Ayşe Teyze kendi elleriyle diktiği incir ağacı ile
Süleyman Boyoğlu
Süleyman Boyoğlu
Özel bir
hastanede doktorluk yapan arkadaşım Salih Çelik, 13 Temmuz Cuma günü telefonuma
mesaj göndermişti. Salih “iletim merkezi”mizdi. Mesajında Esenler Ortaokulu’ndan
arkadaşımız Yıldız’ın babasının vefat ettiği, 14 Temmuz Cumartesi günü de
cenazesinin Yavuzselim Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından toprağa
verileceğini iletmişti. Çok zeki bir arkadaşımız olan (İlk mezunlarından olduğumuz Esenler Ortaokulu'nun üç sınıfının öğrencilerinin ad-soyad ve numaralarını bugün
bile ezbere bilir) Salih, aynı zamanda
ortaokul arkadaşlarımız arasında en vefalı olanıdır. Kimin bir derdi bir
sıkıntısı olsa, hemen yardımına koşar, elinden gelen bütün çabayı sarfeder.
O nedenle Cumartesi
günü öğlene doğru cenaze törenine katılmak için Yavuzselim Camii’ne gittim.
Yıldız’ın babası Yavuzselim Mahallesi’nin “Bakkal Mehmet Amca”sıydı ve semtin
en eski esnafındandı. Yavuzselim Mahallesi benim çocukluğumun
ve gençliğimin geçtiği Namık Kemal Mahallesi ile komşu bir mahalleydi.
Camiye
vardığımda vakit erkendi, bir akrabamın işyerine uğradım. Bir süre orada vakit
geçirdikten sonra tekrar camiye döndüm. Burada Esenler CHP eski ilçe başkanı ve
belediye başkan adayı Cemal Kaya ile karşılaştım. Cemal Kaya’nın ablası Münüre
de Yıldız gibi Esenler Ortaokulu’ndan arkadaşımdı.
Cemal Kaya
ile sohbet ederken, amcasının oğlu, benim de yine ortaokuldan arkadaşım Enver
Kaya geldi. Cemal ve Enver’ler Namık Kemal Mahallesi’nde önemli bir araziye
sahipti. Bu büyük arazinin bir kısmında amca çocukları ile halı saha
işletiyorlardı. Bir zamanlar ortaokul arkadaşlarımdan bir gurupla bu halı
sahada futbol maçı yapıyorduk.
Enver ile
uzun zamandır görüşemiyorduk, ayaküstü sohbet bizi kesmedi. Hava çok sıcaktı,
insanı bunaltıyordu. Daha doğrusu gölgede bile şıpır şıpır terler akıttıryordu.
“Haydi halı sahaya gidelim, bir şeyler içeriz, ondan sonra gidersin” teklifine
bu yüzden hayır diyemedim.
89 YAŞINDA, AMA HÂLÂ DİNÇ
Halı sahada
ailelerimizden konu açıldı. Annesini sordum:
- Annem
kendi anlatımına göre şu an 89 yaşında, ama çok dinç. Yalnız böbreğinde büyük
bir taş var. Salih’e götürüyorum bir iğne vuruyor, o iğne ile bir altı ay idare
ediyoruz. Başka da önemli bir sağlık sorunu yok. Hâlâ bahçede çapa yapıyor. Bir
de Kangal köpeğimiz var, ona bakıyor, dedi.
Enver
bunları söyleyince, şaşırdım. Maden sularımızı bitirir bitirmez:
- Enver kalk
annene gidiyoruz! Annenle görüşmek istiyorum! dedim.
Vakit
kaybetmeden halı sahanın hemen arkasında büyük bir alan üzerine kurulu
evlerinin yolunu tuttuk. Yıllardır özlemini duyduğum yeşillik ve meyve
ağaçlarının arasından geçerek, kendisinin de oturduğu üç katlı apartmanın
kapısının önüne vardık. Kapının önünde iki kadın oturuyordu. Enver’e:
- Annen
içeride mi? dedim.
Enver,
şaşırdığımı anladı:
- Soldaki
annem, sağdaki de ablam, diye söyleyince hani derler ya, “küçük dilimi
yutacaktım” aynen öyle oldum. Karşımda en fazla 75-80 yaşlarında gösteren sevimli bir teyze buldum. Selamlaştık. Enver:
- Anne bu
benim Esenler Ortaokulu’ndan arkadaşım, seninle röportaj yapmak istiyor. Senin
bu yaşta olduğuna ve hâlâ bağ-bahçe işiyle uğraştığına inanamadı, ben de sana
getirdim, dedi.
Kapının
önündeki plastik koltuklardan birer tane alıp Ayşe Teyze ile binanın arka
kısmına geçtik. Arka kısım hem güneş almıyor hem de meyve ağaçlarının altıydı.
BABAM RUSLAR’A ESİR DÜŞÜYOR
Meyvelerden
neler yoktu ki; incir, armut, erik, ayva ve elma ağaçlarının dalları kırılıyordu…
Ayşe Teyze:
- Tüm bu
meyvelerde emeğim vardır, çoğunu da ben diktim. Bu gördüğün büyük bostanı da
hâlâ ben belliyor ve ekiyorum, demez mi!..
Şaşkınlığım
daha da arttı. O yaşta ve hâlâ enerjik oluşu beni gerçekten hayrete düşürdü. Ayşe Teyze'nin bu çalışkanlığı, tam bir Karadenizli kadın olduğunun ispatıydı...
“Maşallah sana Teyze” diyerek sorularımı sıraladım. Ayşe Teyze anlatımına babasıyla başladı:
“Maşallah sana Teyze” diyerek sorularımı sıraladım. Ayşe Teyze anlatımına babasıyla başladı:
- Babamın
ataları Maraş’tan Bayburt’a, Bayburt’tan da Maçka’ya gelmiş. Babamın sülalesi “Kakoşumoğulları”
diye bilinir. Babama da “Kakoşumoğlu Şükrü” derlerdi. Babam Ruslar Maçka’yı
işgal ettiğinde askere alınmış. Amcamın bedelini vermişler, parasızlıktan babamın
verememişler… Babam yedi sene askerlik yapmış; Ruslara esir düşmüş. Babam ve iki
arkadaşı Rusların elinden bir fırsatını bulup kaçmışlar. Babam; “Kaçarken hep
doğuya kaçtık. Çünkü Türkiye’nin nerede olduğunu bilemiyorduk. Güneş ne tarafta
doğuyorsa o tarafa doğru kaçtık” diyordu. Kaçarlarken köylüleri “Rüstemoğlu Gençağa”yı da kaçırmak istemişler, ama
o tel örgülerin arkasındaymış. Babamlara “Siz beni bırakın, bana yaklaşmayın
kaçın gidin” demiş. Gençağa’yı orada bırakıp kaçmışlar. Gençağa ile beraber
bizim köyden beş kişi daha esirlikten dönememiş…
Ayşe
Teyze’ye dönemeyen o beş kişinin adlarını biliyor musun? dedim.
- Bilmez
olur muyum! Dönemeyenler; Kakoşumoğlu Mehmet, Kakoşumoğlu İbrahim, Kakoşumoğlu
Kazım, Kakoşumoğlu Kamil, yine bir başka Kakoşumoğlu Mehmet. Bunların hepsi esir alınıyor, ama sülaleden bir tek babam 'Kakoşumoğlu Şükrü' kaçıyor,
kurtuluyor. Diğer beş kişiden bir daha haber alınamıyor. Bu kaçmadan dolayı Kakoşumoğlu
Şükrü’ye yani babama maaş bağlanmıyor…
Ayşe
Teyze’ye “seferberlik”te annenler ne yapmış? Nereye gitmişler? diye sordum:
- Ruslar
Maçka’ya geldiğinde, babam bedel ödeyemeyip askere gitmeden önce felçli
annesini ve beş teneke unu sırtlayarak, annem (Havva), ağabeyim Hasan ve ablam
Hanım’la köyü boşaltıp yine Maçka’ya bağlı Zano köyüne gidiyorlar. Annemler ve
benden büyük kardeşlerim Zano’da bir yıl kaldıktan sonra dayımlarla (Kahraman,
İsmail, Ali Osman, Süleyman) geri dönüyorlar. Dayımlar annemlere bir dam
yapıyorlar, annemleri içine yerleştiriyorlar. Babam döndükten sonra annem abim
Emin’e hamile kalıyor. Ben de 1923 yılında doğuyorum. Yani seferberlikten
sonra…
ANNEM
BİR EKMEK İÇİN RUSLAR’LA ÇALIŞMIŞ
Ayşe Teyze’ye
Rusların köylerinde neler yaptıklarını da sordum:
- Ruslar
bizim köyde kilise yapmışlar, demiryolu yapmışlar; Maçka-Trabzon arasında…
Sonra o demiryollarını bizimkiler söküp satmışlar. Annem, Ruslar yol yaparken
onlara bir ekmeğe çalışmış akşama kadar… O zaman Rus askerleri çocuklara şeker
verirmiş, ama çocuklar şekerin ne olduğunu bilmezlermiş…
Zaman zaman
eski günlere dalıp giden Ayşe Teyze’ye ne zaman evlendiğini soruyordum ki oğlu
Enver’in oturduğu plastik koltukla beraber meyilli arazide arka üstü düşmek üzere olduğunu fark ettik, ama şansı varmış ki düşmedi. Enver'i daha sonra annesiyle aramızdaki boşluğa yerleştirdik. Enver, annesinin söylediklerini ilk defa duyuyormuş gibi can kulağı ile dinlemeye devam etti. Ha unutuyordum, sohbetimize önce Enver’in en
büyük ablası Fatma sonra da küçük kız kardeşi Emine de eşlik etti:
- Ben
Mavura’ya yakın Solday’dan, şimdiki adı Sevinçli köyden 17 yaşında gelin geldim.
Rahmetli eşim Bahri Bey’le akrabalığımız vardı. Mavura’da tarlalarımız vardı; mısır ekerdik. İneklerimiz de vardı, fakir değildik. Her yaz yaylaya çıkardık, yaylada evimiz vardı. Yaylaya çıkmamız bir gün sürerdi. Orada Karoptal (yayla şenliği)
yapardık.
1958’DE ESENLER KÖYDÜ
Ayşe Teyze’ye
ne zaman İstanbul’a geldiğini sorduğumda ise:
- 1958’de
Esenler Köyü’ne geldik. Biz geldiğimizde Esenler'de fazla ev yoktu. Mahmutbey bucağına,
Bakırköy kazasına bağlıydı. İstanbul’a beş çocukla geldim. Remziye, Fatma,
Necati, Enver ve Şevket Maçka’da doğdu. Emine ile Ayhan ise burada doğdu.
Ayşe Teyze, Trabzon’dan İstanbul'a gemiyle, Salıpazarı’ndan da kamyonla
Esenler’e geldiklerini anlattı:
- Esenler’e
geldiğimizde Ekim ayıydı, diye devam ederken kızı Fatma söze karıştı:
- Biz
geldiğimizde okullar başlamıştı. Esenler Dörtyol’da tek katlı, tek sınıflı sarı bir bina vardı. Oraya yürüyerek giderdik. Bütün sınıflar bir arada eğitim görüyorduk, dedi.
Kızı sözlerini
tamamladıktan sonra Ayşe Teyze, konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
- Biz
geldiğimizde oturacak bir evimiz yoktu. Bu bulunduğumuz büyük araziyi Yakup,
Bahri ve Dursun’un babaları Kavasoğlu Şevket Ağa alıyor. Beyimin ağabeyi Yakup
Ağa bizden önce yani 1936 yılında buraya geliyor.Önce Yakup Ağa buraya yerleşiyor...
Ben 1958
yılında geldiğimde bizden önce gelip yerleşen Boşnaklar ve Arnavutlar da vardı. Onlar
Yugoslavya ve Selanik tarafından gelmişlerdi. Bugün vefat eden rahmetli Bakkal
Mehmet’ler, Raşitler, Memişler, Ferhatlar, Recep Altan’lar bizden önce
varlardı. Bunlar inek besiciliği yapıyorlardı. Biz de onlara özendik, inek
besiciliği yaptık.
Davutpaşa Askeri Fırını’na kadar bütün tarlalar, araziler bizimdi, sonra büyük bir kısmını sattık. Şevket Ağa’nın Beyazıt’taki üniversitenin altında dükkânları varmış, orada bakırcılık yapıyormuş. Kaynatam çok tutumluymuş, tramvayda hep ucuz mevkide seyahat edermiş. Eğer o erken ölmeseydi (gülerek), İstanbul’da epeyce arazi alırmış… Bizden başka Romanya’dan gelen eski muhtar Sami Dayangaç’ların arazisi de çoktu.
Davutpaşa Askeri Fırını’na kadar bütün tarlalar, araziler bizimdi, sonra büyük bir kısmını sattık. Şevket Ağa’nın Beyazıt’taki üniversitenin altında dükkânları varmış, orada bakırcılık yapıyormuş. Kaynatam çok tutumluymuş, tramvayda hep ucuz mevkide seyahat edermiş. Eğer o erken ölmeseydi (gülerek), İstanbul’da epeyce arazi alırmış… Bizden başka Romanya’dan gelen eski muhtar Sami Dayangaç’ların arazisi de çoktu.
Sonra
Esenler-Dörtyol’da; Gürsesler, Hoşmenler, Bayrampaşa’da; Şaban Ağalar
(Bayrampaşa Stadyumu’nun olduğu yerin eski sahipleri) vardı.
Bizim
tarlalarda Davutpaşa Askeri Kışlası’ndaki askerler gelip tatbikat yaparlardı.
Bir sabah bakardık, bizim tarlalarda askerler çukurlar kazmış, bir şeyler
yapıyorlar…”
1960
İHTİLAL’İNDEN ÖNCE GÖZALTINA ALINANLARA SU VERDİM
Ayşe Teyze,
“1960 İhtilâli” öncesi bir grup öğrencinin gözaltına alınarak Davutpaşa Askeri Kışlası’na
getirilmesini de anımsıyor:
- Bizim
tarlalardan aşağı geldiler. Çok kalabalıklardı, heyecanlılardı. Kaçar
gibiydilar, su istediler, su verdik…
Sohbetimizi
noktalamak üzereyken, küçük kızı Emine daldan kopardığı kara eriklerden bir
avuç yıkayıp bizlere uzattı. Erikler enfesti… Bir müddet sonra yine bir avuç erikle
geldi. Ayşe Teyze, iki hafta sonra olgunlaşacak kendi elleriyle diktiği incirlerden yemeye beklediğini
de söyledi:
- Ama anneni
de getir, yıllardır aynı mahallede oturuyoruz, birbirimizi tanımıyoruz. Annen
kaç yaşında? dedi.
- Doğum
tarihini kendisi de ben de tam olarak bilmiyoruz, ama 81-82 yaşlarında. Kalp ve
yüksek tansiyon sorunu var, dedim.
- Benim de
böbrek ve yüksek tansiyon sorunum var. Eski tanıdıklarımdan kimse kalmadı. Yaşı
bana yakın, sen getir biz anlaşırız… Sakın unutma! dedi.
Elleriyle beslediği Kangal cinsi köpekle...
Elleriyle beslediği Kangal cinsi köpekle...
Ayşe Teyze’ye
veda edip ayrılırken, kendi elleriyle beslediği “köpeklerin efendisi” kangalı
görmeye gittik. Adı "Efe" olan heybetli Kangal cinsi köpek beni yabancı görünce zincirini
koparacak gibi oldu. Çok korktum... Bir kaç kez ismiyle seslendim, sonra alıştı, ama yine de yanına yaklaşmaya ve sevmeye cesaret edemedim. Ayşe Teyze'ye "Kangallar ülkemizin en asil köpek cinslerinden, geniş bir arazim olursa ben de böyle senin gibi Kangal cinsi bir köpek beslemeyi çok arzu ediyorum" dedim.
Ayşe Teyze ile yavruyken alıp büyüttüğü "Efe"sinin fotoğrafını çektikten sonra en kısa zamanda görüşmek üzere vedalaştık…
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Ayşe Teyze ile yavruyken alıp büyüttüğü "Efe"sinin fotoğrafını çektikten sonra en kısa zamanda görüşmek üzere vedalaştık…
(Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder