KÖY ENSTİTÜLERİ NİÇİN ŞEHİRLER DIŞINDA KURULDU
Şerif Tekben, köy enstitülerinin, hayatının sonuna kadar köyleri eğitim yoluyla canlandıracak ve köyde ilköğretimi yüzde yüz gerçekleştirecek öğretmen ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştiren kaynaklar olarak düşünüldüğünü belirtiyor, ancak bu amaca ulaşabilmek için de belirlenen ilkelerin tam olarak uygulanması gerektiğini ifade ediyor.
Tekben, köy enstitülerinin niçin şehirler dışında kurulduklarını ise şöyle açıklıyor:
“Köy enstitülerine alınan öğretmen adaylarının ziraat ve atölye işlerinde yetiştirilmeleri gerekiyordu. Böyle bir çalışmayı sağlamak için her şeyden önce ziraata elverişli araziye ihtiyaç vardı. Ekim, dikim, bakım ve istihsal işlerinin gerektirdiği işler ve araçlar düşünülürse enstitülerin neden şehirlerde kurulmadığı anlaşılır. Köye gidecek öğretmenin, köylünün işine yarayan bilgi ve hünere sahip olması, köylü ile kader birliği yapması, okuma-yazma ve öteki bilgileri bu hususların gerçekleşmesi için bir araç olarak kullanması sayesinde, köy hayatı üzerinde etkin olabileceği düşünülmüştür. Öğretmen adayları görev alacakları köyün koşullarına göre toprağı işlemeyi, traktör kullanmayı, yol, köprü, kaldırım yapmayı, tuğla pişirmeyi, kireç yakmayı, taş yontmayı, ağaç yetiştirmeyi, peynir, sirke imal etmeyi, hayvan bakımını bilmek; kızlar ise biçki-dikiş, dokumacılık işlerini öğrenmek zorundadırlar.”
“Köy enstitüleri Türk köyünü, köylü bir ulus olan Türk ulusunu eğitim yolu ile canlandırma amacı güdüyordu” diyen Tekben, şöyle devam ediyor: “Bu amacı gerçekleştirmek için çok çetin çalışmalara ihtiyaç vardı. Eller nasırlanmadan, tabanlar çatlamadan, güneşte kavrulmadan köylüye yararlı olunamazdı. Önce köyün çetin ve ağır koşulları içinde tutunmak, sonra da bu koşulları değiştirmeye çalışmak.. Bu kuru bir ülkücülükle yürüyecek iş değildi. İlk denemeler de gösterdi ki, şehirden alınan çocuklarla bu iş yürütülemeyecektir. ‘Asırlardan beri türlü felâkete maruz kalan, buna rağmen hayatın karşısında paslı bir çelik gibi durmasını bilen köylü’ denen hazineden faydalanmak en doğru yol olurdu. İşte bu gerçekçi görüşe uyularak öğretmen adaylarını köylerden almak, onları bilgi ve becerilerle donatıp tekrar köylere vermek yolu tutuldu."
Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Vedat Günyol- Fotoğraf: Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Yayınları
TABİATLA ŞAVAŞ
Tekben, her enstitüde ortalama bin öğrenci olduğunu da belirterek, şunları söylüyor: “Öğretmenler, usta öğrenciler, öğretmen aileleriyle kadınlı erkekli orta büyüklükte bir köy topluluğu.. 3-5 bin dönüm araziye yayılmış bu köyün birçok işleri vardı. Günlük temizlik işlerinden her alandaki geçici ve sürekli çalışmalara kadar enstitünün bütün işleri.. Bu işler topluca alınan kararlarla yürütülürdü. Hafta sonlarında ve aybaşlarında yapılan toplantılarda çalışmalarla ilgili olarak kıyasıya tartışmalar yapılır, isim ve yer söylemek şartıyla bütün iyilikler, kötülükler ortaya dökülürdü. Enstitü ödeneğinin sarf yeri de bu toplantılarda kararlaştırılırdı. Aşağıdan yukarıya öylesine bir kontrol sistemi ki, en ufak yolsuzluğun gözden kaçması imkânsızdı. Demokratik eğitim ve kendi kendini yönetme sayesinde disiplin kurulları işsizdi. Ortalama 15 bin öğrencinin barındığı köy enstitülerinin disiplin işleri incelenince görülecektir ki, bu kurumlardaki vaka sayısı bir lisemizin bir yıllık disiplin kurulu kararlarının yanında hiç kalmaktadır.”
Halk arasında yaşayan “imece”nin enstitülerde bir eğitim tekniği durumuna getirildiğini vurgulayan Şerif Tekben, “Kesim içindeki köylere yardım ekipleri göndermek, bir de kardeş kurumların savaşlarına katılmak suretiyle iki şekilde uygulanırdı” diyor.
Tekben, her enstitünün kendi çevresini inceleme, halk kültürü verilerini ortaya çıkarıp değerlendirme yolunda ilerlediğini de anlatarak, şunları kaydediyor: “Halk türküleri, nakışlar, milli oyunlar taze bir güçle hayata katılıyordu. Yaşayan halk sanatları ustaları köy enstitülerinde ‘usta öğretici’ olarak çalıştırılıyordu. Kasnakçı Efe, Âşık Veysel, Ali İzzet ve daha bir çok halay, zeybek ve öteki halk oyunları, halk türküleri ustaları.. Tarım işlerinde çevredeki değerlerden faydalanılırdı. Ömrünü bağcılıkla geçirmiş ya da hayvancılıkta tanınmış ustalar köy enstitülerindeki çalışmalara katılırlardı."
Köye sağlıkçı, ebe, küçük zanaatkârın gerekli olduğunu, bunların da köy enstitüleri kaynağından yetiştirilmesinin yolunun tutulduğunu belirten Şeref Tekben, “Bundaki zorunluluğu doğuran sebepler, köy öğretmenlerinin köy enstitülerinde yetiştirilmesiyle ilgili sebeplerin aynıdır. Köyü bilen, köylüyü anlayan, köyden kaçmayacak dayanıklı ebenin, sağlık memurunun, doktorun, zanaatkârın köy yaşayışına yabancı çevrelerde yetiştirilmesine imkân yoktu. Köylerle münasebeti olan diğer hizmetliler de; müfettişler, bucak müdürleri, kaymakamlar kısa süreli kurslardan geçirilecek, giderek köylü ile omuz omuza çalışabilecek insanlarla koordine bir çalışma düzeni kurulacaktı” diye söylüyor.
“Klasik öğretmen yetiştirme düzeninin bir de o anlayışa uygun denetim örgütü vardı” diyen Tekben, şunları ifade ediyor: “Dört duvar arasında sorunlarımızdan, ihtiyaçlarımızdan habersiz kitap bilgisiyle yetişen öğretmen, kapı dışı edildi mi; bir daha ardı aranmıyordu, okul arada işinin bittiğini sanıyordu. Yılda bir okula uğrayan müfettiş, daha çok kurumsal eğitimin vâizliği yolunda bir rapor düzenleniyor, böylece öğretmen görevi başında yetiştirilmiş oluyordu. Enstitü, yetiştirdiği öğretmenleri, hayat içinde de izleyecek bütün imkânlarıyla yanı başlarında olacaktı. Denetim işi suç, noksan arayıcı, daima tenkit edici, bir zaptiye memuru anlayışı ile kovalayıcı, bir kelime ile korkunç olmaktan çıkarak, öğretmenle el ele verip birlikte noksanları giderme yolunda bir zihniyete inkılâp ediyordu.”
Şerif Tekben, ülkenin eğitim kesimlerine ayrılmasını ise şöyle anlatıyor: “Yurt gerçeğinin bir başka yüzü daha vardı. Toprağımız yaşama koşulları, olanakları yönünden birbirinden çok farklı bölgelere ayrılıyordu. Doğu Anadolu’muzu, Karadeniz kıyılarını, Akdeniz bölgesini gören bir yabancı yazar; ‘bir değil, birçok Türkiye var’ demek suretiyle bunu çok güzel anlatmıştır. İhtiyaçlarla gerçeklerle çakışan sağlam bir eğitim düzeni, çalışmalarını bölgenin karakterine uydurulabilirse etkin olurdu.”
21 eğitim kesimine ayrılan ülkemizde enstitüler bu kesimlerin ortalarında kesimlerin özelliklerini taşıyan köylerin yanı başında kuruldu. Böylece ileri eğitim ilkelerinin hayata geçirilmesi, enstitülerin türlü yönleriyle o bölgenin inceleme, araştırma merkezi halinde gelişmesi, bütün ile bir eğitim alanı durumuna getirilmesi imkânına kavuşuldu. Bunun içindir ki enstitüler, bölgelerdeki halkı daha iyi tanıyor, halk kültürünü değerlendiriyor, insanlara yeni değerler katıyor, eğitsel çalışmaları yüzeyde kalmıyor, derinliklere işliyordu. Türkülerimiz, oyunlarımız, nakışlarımız günlük yaşayışa katılmış, ülke çapında bir canlılık yaratılmıştı. Böylece el değmedik yanlarımız meydana çıkarılıyor, bütün millete mal ediliyordu.”
Tekben, köy enstitülerindeki güzel sanatlar konusunda da şunları söylüyor: “Köyler ortaçağ ölgünlüğü içindeydi. Oralarda çalışacak öğretmenlerin neşe ve canlılık yaratacak bilgilerle, ustalıklarla donatılması gerekti. Ayrıca halk içinde halk için çalışacaklar onu kültür yönünden yükseltirken güzel sanatlardan faydalanmayı ihmal edemezlerdi. Bunun için her öğrencinin türküleri, şarkıları notadan çıkarabilecek derecede bir saz çalabilmesine, milli oyunlarımızı iyi öğrenip oynamasına, sahne bilgileri edinmesine, resimden, heykelden anlamasına önem veriliyordu. Genel amaç, sağlam bir duygu ve beğeni eğitimi vermek, yetkililere gelişme alanları hazırlamaktı.”
MÜZİĞİN HAVA SU KADAR GEREKLİLİĞİ
Tekben’in anlatımına göre, 1936 yılından itibaren köyleri eğitim yolu ile canlandırma davası, pedagoji tarihinde eşine rastlanılmayan ve tasarlanılmayan bir şekilde gelişmeye gösterir. Enstitü öğrencilerinden oluşan “yapıcılık ekipleri”, bir birlerinin yardımına gider. Nerede yeni bir enstitü temeli atılacaksa, enstitülerdeki çocuklar oraya arılar gibi toplanırlar. Böylece Edirne’den Kars’a, Diyarbakır’dan Aydın’a, Trabzon’dan Antalya’ya, Malatya’dan Kastamonu’ya kadar uzanan bölgelerin içindeki en ıssız köylerde her biri bin yatılı öğrenci alacak genişlikte 21 enstitü kurulur.
Köy enstitüleri, ilk mezunlarını 1942-43 yılında vermeye başlar. Sekiz yıl içinde köy enstitülerinden çıkan 17 bin 321 öğretmen köylerde görev alır. Bu süre içinde 7 bin 953 köyde yeniden öğretmenli okul açılır. Köy okullarında öğrenci sayısı 380 bin 238’den bir milyon 148 bin 701’e yükselir. Dört köy enstitüsünde açılan sağlık bölümünden 521 sağlık memuru çıkar. Bunların bakmakta oldukları köy sayısı 7 bindir. Türkiye’de ilk defa geniş çapta köy sağlığı işi köy enstitüleri hareketiyle ele alınır. Bu arada köy enstitülerinde mezun ebeler de köylere gönderilir. Her köy enstitüsü bin-altı bin dekarlık alan üzerine kurulur. Enstitülerin yapı planları, açılan yarışmalarda kazanan mimarlar eliyle yapılır. Bu planlarda modern bir sitenin bütün tesisleri bulunur. Yatılı okul ve kışla havasını yaşatan tek bina ve koğuş sisteminden kaçınılır, ellişer kişilik kümelerin dersliğini, yatakhanesini, kitaplığını, banyosunu, öğretmen evini, yemekhane ve yemek ısıtma yerini içine alan ayrı ayrı yapılar düşünülür ve uygulanır. Bu türlü okul yapılarından başka her köy enstitüsünde öğretmen evleri, toplantı binası, işlikler, kooperatif, revir, dinlenme yeri, uygulama okulu, ahır, ağıl, kümes, rasathane, fırın, mutfak ve çamaşırlık gibi yapılar da inşa edilir. Ayrıca spor alanları, yüzme havuzu, su deposu, müzik salonu, dokumacılık, dikiş, ciltçilikle ilgili küçük işlikler, matbaa, kireç, kiremit, tuğla ocakları da yapılır.
EN BÜYÜK SORUN TOZ VE ÇAMUR
Çıplak ve büyük arazi içinde kurulan köy enstitülerinde çalışan ve okuyanların en büyük dertlerinden biri yazın toz, kışın da çamurdur. Bütün enstitüler yol yapma işini, barınma konusu kadar önemserler ve 100 kilometreye kadar da yol yaparlar. Kanalizasyon sorununu ise iki yıl gibi kısa bir zamanda tamamlarlar. Köy enstitüleri çırılçıplak bir düzlükte kurulduğu için insanların içecekleri bir damla bile su yoktur. Su ya yer altından çıkarılır ya da kanalarla, borularla uzak yerlerden getirilerek, çeşmelerden akıtılır. Enstitülerde yaşayanların en büyük istekleri ise elektriğe kavuşmaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yokluk ve yoksulluk yıllarıdır. Ama 21 köy enstitüsünün hepsi kısa zamanda elektriğe kavuşur. Enstitülerde bir yandan yapı temelleri kazılırken, bir yandan da fidan çukurları açılır. Devlet işletmelerinden alınan fidanlarla korular, ormanlar ve meyve bahçeleri oluşturulur. Antalya’da, Düziçi’nde narenciye, Gönen’de bağcılık, Akçadağ’da kayısı (1946’da 3.5 ton kaysı toplanır), Arifiye’de çeşitli meyveler yetiştirilir. Beşikdüzü’nde balıkçılık yapılır. Hemen hemen her yerde de ekmeklik buğday yetiştirilir. Bütün köy enstitülerinde hayvancılığa da büyük önem verilir.
Şerif Tekben, eğitim seferberliğinin “tam bir seferberlik” olduğunu vurgulayarak, şöyle diyor: “Türk köylerini çekiç, mala sesleri sarmış, trenler, arabalar, hayvanlar ve insan sırtları yapı malzemesi taşımakta idi köylere. Enstitülerden ayrılan yapıcılık ekipleri köy köy dolaşıyorlardı. Doğu köylerinin hiç görmedikleri tuğla, kiremit, briket, cam gibi yapı malzemeleri köylere giriyordu. Kısa zamanda yeni yapılan okullar toprak damlı, boz renkli köylerin ortasında kırmızı damlarıyla birer bayrak gibi görünüyordu. Köy enstitüsü mezunlarına diplomadan daha kıymetli sayılan iş araçları veriliyordu. Bunlar; demircilik takımı, yapıcılık, marangozluk, dülgerlik takımları ile kız öğretmenlere özgü dikiş ve örgü ile ilgili makine ve tezgâhlardı. Bunların dışında karyola, dolap, sandalye, masa gibi ev eşyası da verilmiştir. Bunlar da enstitü işliklerinde öğrenciler tarafından yapılmıştır. İşte böylece, keserden bile yoksun birçok köylerimize çeşitli iş araçları girmiş oluyordu.”
Tekban, o zaman köy enstitülerinin yapımına harcanan paranın 51 milyon lira olduğunu da kaydederek, sözlerini, “Bu gün yalnız Arifiye Köy Enstitüsü’nü bu paraya vermezler” diye noktalıyor. 21 köy enstitüsü ve adları şöyle: “Kırklareli-Kepirtepe, Sakarya-Arifiye, Balıkesir-Savaştepe, İzmir-Kızıl Çullu, Eskişehir-Çifteler, Aydın-Ortaklar, Burdur-Gönen, Kastamonu-Gölköy, Ankara-Hasanoğlan, Samsun-Akpınar, Kayseri-Pazarören, Konya-İvriz, Antalya-Aksu, Trabzon-Beşikdüzü, Sivas-Pamukpınar, Adana-Düziçi, Malatya-Akçadağ, Erzurum-Pulur, Kars-Cılavuz, Van-Erciş, Diyarbakır-Dicle.”
KÖY ENSTİTÜLERİNİN BALTALANMASI
“Politikacılar: 1946 yılında çok partili hayata geçince bir yandan iktidar partisi içindeki şahıslar birbirlerini yıkmak için, öte yandan yeni kurulan partiler oy toplamak için enstitülere, ilköğretim seferberliğine saldırmaya başladılar. Şahsi kırgınlıkları olanlar, kıskançlar: Geri duruk eğitim düzeni, yeni ve güçlü eğitim düzenine karşıydı. Bu devrime ayak uyduramayan, enstitülerde görev aldığı halde tutunamayan kimseler, köy enstitüleri hareketini yaratanları çekemeyenler 1946’dan sonra açıkça saldırılara giriştiler. Gericiler: Bunlar dincilik, milliyetçilik kisvesi altında çıkarlarını düşünenlerdir. Bunlar, sövme ve iftira metodunu kendilerine en yakışır şekilde bütün çirkinliği ile uygulamışlardır. Aldatılanlar: Görmeden, anlamadan gericilerin, çıkarcıların ürettikleri yalanlara, iftiralara inananlar, onlara katılanlar.”
KÖY ENSTİTÜLERİ YAŞASAYDI KURTULACAKTIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder