ondan beklenti hep Samanyolu olduğu için sonraki dönemlerde hep Samanyolu şarkısına dönmek zorunda kaldı.” “Samanyolu’nun şanslı yorumcusuydu” diyen müzik yazarı Cumhur Canbazoğlu da şunları söylüyor:
“Berkant marş haline gelmiş bu şarkı sayesinde Türk pop tarihinde silinmeyecek bir yer edinmeyi başarmıştı. Adı ‘Bay Samanyolu’na çıkmıştı, ama ‘tek şarkılık adam’ olmanın çok ötesinde değerler kattı müzik dünyamıza… Müzik camiası onu kolay unutsa da ‘ömür boyu sürecek şarkı’yla gönüllerden, kulaklardan hiç eksik olmadı.”
“Bay Samanyolu diye anılan adam için bunu söylemek kolay mı? Ama gerçek… Çok ama çok iyi bir şarkıcı olan Berkant, Samanyolu’nun altında ezildi resmen…
Neredeyse milli marşa dönüşen ve hemen herkes tarafından, yerli yersiz her fırsatta söylenen şarkı öyle büyüdü, öyle büyüdü ki, Berkant’ı altına aldı. Yaptığı her şeyde yeni bir Samanyolu beklendi. Olmadı tabii.. Şarkı şarap gibi eskidikçe kıymetlenir, her gün daha popüler olurken, Berkant popülaritesini aynı hızla yitirdi.”
İşte o unutulmaz şarkının sözleri:
Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Birgün elbet göze gelir bu sevgimiz
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
(Not: Alıntılar gazetelerden)
(Süleyman Boyoğlu)