Ali İhsan Barlas, 57 yıl basına hizmet etmiş bir gazeteci. 1910 yılında “gazeteciliğin mektebi” olan Tanin gazetesinde işe başlamış. Dış politika üzerine çalışmış; yine bu konularda İzmir gazetelerine de yazılar göndermiş bir gazeteci; “Başmuharrir”…
Daha sonra 24 Haziran 1923 yılında Anadolu Ajansı’na (AA) girerek, kesintisiz Kasım 1951 yılına kadar AA’da çalışmış; “siyasi yazarlık” yapmış. Emekli olduktan sonra da Dünya gazetesinde her gün siyasi icmal yazıları yazmış. Politik davalar, tartışmalar onun yazılarında öğrenilmiş. Ali İhsan Barlas 1967 yılında vefat ediyor.
Benim de 12 yıl muhabirlik yaptığım
Anadolu Ajansı’yla ilgili anılarını “Ajans’tan
Hatıralar” başlığıyla kaleme alan Ali
İhsan Barlas’ın hatıralarını, tarihçi-yazar Orhan Koloğlu ağabeyimizin bir kısmını bana emanet ettiği arşivinin
arasında buldum. Koloğlu’nun bu yazı sayfalarını “Tarih ve Toplum”
dergisinden koparıp saklamış. Zira Koloğlu, ilk sayfasının üstüne kurşun kalemle
“TT Mart 1987 No:
Barlas, hatıralarının girişinde; “Bu
satırlar Anadolu Ajansı’nın bir tarihçesi değildir. O müesseseye 24 Haziran
1923 yılında girerek, inkıtasız ve fasılasız Kasım 1951 yılına kadar çalışmış
bir emektarın ‘Hatırında kalan bilgi ve görgü’lerinin bir kısmıdır. Ben bunları
derledim, topladım ve ajansa verdim. Üst tarafı müessesenin bileceği iş” diyor.
Barlas, Anadolu Ajansı’nın Atatürk
tarafından kurulduğunu hatırlatıyor, şöyle devam ediyor:
“Bütün bir Cihan ile savaşan bir devlet
kurulunca ona bir de ‘ağız’ lâzımdı. Atatürk, Ajansı devletin dili ve ağzı
olarak kurdu.
Bu satırlar daha ziyade İstanbul’a ait
olacaktır. Merkez işlerinden bahsetmeyecek değilim, fakat onların tafsilini
hayatta olan diğer arkadaşlara bırakıyorum.
Anadolu Ajansı’nın İstanbul’da varlığını
üç devre ayırmak gerekir: 1- İstanbul Vahidettin ve mütefikler elinde iken, 2-
Milli Kuvvetler İstanbul’a girdikten sonra, 3- Ajans ‘anonim şirketi’ olduktan
itibaren…”
Barlas, ilk devrede ajans İstanbul’da
iki “davaya inanmış” adamın hizmetiyle yaşadığını vurgulayarak, şöyle diyor:
“Bunlardan biri eski ‘Çiftçi’
kütüphanesi sahibi merhum Akif Bey, ikincisi de evvelki yıl ajansın İstanbul
Şubesi muhasebe müdürlüğünden emekliye ayrılan Hayri Budak Bey’dir. Çiftçi
Kütüphanesi şimdiki İstanbul Vilayeti camiinin tam karşısında bir yerdi. Sahibi
Akif Bey, Türk milli davasına inanmış bir genç idi. Müessesesini o davaya
vakfetmişti.
Bâb-ı Âli polisinin, İtilaf devletleri
(İngiltere, Fransa, İtalya) zabıtlarının onun kütüphanesini ziyaret etmedikleri
zaman olmazdı diyebiliriz. O, baskılara güler, yılmaz, usanmaz, faaliyetine
devam ederdi. Faaliyet şu idi: Anadolu hesabına bazı ‘istihbarat’ ve
Marmara’nın Anadolu kıyılarından gönderilen Anadolu Ajansı haber ve
bültenlerini muhafaza ve tevzi..
Bu işi Hayri Budak yapardı. Karda,
kışta o zamanki Sirkeci rıhtımı üzerinde Anadolu’dan gelecek taka, sandal,
balıkçı kayığı veya vapur bekler, geldiğini anlayınca o vasıtaya gider,
bültenleri alır ve doğruca Çiftçi Kütüphanesi’ne götürürdü. Bu basit görünen
iş, hakikatte büyük bir ‘vatan hizmeti’ idi. Böyle küçük bir vapurdan çıkarken
bir gün kendini gözetleyen Senegalli bir Fransız neferi merdivenin korkuluğunu
tutan koluna korkunç baltasını indirmiş, balta boşa gitmiş, Hayri de denize
yuvarlanmış, bir zorluk ile kurtarılmıştı.”
Barlas, Hayri Budak’ın bu korkunç hadise
sonrasında “bülten”leri koltuğunun altında muhafaza ederek, “mukaddes emaneti”
Çiftçi Kütüphanesi’ne getirip teslim ettiğini de vurgulayarak, şöyle devam
eder:
“Merhum Akif Bey ve ömrü uzun olsun,
Hayri Budak, Yıldız’da hain padişah Vahidettin, Bâb-ı Âli’de Damat Ferit veya
halefleri olduğu, Kürt Mustafa divanı harbi asmak için Türk vatanseveri aradığı
devirde ‘Anadolu Ajansı’nı İstanbul’da canlı olarak devam ettirdiler, milleti
aydınlattılar, ona Anadolu’nun sesini duyurdular.”
Milli ordunun General Refet Bele (Paşa)
kumandasında İstanbul’a girdikten sonra durumun değiştiğine işaret eden İhsan
Barlas, “İstanbul’a bir ajans müdürlüğü kuruldu ve müdürlüğe İzmit’te ajans
müdürü olan Cevdet Bey getirildi. Cevdet Bey bilâhare Dışışleri Bakanlığı umum
müdürlüklerinde ve birçok Büyükelçiliklerde bulunmuş olan Bay Cevdet Dülge’dir.
Bu müdürlük eski Bâb-ı Âli’nin Hariciye nezareti dairesinin ‘müsteşarlık’a ait
olan oda ve salonlarında yerleşmişti. Cevdet Bey müsteşar odasında oturuyordu”
diye anlatıyor.
Barlas, o zamanlar İzmit havalisinde ajansın müdürü olan Sırrı Bey adındaki bir zatın daha olduğunu vurgulayarak, şunları söylüyor:
“O da İstanbul müdürlüğünde hak iddia etti. Bunun üzerine İstanbul’da iki müdürlük kuruldu: Ajans müdürlüğü (Cevdet Bey), İdari kısım müdürlüğü (Sırrı Bey). Hangi müdür hangi işten mesuldü? Bu pek belli değildi. Zaten Sırrı Bey bir infial eseri olarak pek makamına da gelmezdi. İşleri Cevdet Bey döndürüyordu.
Ajansın bu devirdeki faaliyeti Anadolu’dan gelen haberleri yaymak ve Türkiye-Havas-Reuters (T.H.R) ajansından aldığı Avrupa haberlerini Anadolu’ya vermeğe inhisar ediyordu.
Ben
bu devirde 24 Haziran 1923 tarihinde ‘İdari Müdürlük Kâtibi’ yani Sırrı Bey’in
kâtibi olarak ajansa girdim. Osmanlı Âyan Meclisi’nde Zabıt ve Mülkiye Encümeni
kâtibi idim. Mülkiye encümeni Hariciye nezareti işlerine de bakardı. O
encümende 8 yıl çalıştım. Refet Paşa İstanbul’a girince Âyan Meclisi lağvoldu.
Ben de açıkta kaldım.”
Gazetelerde “Ankara’da Matbuat ve
İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi’ne bağlı bir ajans müdürlüğü” bulunduğunu,
müdürün de Ethem Hidayet Bey adında bir zatın olduğunu okur İhsan Barlas:
“Ethem Hidayet Bey benim Âyan Meclisi’nde
arkadaşımdı. Kendisine bir mektup yazarak iş istedim. Bir hafta içinde aldığım
cevapta ‘İstanbul Şubesi İdare Müdürü Sırrı Bey’i görmem” bildiriliyordu.
Gittim, gördüm ve yukarıda yazdığım gibi 24 Haziran 1923’te Anadolu Ajansı’nda
işe başladım.
Ertesi gün öğrendim ki, mülga Âyan
Meclisi Encümen Kalemi müdürü Necip Bey (Eddâi Hafiz Necip Efendi müstear
adıyla muhtelif gazetelerde yayınladığı mizahi yazılarıyla meşhur olan zattır)
başkâtip olarak, Hayri Budak Bey de idari müdürlük sevk ve posta memuru olarak
ajansa alınmışlar. Bu benim için ajansa hemen ve hatta derhal ‘ısınmak’ sebebi
oldu. Ajansı o kadar benimsemiştim ki orada geçirdiğim uzun otuza yakın yıl
ömrümün en tatlı ve unutulmaz devri olarak kalacaktır. Bakın bugün bile
oradayım.”
“İstanbul’da iki müdür” hikâyesi uzun
sürmez. Çünkü iki müdür de durumdan memnun değildir. Barlas, olayı anlatmayı
şöyle sürdürür:
“İkisi de merkeze durumlarından
mütemadiyen şikâyet ediyorlar, bir işi iki kişinin yapmasındaki garabetle ısrar
edip duruyorlardı. Uzun bir zaman bu şikâyetlere cevap vermeyen merkez birden
bire cezri bir hareket yaptı. Cevdet Bey vazifesinden alındı. Ajans şubesi
müdürü Ethem Hidayet Bey İstanbul müdürlüğüne tam yetki ile tayin olundu. Ethem
Hidayet Bey İstanbul’a gelince, alelacele kurulmuş ve bu çok aksak tarafları
bulunan İstanbul bürosuna ‘çeki düzen’ verdi. İlk işi ‘İdari müdürlük’ işini
tasfiye oldu. Sırrı Bey’e münasip bir iş bulundu ve idari müdürlük lağvedilerek
idare ve muhasebe işleri Başkâtip Necip Bey’e devrolundu, idari müdürlüğe bağlı
memurlar da İstanbul müdürlüğü kadrosuna naklolundu.
Yukarıda kaydettiğim gibi ben ‘İdari
müdürlük kâtibi’ idim. İstanbul müdürlüğü kadrosuna da aynı unvanla naklolunmuştum.
Ethem Hidayet Bey’e ne iş göreceğimi sordum. ‘Bekle az sonra görürsün’ dedi.
İstanbul müdürlüğünde bir ‘Ajans
muharrirliği’ vardı. Bu işi Muzaffer Uras adında Selanikli bir genç idare
ediyordu. Bu genç, Ajans’ın Tercüme kalemi müdürü Abdi Tevfik Bey’in oğlu idi.
Zeki ve çalışkan bir gençti, ama yaptığı iş onu tatmin etmiyordu. Gözü serbest
hayatta, serbest kazançta idi..
Bir gün bana bu temayülünü açtı. Ethem
Hidayet Bey’den imalı bir tarzda şikâyet ettikten sonra ‘Ben ayrılınca burasını
siz isteyiniz, Müdür sizi seviyor, reddedeceğini sanmam’ dedi.”
İhsan Barlas, Muzaffer Uras’ın bu sözlerinden bir nevi sitem hisseder:
“Böyle bir arzum yok düşünmedim hiç.
Hem siz muvaffak olmuş bir memursunuz. Sizi kimse bırakmaz’ dedim. Güldü ve
‘Ben ayrılmak üzereyim, dediğimi yapınız’ tavsiyesini tekrarladı.
Bir iki gün sonra idi, ajansa
geldiğim zaman odacılar erken gelen müdürün beni aradığını, hemen kendisini
görmemi söylediler. Odasına gittiğim zaman Ethem Hidayet Bey, ‘Muzaffer Bey
istifa etti. Hemen o odaya gidip işe başlayınız. Şimdi gelecek işi size
devredecek’ dedi.
Filhakika biraz sonra Muzaffer Ural
geldi, işini sevgi ve nezaketle bana devretti. Ben de beni Ajans
Başmuharrirliği’ne götüren ajans muhabirliği işine o gün başladım.
İlk odam Tahrirat-ı Hariciye Kâtibi
Nuri Bey merhumun odasıydı. Bu zat, üstadımız Reşat Nuri Darago’nun babasıdır.
Odasında bulduğum ve ajansta kaldığım müddetçe kullandığım bir etejer ve bir
yazıhane hâlâ ajansın İstanbul müdürlüğü eşyası arasında bulunmaktadır.”
(Yazı: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder