29 Aralık 2011 Perşembe

HİKMET ANDAÇ AYHAN IŞIKI'I ANLATIYOR...

      Hikmet Andaç, Güzel Sanatlar Akademisi'nden okul arkadaşı merhum sinema sanatçısı
      Ayhan Işık'la görülüyor. (Fotoğraflar: Hikmet Andaç'ın arşivinden)
                                         
                                          HAYAT MECMUASI ESKİ YAZI İŞLERİ
                                          MÜDÜRÜ HİKMET ANDAÇ (2):
                                          AYHAN IŞIK’LA ARKADAŞTIK,
                                          BÂB-I ÂLİ’DE BİRLİKTE RESİM ÇİZDİK”

          Ayhan Işık’la 1948’de tanıştık, arkadaş olduk. Güzel Sanatlar Akademisi’nde kurdusuar, yani çıplak modelin çizim yeri vardı. Her öğrenci atölye dışında oraya girebilir, serbest çalışabilirdi. Orada çalışırken Ayhan Işık’la yan yana düştük.
          Ayhan Işık o zamanın sinema dergisi “Yıldız”a resimli roman yapıyordu. Dergiyi Cağaloğlu’ndan inerken Vilayet’i geçince sol tarafta Türkiye Yayınevi çıkarıyordu.   Bayağı da güzel bir dergiydi, çok satılıyordu.
         Bu derginin hikâye yazarı olan Kemalettin Tuğcu’nun resimlerini de ben çiziyordum. Afacan, Binbir Roman, Çocuk Haftası, Kadın Dergisi’ni de Türkiye Yayınevi çıkarırdı. Bu yayınevi en azından beş altı dergi yayınlıyordu. Bize yazılı hikâyeler verilirdi. Biz onları resimler yayınevine teslim ederdik. Resimlerimizi ya evde ya da akademi de çizerdik.
        Ayhan Işık daha sonra çocuk romanları içinde “Binbir Roman” ve “Yavru Türk” çocuk dergilerinin romanlarının resimlerini de çizmeye başladı.
        Okulumuz öğlene kadardı. Çıplak modelde adaleleri tanımak için Anatomi dersi vardı. O anatomi de tıp fakülteleri birinci sınıfta okutulan bir dersti, orada anamızı ağlatıyorlardı.
         1953 yılında Oğuz Özdeş bana resmini ver, dedi. O yıl Ekrem Bora ile ben jön seçildik. Bir de Suat Yalaz vardı. O da jön seçildi. Ben sinemayı tercih etmedim. Suat Yalaz da sinemayı tercih etmedi. Ressam olarak Hayat Mecmuası’na girdik.

                     1956’DA HAYAT MECMUASI’NA BAŞLADIM

             Hayat Mecmuası’na Dünya gazetesinden sonra geldim. 1952’de Dünya gazetesine dışardan Atatürk'ün hayatını resimledim. Yani basın hayatına Atatürk'ün hayatını resimleyerek girdim. Bir gün akademiden arkadaşım Samet Koçyiğit (Samet aynı zamanda Dünya gazetesinin karanlık odasında çalışıyordu) bir gün bana geldi. Samet 'Bizim gazetenin sahibi Fatih Rıfkı Atay Bey, Atatürk'ün resmini çizecek ressam aradığını' söyledi. Ben de tamam dedim, beraber gideriz dedim. Dünya gazetesine Samet'le beraber giderek, Fatih Rıfkı'nın odasına girdik. Kendimi tanıttım. Atatürk'ün hayatını resimlerim dedim. Atay da 'Cuma günü sana Ankara'dan Atatürk'le ilgili kitap getirecekler bundan faydalanırsın'dedi.
           Cuma günü öğleden Dünya gazetesine gittim. Atay'ın kapısını çalıp odaya girdiğimde içeride Sayın İnönü'nün oturduğunu gördüm. Falih Rıfkı Atay, İnönü'ye 'İşte Atatürk'ün hayatını çizecek genç ressam geldi' dedi. Ben de bir sandalye üzerinde oturan İnönü'nün elini öperek, kendimi tanıttım. O da omzuma elini koyarak 'Çok de gençsin bu işi becerebilecek misin?' dedi. Sonra da 'Haydi sana başarılar' dedi. Ben de bu sayede İnönü ile tanışmış oldum.
          1956 yılında da Hayat Mecmuası’na girdim. Hayat Mecmuası’na girinceye kadar değişik ev ve mağazalara dekorasyon yapıyordum. Hayat Mecmuası’na geçtiğimde mecmua Yapı Kredi Bankası’nındı. Yeri Klodfarer Caddesi’ndeydi. Beni işe derginin sahibi gözüken Şevket Rado aldı. Yapı Kredi’nin sahibi Kazım Taşkent’le yolları ayıran Şevket Rado, Kemal Erhan, Muzaffer Balcı daha sonra ayrı bir ortaklığa giderek Hayat Neşriyat’ı kurdular. Sonra baskıyı paralı olarak Yapı Kredi’nin Topkapı’daki Tifduruk Matbaası’nda bastırmaya başladılar.
         1963 yılında Hayat Mecmuası’nın yazı işleri müdürü oldum. 1976’de rahatsızlığım nedeniyle emekliye ayrıldım.

                     1980’DE KEMAL UZAN ARADI

          1978’de sanırım sendikayla anlaşmazlığa düşülmesi üzerine greve gidildi. Sonra Hayat Mecmuası’nı Kemal Uzan satın aldı. 1980 yılında gecenin ilerleyen bir saatinde (onda) telefon çaldı. Telefonu eşim açtı. Eşim ‘Kemal Uzan adında bir bey seni arıyor’ dedi. Telefonu aldım ‘Ben Kemal Uzan’ dedi. ‘Sizin adınızı verdiler. Bu derginin en eskisi sizin olduğunuzu söylediler. Sizinle çalışmak istiyoruz’ dedi. Randevu verdi. İki üç gün sonra kendisini Türbedar Sokak’taki Hayat Mecmuası’nda ziyaret ettim.
           Kemal Uzun’la mecmua hakkında konuştuk. ‘Çetin Emeç’i çağırdım gelmedi’ dedi. Çetin Emeç o zaman Hürriyet gazetesindeydi. ‘Ekibi siz kuracaksınız, istediğiniz gibi ekibinizi kurun, ben karışmam’ dedi. Ekibi kurmak pek kolay olmadı. Çünkü ben 1976’dan 1980’e kadar dışarıda dekorasyon işiyle uğraştığım için gazeteci arkadaşlardan pek tanıdığım kalmamıştı.

                    KONUKSEVER’İ İRAN-IRAK SAVAŞINA GÖNDERDİM

           Sonra ekibimi yavaş yavaş kurdum. Bana bu arada foto muhabiri olarak Ergin Konuksever’i tavsiye ettiler. Ergin’le konuştum, iş başı yaptı. O zaman 1980 yılında üç olay vardı; birinicisi İran-Irak savaşı, ikincisi 12 Eylül darbesi, üçüncüsü de Ronald Reagan ABD başkanı olmuştu. Benim için bu konular çok önemliydi ve avantajlıydı.
           Mecmua o ana kadar basılmıyordu. Amerikan Konsolosluğu’na giderek Nancy Reagan ve Başkan Reagan hakkında yazı ve fotoğraflar aldım. İhtilali yapan Kenan Evren ve öteki konsey üyelerinin fotoğraflarını ajanslardan aldım. Ergin’i de İran-Irak savaşını izlemek için Irak’a gönderdim.
            Ergin Irak’tan döndü. Döndüğünde sanırım Aralık ayıydı. Aralık ayında basın kartı için Mecmua’dan Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne gönderilmesi gereken evrakı göndermemiz gerekiyordu. Fakat Kemal Uzan, Ergin Konuksever’i kadroya almadığı için bu evrakı bir türlü Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon’a gönderemedik.

                     UZAN’IN KAPISINA TEKME

           Bir gün odamda otururken Ergin Konuksever, kapımı çalarak içeri girdi. ‘Hikmet Abi dedi. Ben Kemal Uzan’la bu kadro için iki dakika görüşüp çıkacağım’ dedi. Tamam dedim. Ama sinirlenme, sakin konuş, Olmazsa birlikte Hayat Mecmuası’ndan ayrılırız dedim. ‘Peki, Abi’ dedi. Odamdan çıktı 20 metrelik koridorda yürüyerek Kemal Uzan’ın odasının kapısına tekme attı. Kanatlı iki kapı birden açıldı. Uzaktan izlediğim kadarıyla Kemal Uzun’ın yerde gözlüğünü aradığını gördüm. Anladım ki Kemal Uzan’la kavga etmişler.
            Sonra Ergin benim odama geldi. ‘Abi dedi. Kemal Uzan’la konuştum!’ dedi. O sırada Sıkıyönetim vardı. Sıkıyönetime telefon etmişler. Bir de baktım inzibat ve polisler Hayat Mecmuası’nın içine doldular. Ergin Konuksever’i Alemdar Polis Karakolu’na götürdüler. Karakolda da Ergin’i Sultanahmet’teki cürmümeşhut mahkemesine götürdüler.  Celseye Babıâli’de çalışan Ergin’in arkadaşları ve foto muhabirleri girmek istemişler. Kemal Uzan’ın kardeşi Yavuz Uzan gazetecileri içeri sokmamış. O sırada hâkim ‘Orada ne oluyor’ diye bağırınca gazeteciler ‘Türk basınını engelliyorlar’ diye bağırmışlar. Hâkim ‘Engelleyen kim?’ diyerek, foto muhabirlerini ve gazetecileri içeri alıyor. Dava sonunda Ergin Konuksever, işe iade edildi.

                  “BEN ARTIK SİZİNLE ÇALIŞAMAM”

          Ertesi gün Hayat Mecmuası’na geldiğimde odamın içinde Kemal Uzan, Yavuz Uzan ve Cem Uzan’ın beni beklediklerini gördüm. Ben de odaya girdiğimde Kemal Uzan, ‘Hikmet Bey sizden memnunuz’ dedi. Çünkü tiraj o sıralar 200 bindi. ‘Bunlar böyle yerlerde olur. Biz sizden memnunuz. Böyle işler Babıâli’de olur. Siz işinize devam edin’ dedikten sonra ben de ‘Ben artık sizinle çalışamam’ dedim ve Hayat Mecmuası’ndan ayrıldım. Yani kavga olayından bir gün sonra ayrıldım.
         Sonra Bateş Yayınevi’nin sahibi Kemal Erhan’ın 12 ciltlik ansiklopedilerine başlamıştım, onları bitirdim. Ardından yabancı kökenli Grafika-Lintas Reklam Ajansı’nın grafik bölümü yönetmeni olarak işe başladım. 1982’de girmiştim buraya. 1992’de tamamen emekliliğe ayrıldım ve mesleği bıraktım.   (Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder