Geçtiğimiz Pazartesi günü tüm
yurtta binlerce ilkokul çocuğu ders başı yaptı. Yeni bir öğretim yılı
başladığında da hepimiz biliriz ki ilkokul çocukları anne babalarıyla birlikte
büyük bir heyecan yaşarlar. İşte biz de dün üç arkadaş (18 Eylül Salı) aynı
heyecanı yaşadık. Yalnız bizim anne-babalarımız yanımızda yoktu, ama eşlerimiz
vardı. Hepsinden önemlisi de ilkokul öğretmenimiz yanımızdaydı.
Şimdi niye böyle bir giriş
yaptım; anlatayım…
Arkadaşım Sakip’le benim
ilkokul öğretmenim olan Saadet Berköz Canoğlu’yla Salı günü buluştuk. Şimdi
Sakip’i niye karıştırıyorsun diyeceksiniz. Zira Sakip de Saadet öğretmenimin
eşi Turan Canoğlu’nun öğrencisiydi. Sakip ve ben Saadet öğretmenimizle sık sık
olmasa da arada bir araya geliyoruz. Ancak bu seferki buluşmamız başkaydı.
Başkaydı, çünkü bu kez
öğretmenimizi de yanımıza alarak ilkokuldan arkadaşımız Eser Tokdemir’i İkitelli’deki
evinde ziyarete gidecektik; Merter’de buluştuk… Eser’le 1968 yılından bu tarafa
toplam üçüncü görüşmemiz ve buluşmamız olacaktı. İlkokuldayken bir sokak
arkamızda oturan Eser’le ortaokul birinci sınıftan sonra yollarımız ayrıldı. Tekrar
görüşmemiz yaklaşık 25 sene sonra o zamanlar Fatih’te oturan Saadet
öğretmenimizin evinde, ikinci görüşmemiz de annemin vefatından sonra yine
öğretmenimizle yaptığı ziyaretle oldu.
Eser bu ziyarette bizi
İkitelli’deki evine davet etmişti; araya yaz ayları girince herkes bir yerlere
gittiğinden bu ziyaret gerçekleşememişti. İşte şimdi iadeyi ziyarette
bulunacaktık. Hepimizde cep telefonu vardı, adresi de Eser’den almıştık ama
yine de navigasyona başvurduk.
Yolda bazen “Navigasyon da
kimmiş!” diyerek kafamıza göre yol aldık. Ancak bu umursamamam bizim dünyanın
güneşin etrafında dönmesine benzedi. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorduk. Sonra
tekrar navigasyona güvenip yolumuza devam ettik. Basın Ekspres yolundan Soyak
sitelerine doğru yol almaya başladık. Burada da birkaç kez dönüp durduktan
sonra sora sora, navigasyonun sesli tarifine göre sitelere yaklaştığımızda
Saadet öğretmenimiz artık yol göstericimiz oldu. Çünkü daha önce bir kez
geldiğini söyledi. Taksi durağını görünce de bayağı bi heyecanlandı;
- “Bak işte şuradan devam
edeceğiz, hiçbir yere sapma” deyince hepimiz siteyi bulmamıza az kaldığının
sevincini yaşadık.
Bazen yanımdaki eşime;
- Şuradan mı gitsek?
Dediğimde;
- Beni yol tarifi işine
karıştırma, sonra beni suçlarsın, diyip işin içinden sıyrılması da görülmeye
değerdi.
Sakip’in ise her zamanki gibi
ben ne kadar yolu karıştırırsam o kadar keyif alan bir arkadaştı. Neyse site
görevlisine Eser’in adını verip kapıdan içeri girdik. Eser oturduğu binanın
kapısında bizleri karşıladı. Hava günlük güneşlikti;
- Hele bir soluklanın,
içeride sıkılırsanız bahçemiz güzeldir, oradaki masa ve sıralarının üzerinde
çaylarımızı yudumlarımız, dedi.
Eser’in giriş katındaki
dairesinin arka penceresinden çocuk parkı ve yeşilliği görünce eşlerimiz;
-Biz bi dolaşıp gelelim. Bahçe
güzele benziyor. Eğer dışarısı sıcaksa dışarıda oturalım, dediler ve gittiler.
Bir müddet sonra
döndüklerinde;
- İçeride oturmaya devam.
Dışarısı güneş, ama hava biraz serin dediler.
Zaten bizim de dışarıya
çıkmaya niyetimiz yoktu. Eser’in yaptığı böreklerin, poğaçaların kokusu bizi
adeta salona mıhladı. Karnımızda acıkmıştı. Kan kırmızısı çayın da bardaklara
doluşunu görünce keyfimiz iyice yerine geldi.
Küçücük salonda öğretmenimiz
Saadet hanımla bizlerin anıları birbirine karıştı. Eşlerimiz Hüsniye ve Fatoş
da bu anılarımızı keyifle dinlediler.
Eser’in okulu yarım bırakması
içimi burktu. Daha önce Saadet öğretmenim Eser’in okulu neden bıraktığını birazcık
anlatmıştı, çok üzülmüştüm. Çünkü Eser, ilkokulda “eeee”lemeden,
“meeeee”lemeden çok güzel kitap okurdu. Türkçesi muhteşemdi. Günümüz televizyon
muhabirlerine, spikerlerine taş çıkartırdı. Ama azimli arkadaşımın iyi bir modelist,
iyi bir terzi, iyi bir el sanatları ustası, hepsinden de önemlisi iyi bir aşçı,
iyi bir pastacı- börekçi olduğunu gözlemledik, dilimizle de tattık…
Yüzünden tebessümü hiç eksik
olmayan arkadaşım Eser’le 3-4 saatlik sohbetin sonunda ayrılma zamanımız
gelmişti. Eser yine bizi binanın bahçesine kadar uğurladı. Çıkışta yıllardır
unuttuğumuz komşuluk ilişkilerine şahit olduk. Komşuları Eser’in arkadaşı ve
öğretmeni olduğumuzu öğrendiklerinde hepsinin de gözlerinin içleri gülerek
içten; “Hoş geldiniz… Hoş geldiniz öğretmenim” demelerini sanırım hiç
unutmayacağız…
İşte böyle…
Ha unutuyordum, bu sefer Eser bizleri memleketi Saray’daki köyüne davet etti. Hem de İğneada’daki Longoz ormanlarına götürme sözü vererek…
Ha unutuyordum, bu sefer Eser bizleri memleketi Saray’daki köyüne davet etti. Hem de İğneada’daki Longoz ormanlarına götürme sözü vererek…
Yazı: Süleyman Boyoğlu
Fotoğraflar: Fatoş-Sakip Bayhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder