Türkiye nereye gidiyor derken
yanlış söylüyorum; asıl bizler nereye gidiyoruz demek daha doğru olur. Çünkü yurdumuzun
doğasının ve şehirlerinin tahrip edilmesini, doların alıp başını gitmesini saymazsak,
Türkiye yerinde duruyor. Dolayısıyla soruyu; “Bizler nereye gidiyoruz?” diye
düzelteceğim.
Böyle kısa bir girişten sonra
şimdi asıl konuya geleceğim; bugün bir iş için Tahtakale’ye gitmem gerekiyordu.
İstanbul’u uzun zamandır kavuran sıcaktan daha az etkilenmek için metroyu
tercih ettim. Yenikapı’dan aktarma yaparak, Haliç istasyonuna geldim.
Köprüden
inerken, köprünün ayaklarının altında çocukların kollarına bağladıkları 5
litrelik boş pet şişeleriyle denize girdiklerini fotoğrafladım. Ha unutuyordum,
mayo bile giymemişlerdi. Bırakın mayoyu donsuz denize giriyorlardı; bizim
yörenin söylemi ile “dal taşak” ve de şakalaşarak…
Bu çocuklara “Yurdum çocukları” diyecektim ama değillerdi.
Suriye’den savaştan kaçıp ülkemize sığınan yoksul ailelerin çocuklarıydı. Haliç’in
pis suyuna aldırmadan denizin keyfini çıkarıyorlardı; hem de teknelerin
üzerinden atlayarak…
Çocukları kendi hallerine
bırakıp Tahtakale yolunu tuttum. Tutmaz olaydım! Eski İstanbul Ticaret Odası
binasına varmadan, kaldırım kenarında kafasında kanlar akan bir adam ve yardım etmeye
çalışan insan kalabalığı ile karşılaştım.
Yakından fotoğraf çekmeye
açıkçası çekindim; zira olayın ne olduğunu bilmiyordum. Bir baygınlık sonucu
düşmemi, otomobil çarpması mı gibi düşünceler içerisindeyken, kafasındaki kanı
durdurmaya çalışan iyi insanları gördüm. Hatta genç bir adam, yaralının başında
bekleyenlerden birine:
- Sen ne hakla böyle
vurursun? Sen kimsin? Bir suçu varsa polisi ararsın, diye çıkışıyordu ki yaralı
adam oturduğu yerden arka üstü asfalta düştü…
Bir darbede kafasının arkasından
asfalttan yiyen 50 yaşlarındaki adam bayıldı.
Sonuç olarak varsa bir suçu
devletin cezasını vermesi gerekirken, bir öfkeli vatandaş kendi kafasına göre cezasını
veriyordu.
Yaralının etrafında toplanan
insanlar; “Ambulans çağırdınız mı? Polisi aradınız mı?” diye bağrışırken, ben
de yolun karşısına geçip birkaç kare fotoğraf çektim.
Niye yakından fotoğraf
çekmedim; çekindim... Niye çekindiğimi de başımdan geçen bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum.
Nisan ayında Gaziosmanpaşa’da
özel bir hastanede yoğun bakımda yatan annemi ziyarete gittiğimde, ziyaret
saatine daha vardı. Dışarı çıkıp bir hava alayım dedim. Hastanenin acil giriş
kapısının karşısında bir simitçi arabasının camında “Bana adres sorabilirsiniz”
yazıyordu. Dikkatimi çekti bu yazı cep telefonu ile bir kare fotoğraf çektim.
Vay sen misin fotoğraf çeken…
İçeriden gözlüklü iri yarı
birisi çıkmaz mı? Önce;
- Niye çekiyorsun! diye çıkıştı.
- Gazeteciyim, dikkatimi
çekti yazı o yüzden çektim, dedim.
Hakaret ve küfürlerine devam
ediyordu;
- Seninle uğraşacak halim
yok, deyip hastanenin ana kapısına doğru yürürken iki genç polis memuruyla
karşılaştım. Durumu anlattım;
- Gelin bizimle, dediler.
Birlikte taksi durağının
önünde durmaya devam eden kabadayının yanına vardık. Taksi durağının yanındaki
otoparktan da birileri çıka geldi. Polisler:
- Bu arkadaşa küfür ve
hakaret etmişsin, doğru mu?
-Evet… Doğru…
-Kimliğini verir misin?
-Ne yapacaksınız kimliğimi?
-Kimliğini ver diyoruz, bak
arkadaş gazeteci kimliğini verdi, sen de kimliğini ver.
-Ben emekli polisim.
Polisler;
-Ne olursan ol kimliğini ver,
deyince zoraki kimliğini çıkardı.
Polisler bana dönüp:
-Şikâyetçi misin? dediler.
- Özür dilesin, şikâyetçi
olmayacağım, dedim.
Polisler:
-Haydi birbirinizden özür
dileyin, dediler
Kabadayı adam hiç geri adım
atmadı:
-Ben özür dilemem!
Polisler bu kez bana dönüp:
-Biz başka bir görev için
buradan geçiyorduk. Siz gidin karakola şikâyetinizi yapın, dediler.
Şikâyetçi olan benden
polislerin özür dilememi istemeleri zaten baştan kaybettiğimin göstergesiydi:
-Yok, şikâyetçi falan
değilim. Bu adam sizin yanınızda yaptığı küfrü ve hakareti kabul ediyorsa yapacak
bir şey yok, deyip kös kös yoğun bakımda yatan annemin ziyaretine gittim.
İşte hal böyle böyle… Maalesef ülkemde
herkes kendisini hâkim-savcı-polis yerine koymuş. Bir gün bakıyorsunuz kadına
dayak, bir gün bakıyorsunuz çocuğa tecavüz, bir gün bakıyorsunuz hayvanlara
akla hayale gelmeyecek eziyetler…
O yüzden Türkiye bir yere
gitmiyor; bizler bir yerlere gidiyoruz. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder