3 Kasım 2019 Pazar

"MUSA'DAN BERİ"...

           “Musa’dan beri” derken İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtaran Hz. Musa’dan bahsetmeyeceğim; Türkiye’yi baskıdan kurtarmak için uğraş veren “Bizim Musa”dan bahsedeceğim ve yazacağım. Musa Ağacık, gazetecilik yaparken tanıdığım en dürüst, sözünü sakınmayan, yeri geldiğinde “taşı gediğine” koyan bir arkadaşımızdı. Ben Anadolu Ajansı’nda (AA), o da Türk Haberler Ajansı’nda (THA) muhabirlik yapıyorduk. 1980’li yıllarda İstanbul Valisi olan Nevzat Ayaz’ın ilçelere ve köylerine yaptığı ziyaretlere katılır, köylülerle sohbetlerini, yapacakları işleri haber yapıp gazetelere servis ederdik. Valiliğin tahsis ettiği minibüsün içinde ilçe ve köylere yaptığımız yolculukta Musa’nın söylediği çok güzel arya ve Ruhi Su türkülerini de keyifle dinlerdik.
       Ancak bu yaptığımız haberler aslında ikimizi de tatmin etmiyordu; zira Türkiye o yıllar olağanüstü bir durumdan çıkmıştı. Yani 12 Eylül 1980 askeri darbesi toplumun üzerinden bir silindir gibi geçmiş, insanları yerlere yapıştırmıştı.  Yeni bir anayasa yapılmıştı, ama insan haklarını dillendirmek, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapmak hâlâ yasaktı. Cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar, özellikle siyasi mahkûmlara yapılan baskılar hiç ülkenin gündeminden düşmüyordu.
       Polis ve karakolla 68 öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş’i savunduğu için tanışan ve tokat yiyen Musa, o günden sonra “ne zalimlerle ne de polis düzeniyle” bir türlü barışık olmaz. Musa, lisede okurken de siyasete devam eder, okuldan atılır; liseyi dışarıdan bitirir.
       Musa, THA’da muhabirliğe başladı. 1986 yılında Güneş gazetesine, oradan da İstanbul’da yayın hayatına devam eden Yeni Asır gazetesine geçti. Artık Musa gerek uzun boyu, gerekse sorduğu sorularla dikkat çekiyor; hem siyasi parti liderlerini, hem başbakan hem de cumhurbaşkanlarını zor durumlarda bırakıyordu. Milliyet gazetesinde Melih Aşık’ın yanında iyice pişti. 1995 yılında Ufuk Güldemir gazetede genel yayın yönetmeni olunca önü iyice açıldı; röportajları “Musa’nın Teybi” başlığıyla birinci sayfaya taşındı. Artık Musa’yı tutana aşk olsun… Musa her yerdeydi; nerede bir insan hakları ihlali, nerede bir işkence olayı varsa üzerine gidiyordu… Bu yüzden de başına gelmeyenler kalmıyordu.
       Bir gün Anadolu Ajansı’ndan mesai bitiminde dış kapıdan çıkarken Musa içeri girdi. Yüzü kıpkırmızı, boğazı sıkılmış bir halde Musa’yı görünce “Ne oldu Musa? Bu ne hal?” deyince; “Hiç sorma uzun zamandır pasaport alamıyordum. Bugün pasaportum verildi. Çok keyifliydim… Pasaport sol elimde, sağ elimle de parmaklarımı şıklatıyordum ki birisi önümü kesti; ‘Ne yapıyorsun öyle sen deli misin?’ dedi. ‘Sana ne’ dedim. Vay sen misin böyle diyen bana girişti. Müdür yardımcısıymış, boynumu sıktı, yumrukladı, durum bundan ibaret” dedi.
       Esprili, zekice sorularıyla sadece Türk siyasileri güç durumda bırakmadı Musa, yabancı devlet adamlarını da bu yanıtlanması zor sorularıyla bunaltırdı. Bu zor sorularından Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasına neden Mihail Gorbaçov da nasibini aldı.
      Musa, daha kimleri sorularıyla güç durumda bırakmadı ki… Eğer “Bizim Musa”nın bugün hiçbir gazetecinin sormaya cesaret edemediği soruları ve yanıtlarını merak ediyorsanız, lütfen bir “Tevrat’tan Sonra Vahiy Olunan Gazetecilerin Kutsal Kitabı”nın yazarı olan “MUSA’DAN BERİ”yi Beylikdüzü’nde açılan TÜYAP Fuarı’nda imzalayan bu sevgili arkadaşımı yakından tanımalarını öneriyorum…
(Yazı: Süleyman Boyoğlu)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder