“Musa’dan beri” derken İsrailoğulları’nı Firavun’un
zulmünden kurtaran Hz. Musa’dan bahsetmeyeceğim; Türkiye’yi baskıdan kurtarmak
için uğraş veren “Bizim Musa”dan bahsedeceğim ve yazacağım. Musa Ağacık,
gazetecilik yaparken tanıdığım en dürüst, sözünü sakınmayan, yeri geldiğinde
“taşı gediğine” koyan bir arkadaşımızdı. Ben Anadolu Ajansı’nda (AA), o da Türk
Haberler Ajansı’nda (THA) muhabirlik yapıyorduk. 1980’li yıllarda İstanbul
Valisi olan Nevzat Ayaz’ın ilçelere ve köylerine yaptığı ziyaretlere katılır,
köylülerle sohbetlerini, yapacakları işleri haber yapıp gazetelere servis
ederdik. Valiliğin tahsis ettiği minibüsün içinde ilçe ve köylere yaptığımız
yolculukta Musa’nın söylediği çok güzel arya ve Ruhi Su türkülerini de keyifle
dinlerdik.
Ancak bu yaptığımız haberler aslında ikimizi de tatmin
etmiyordu; zira Türkiye o yıllar olağanüstü bir durumdan çıkmıştı. Yani 12 Eylül
1980 askeri darbesi toplumun üzerinden bir silindir gibi geçmiş, insanları yerlere
yapıştırmıştı. Yeni bir anayasa
yapılmıştı, ama insan haklarını dillendirmek, toplantı ve gösteri yürüyüşleri
yapmak hâlâ yasaktı. Cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar, özellikle
siyasi mahkûmlara yapılan baskılar hiç ülkenin gündeminden düşmüyordu.
Polis ve karakolla 68 öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş’i
savunduğu için tanışan ve tokat yiyen Musa, o günden sonra “ne zalimlerle ne de
polis düzeniyle” bir türlü barışık olmaz. Musa, lisede okurken de siyasete
devam eder, okuldan atılır; liseyi dışarıdan bitirir.
Musa, THA’da muhabirliğe başladı. 1986 yılında Güneş
gazetesine, oradan da İstanbul’da yayın hayatına devam eden Yeni Asır
gazetesine geçti. Artık Musa gerek uzun boyu, gerekse sorduğu sorularla dikkat
çekiyor; hem siyasi parti liderlerini, hem başbakan hem de cumhurbaşkanlarını
zor durumlarda bırakıyordu. Milliyet gazetesinde Melih Aşık’ın yanında iyice
pişti. 1995 yılında Ufuk Güldemir gazetede genel yayın yönetmeni olunca önü
iyice açıldı; röportajları “Musa’nın Teybi” başlığıyla birinci sayfaya taşındı.
Artık Musa’yı tutana aşk olsun… Musa her yerdeydi; nerede bir insan
hakları ihlali, nerede bir işkence olayı varsa üzerine gidiyordu… Bu yüzden de
başına gelmeyenler kalmıyordu.
Bir gün Anadolu Ajansı’ndan mesai bitiminde dış kapıdan
çıkarken Musa içeri girdi. Yüzü kıpkırmızı, boğazı sıkılmış bir halde Musa’yı görünce
“Ne oldu Musa? Bu ne hal?” deyince; “Hiç sorma uzun zamandır pasaport
alamıyordum. Bugün pasaportum verildi. Çok keyifliydim… Pasaport sol elimde,
sağ elimle de parmaklarımı şıklatıyordum ki birisi önümü kesti; ‘Ne yapıyorsun
öyle sen deli misin?’ dedi. ‘Sana ne’ dedim. Vay sen misin böyle diyen bana
girişti. Müdür yardımcısıymış, boynumu sıktı, yumrukladı, durum bundan ibaret”
dedi.
Esprili, zekice
sorularıyla sadece Türk siyasileri güç durumda bırakmadı Musa, yabancı devlet
adamlarını da bu yanıtlanması zor sorularıyla bunaltırdı. Bu zor sorularından Sovyetler
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasına neden Mihail Gorbaçov da
nasibini aldı.
Musa, daha kimleri sorularıyla güç durumda bırakmadı ki…
Eğer “Bizim Musa”nın bugün hiçbir gazetecinin sormaya cesaret edemediği
soruları ve yanıtlarını merak ediyorsanız, lütfen bir “Tevrat’tan Sonra Vahiy
Olunan Gazetecilerin Kutsal Kitabı”nın yazarı olan “MUSA’DAN BERİ”yi
Beylikdüzü’nde açılan TÜYAP Fuarı’nda imzalayan bu sevgili arkadaşımı yakından
tanımalarını öneriyorum…
(Yazı: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder