İnsanlar yaş ilerledikçe içinde bulunduğu ortam, çevre,
aldığı eğitim ve elde ettiği statüyü bir kenara koyar; özüne döner. Bu doğanın diyalektik gereği
olsa gerek…
Sadece kişinin kendisi mi? Elbette ki hayır! O kişinin
ailesi ve çevresi de hemen hemen aynı duyguları taşır. Şöyle ki; kişi dünyanın
neresinde olursa olsun belli bir yaştan sonra doğduğu yurt ve yetiştiği
çevrenin özlemiyle yanıp tutuşur; hayata gözlerini açtığı topraklara varıp
kalan ömrünü orada tamamlamak için can atar.
Yani kısaca toprak çeker. Bu can atış sadece özlemle ilgili de değildir; veda vaktinin geldiğine de işaret edebilir.
Yani kısaca toprak çeker. Bu can atış sadece özlemle ilgili de değildir; veda vaktinin geldiğine de işaret edebilir.
Gelenek ve göreneklerimizde eğer kişi memleket özlemi çekiyorsa,
doğduğu topraklara ulaşmak için çok istekli olur. Eğer bu arzusunu gerçekleştiremezse
ailesi ve yakınları bu isteğini mutlaka yerine getirir. Bazıları için bu durum
anlamsız gelebilir. Son günlerde “Ben öldükten sonra yakın”, “Ben öldükten
sonra organlarımı bağışlayın; kadavra olarak kullanılsın” diyenler yanında, bir
bütün olarak toprak altında çürümeyi kabul edenlerin tartışmalarına da şahit
oluyoruz.
Bizim aile ve köylülerimiz de cenazelerini bağışlamak yerine bugüne kadar ki geleneklerini bozmadı ve yaklaşık son dokuz ayda sanki “kıran” girmiş gibi 15’i geçen ölülerini memlekete götürdü. En son 31 Ocak’ta zatürree sonucu İstanbul’da aramızdan ayrılan teyzem Güldane’nin arzusunu yerine getirdik ve eşinin de yattığı memleketimize götürdük.
Bizim aile ve köylülerimiz de cenazelerini bağışlamak yerine bugüne kadar ki geleneklerini bozmadı ve yaklaşık son dokuz ayda sanki “kıran” girmiş gibi 15’i geçen ölülerini memlekete götürdü. En son 31 Ocak’ta zatürree sonucu İstanbul’da aramızdan ayrılan teyzem Güldane’nin arzusunu yerine getirdik ve eşinin de yattığı memleketimize götürdük.
Ancak, memleketimiz öyle yakın bir il değildi. Otobüsle 15-16
saatte gidilebilen Erzincan ilinin Refahiye kazası idi. Kazası olsa iyi yoğun
kar yağışı nedeniyle yolu kapalı olan Bahasor (Sarıkoç) köyüydü. Gitmeden önce
köy muhtarı Kaya’nın girişimleri sonucu Karayolları’nın yolunu açtığı bir köydü.
Komşu
Kersen köyü yakınına kadar Kartal Belediyesi’nin sağladığı otobüsle gittik. Önde
Karayolları'nın greyderi, ardından bizlerin içinde bulunduğu minibüsler zar zor,
kimi yerde ite kaka cenazemizi toprağa vereceğimiz köyümüze ulaştırdık.
Allah’tan bir gün önce muhtar mezar yerini komşuların yardımıyla açtırmıştı da mezar yeri kazıma sıkıntısı yaşamadan teyzemin defin işlemini gerçekleştirdik.
Allah’tan bir gün önce muhtar mezar yerini komşuların yardımıyla açtırmıştı da mezar yeri kazıma sıkıntısı yaşamadan teyzemin defin işlemini gerçekleştirdik.
Hem de geçen yıl Nisan ayında kaybettiğimiz 5 kardeşin en
küçüğü olan annemin yanına… Sadece annem mi? Hayır! Dedem, babaannem, teyzemin
kocası da orada… Hem de genç bir ardıç ağacının altındalar… Hepsini birbirine
emanet ederek, gönül rahatlığıyla köyden ayrıldık…
(Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder