Bugün “Anneler Günü”
Hatırladınız mı?
Benim annem öldü
Duydunuz mu?
İki kolum birden kırıldı
Fark ettiniz mi?
Bir dağ
köyünde 1955 yılında dünyaya gözlerimi açtım. Benim dünyaya merhaba dediğim yıl
ülkemizde de “Anneler Günü” kutlanmaya başlamış. 1965 yılına kadar böyle anlamlı
bir günden haberim yoktu. Saadet Berköz
ilkokul dördüncü sınıfta sınıf öğretmenim olunca böyle bir günden haberdar
oldum.
Şimdi 2006
yılında İrfan Bülbül’ün derlediği ve Anahtar Yayıncılık’tan çıkan “Ya Sen Olmasaydın? Annem’e…” adlı kitap
için kaleme aldığım yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum:
ANNELER GÜNÜ İLE AYNI YAŞTAYIM
“Anneler Günü
ülkemizde 1955 yılı Mayıs ayında kutlandığında ben annemin karnındaydım.
Okuma-yazma bilmeyen annemin anlattığına ve nüfus kaydındaki doğum tarihine
göre 20 Mayıs 1955’te Anadolu’nun bir köyünde dünyaya gözlerini açmışım. Ben
doğduktan sonra babam askere gitmiş. Annem hep ‘Baban askere gittiğinde sen 40
günlüktün. Güldane ablamın oğlu Cemal senden 3-4 ay küçük. Sen otlar biçilirken
doğdun, Cemal ekin biçiminde’ der. Teyzem bu 3-4 aylık süreyi 8-9 aya çıkarır,
bu yüzden teyzemle annemin yaş yüzünden tatlı ağız kavgasına çocukluğumdan bu
yana hep şahit olurum. Keyifle izlediğimiz bu ağız kavgasını bazen de bizler
körüklerdik.
Artık
ikisi de yaşlandı. Bu tartışmalar bazen öyle alevlenir ki ikisi de tansiyon
hastası; bir bakıyorsun bu tartışmaların sonunda ikisi birden ya hastanede ya
da eczanede gözlerini açıyor. Bu tartışma hastanede bitse iyi, bazen günlerce
birbirlerine küstükleri olur ve barışmaları da kolay olmazdı!
Annem,
Kurtuluş Savaşı’na katılmış Yemen’de 10 yıl askerlik yapmış ve esir düşmüş Adil
Geniş’in kızı. O da doğum tarihini bilmiyor. Yalnız Anadolu’da erkek çocuklar
askere geç gitsin diye nüfusa kayıtları hemen yapılmazmış (Sanırım bu durum
bazı illerde hâlâ devam ediyor). Annemler üçü kız, beş kardeştiler. Akkız
teyzemi geçen şubat ayında kaybettik. Akkız teyzem de yaşını bilmiyordu, ama
90’nın üzerindeydi. Bu beş kardeşten en küçükleri olan annem nüfus kâğıdına
göre ikinci büyük kardeşti. Yani büyük dayım ‘askere geç gitsin ev işlerine
yardımcı olsun’ diye nüfusa hiç kaydedilmez, ta ki annem dünyaya gelene kadar.
Annem 1930’larda dünyaya gelince dayımın yerine annemi, annemin yerine de
dayımı nüfusa kaydettirirler. Bunun üzerine annem teyzemden sonra ikinci büyük
kardeş olur ve bugün annemin yaşı 75 olması gerekirken 80’dir.
Şimdi
bunları niye anlattım, ben iki yıl köy okulunda okudum. İlk yıl, yeni inşa
edilen okulda Şükrü Kement adlı öğretmenimiz okuttu. İkinci sınıfta Şükrü
Kement’in tayini başka bir ile çıktı, yerine Turan İhtiyar adlı öğretmenimiz
geldi. Bir yıl da Turan İhtiyar’da okudum. 1930’lardan beri bir ayağı Erzincan’da,
bir ayağı İstanbul’da olan ailemiz 1964 yılında İstanbul’da buluştu. İlkokul
üçüncü sınıfa Esenler Ayvalıdere İlkokulu’nda bir barakada başladım.
Öğretmenimiz rahmetli Mithat Küçükömeroğlu idi. Birinci ve ikinci sınıfta
öğretmenlerim Kement ve İhtiyar’dan ‘Anneler Günü’ ile ilgili hiçbir konuşma
duymadım. Üçüncü sınıftayken de ‘Anneler Günü’ ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyor
ve böyle bir günün olduğunun farkında bile değildim. Zaten o yılım çevreye ve
okula intibakla geçti. Ta ki dördüncü sınıfta yeni öğretmenimiz Saadet Berköz
ile tanışıncaya kadar. Saadet Berköz, Niğde Kız İlköğretmen Okulu’nu yeni
bitirmişti. 17 yaşındaydı, öğretmen olarak atanabilmesi için yaşını bir yaş
büyütmek zorunda kalmıştı. Yaşlı babasıyla Esenler’e gelmişti. Sıcak, sevecen
ve hareketli bir öğretmendi Saadet Berköz, bütün sınıfla hemen kaynaştı.
Bildiklerini, öğrendiklerini bizimle paylaşmaktan büyük bir keyif alıyordu.
Piyesleri, oyunları ve ilk ‘Anneler Günü’ olayını Saadet öğretmenden duydum.
Çok heyecanlandım, anneme de ilk hediyemi o yıl aldım. Ne olduğunu şu an
hatırlamıyorum, zaten önemli de değil. Bu hediyeler klasikti ya bir çorap ya da
bir mendil ya bir ayna olurdu. Biz o zaman beş kardeştik, sonra yedi kardeşe
çıktık. Sanırım annem ilk ‘Anneler Günü’nü hediyesini benden aldı, çok mutlu
oldu. Aslında o da ‘Anneler günü’nün ne olduğunu bilmiyordu, ama kendisine bir
hediyenin verilmesi onu duygulandırmıştı.
Bilseydim bir hediyenin insanı bu kadar mutlu ettiğini, bize bakmakta
zorlanan anneme sadece ‘Anneler Günü’ değil, her gün, adı sonradan değiştirilen
Bahasor’un* (Sarıkoç köyü) el değmemiş kır çiçeklerin olan sümbülden, çiğdemden,
nevruzdan taçlar yapardım.
Sonra
bu ‘Anneler Günü’ hediyesi alma olayı uzun yıllar sürdü. Bazı yıllar atladığım
da oldu. Evlendikten sonra (1985) bunu eşim Hüsniye sürdürdü. Zaman zaman
anneleri bir günle hatırlamanın yanlış olduğunu düşünsem de onları mutlu ettiği
için daha yoğun bir şekilde kutlanması gerçeğine inanıyorum. 13 Nisan 2006
Perşembe)”
*Erzincan-Refahiye’ye bağlı bir köy
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder