21 Temmuz 2012 Cumartesi

METROBÜS YOLCULUĞUM VE YANGIN...


                         
                                           Beylikdüzü- TÜYAP metrobüs son durağı

        Söğütlüçeşme-Avcılar metrobüs hattı Beylikdüzü’ne kadar uzatıldı. Birkaç gündür Avcılar-Beylikdüzü arasında deneme seferleri yapan metrobüslerden birine bugün öğleden sonra saat 13.15’te Merter durağında bindim.
        Hava bugün de sıcaktı. Metrobüsün klimaları yolcuları serinletmeye yetmiyordu. Hele de  cam kenarındaki bir koltuğa denk geldiysen yandın. İşte ben de hem ters hem de cam kenarındaki bir koltuğa ilişmek zorunda kaldım. İki durak zor gidebildim, serin olur diye ortalarda boşalan başka ters bir koltuğa geçtim. Önde az da olsa klimanın etkisini hissediyordum, ama ortalarda klima yokmuş gibi yolculuk yapmaya başladım.
        Allah’tan bu kez düz bir koltuk boşaldı, ona geçtim. Hem de bu kez cam kenarı değildi. Yanına iliştiğim kızıl saçlı genç bir kız camdan vuran güneşe ve sıcaklığa aldırmıyordu. Kafası önüne eğik, elindeki telefonla meşguldü, benim yanına iliştiğimin bile sanırım farkına varmadı.
        Gideceğim durak sayısı azaldıkça metrobüsteki insan sayısı da azalıyordu. Avcılar’da Şükrübey durağına geldiğimizde şoför yolcuları uyardı:
         - Beylikdüzü’ne devam edecekler, bu durakta insin, arkadan gelecek olan Beylikdüzü’ne binsinler, dedi.
         Sanırım “34/T yazan metrobüse binin” diye uyardı, tam duyamadım. Diğer yolculara uydum, ben de indim. Önümüzdeki metrobüs Beylikdüzü’ne gidenmiş, ama çok kalabalıktı binmek istemedim. Çünkü acelem yoktu, bugün benim amacım metrobüsle Beylikdüzü’ne kadar gitmek, gördüklerimi yazmaktı. Metrobüsler peş peşe geliyordu, ama içlerinde Beylikdüzü yazan yoktu. Bir beş dakika ya sürdü ya sürmedi, tepesinde Beylikdüzü yazan bir metrobüs belirdi. Ön kapının daha müsait olduğunu hesaplayarak, bu kapıya yöneldim, rahat bir şekilde bindim. Bu kez ayakta yolculuk yapmaya başladım.
                                                        Metrobüs durakları vatandaşları hem güneşten 
                                                         hem de yağmurdan koruyacak şekilde yapılmış...
         Birkaç durak gittikten sonra yine bir boş yer buldum bu kez de metrobüsün motorunun bulunduğu yere yakın bir yerdi, içerisi bir önceki metrobüsten daha sıcak geldi. Yerimden kalkıp kalkmamakta tereddüt yaşıyordum ki yan yollara bir göz attım, araçlarının içindekilere acıdım, kendi halime şükrettim.
         Avcılar sonrasında duraklara henüz ad verilmediği, daha doğrusu durak tabelaları asılmadığı için hangi semte vardığımızı çıkaramıyordum. Bu kez metrobüs Haramidere’yi geçip rampaya koyulduğunda (dönüş yolunda yanımdaki bayan bir yolcunun ifadesine göre)  “Balaban Durağı”nda daha yeni bindiğimiz metrobüsün şoförü bu kez yerinden kalktı;
         - Aracı boşaltmanızı ve başka araca geçmenizi rica ediyorum, dedi.
         Ben de dahil hiç kimseden ses çıkmıyor, söylenilenleri harfiyen yapıyorduk. Bu kez de öyle yaptık. Başka bir metrobüse bindik.  Beylikdüzü son durağa kadar gittim. Son durak TÜYAP Kitap Fuarı’na yakın bir yerdeydi. İçimden; “Artık kitap fuarına rahat gidip geliriz” diye geçirdim. Büyükçekmece ilçesi ayaklar altındaydı... Durağa vardığımda saat 14.05’ti. Duraktan hiç çıkmadım, birkaç kare fotoğraf çektim. İşim bittikten sonra saat 14.10'da hareket eden metrobüse (Belki de geldiğimdi) bindim.
                                     Metrobüs son durakta Büyükçekmece'nin görünümü...
         Bu kez son durak olduğu için güneş almayan bir koltuk gözüme kestirdim, yine de sıcak olacak ki gözümde güneş gözlükleri dalmışım herhalde… Kafamın yanımda oturan ve Balaban Durağı’nın adını bana söyleyen bayanın tarafına düştüğü korkusuyla oturduğum koltuktan sıçradım.  
         Bu kez Kadıköy’e kadar gitmeye karar verdim. Saat 14.55’te metrobüs Maltepe durağına vardı. Bu aracın şöförü de;
         - Lütfen bu aracı boşaltın Kadıköy aracına geçiniz, diye duyuru yaptı.
Bu sefer bir iki kişiden;
         - Bu uygulama ne zaman başladı, haberimiz yok, gibisinden cılız sesler yükseldi.
         Söylenileni yine yaptık. Başka bir metrobüse bindik. Metrobüs çok kalabalıktı. Şansıma yine güneş alan bir cam kenarı düştü. Mecburen oturdum. Bu kez şapkamı da taktım, zaten gözlükleri gözümden indirmiyorum… Fazla detaya girmeyeyim, saat: 15.35’te Kadıköy-Söğütlüçeşme’ye vardım.
          Tam tren istasyonunun altından geçip Kadıköy’e doğru ilerlerken itfaiye araçlarının sirenleri ötmeye başladı. Üç itfaiye aracı önlerinde yoğun trafiğe takılan otomobillerin ve otobüslerin yol vermesi için sirenlerini acı acı öttürüyordu… İtfaiye araçlarından “Araçlarınızı sağa çekiniz, itfaiyeye yol veriniz” anonsları bir işe yaramıyordu. Bazı araç şoförleri telaşla yol açmaya çalışırken, bazıları umursamıyordu bile… Ben kaldırımda itfaiye araçlarından daha hızlı gidiyordum.  
                                                           Kadıköy'de yangın...
           Altıyol’a Boğa Heykeli’nin önüne geldiğimde duman her tarafı kaplamış vaziyetteydi. Vapur İskelesi’ne inen yol üzerinde sağlı sollu insan kümeleri vardı. Yangının çıktığı yöne akın ediyorlardı. Çantamdaki fotoğraf makinemi çıkarıp fotoğraf çekmeye hazırlanırken, arkamdan bir bayanın:
           - Gazeteciler itfaiyeden önce geliyor, dediğini duydum, ama biraz daha ilerlediğimde dört beş tane itfaiye aracının arkada trafiğe takılan üç itfaiye aracından önce olay yerine geldiğini, yani geç kalmadıklarını gördüm. Yangına müdahale ediyorlardı, ama üç katlı ahşap binayı söndürmekte zorlanıyorlar olacak ki takviye araç geliyordu…
          Vatandaşların söylediğine bakılırsa Osmanağa Mahallesi Başçavuş sokaktaki yangın saat 15.30 gibi çıkmış. Sohbet ettiğim vatandaşlar, üç katlı binanın alt katının 15 sene öncesine kadar nalbur olduğunu, nalburu da bir Rum vatandaşımızın işlettiğini anlattılar. Vatandaşlar, nalburu işleten kişinin ölümü sonrası mirasçılarının anlaşamadığını, bu nedenle de üç katlı ahşap binanın uzun zamandır boş olduğunu söylediler.
          Yangın yerinden de birkaç kare fotoğraf aldıktan, Kadıköy’de bir saate yakın dolaştıktan sonra vapur iskelesine geldim. Karaköy vapuruna binerek Avrupa yakasına geçtim. Bir günümü de böyle tükettim…
(Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder