(Fotoğraf: Ali Kılıç)
Tarihçi-gazeteci Orhan Koloğlu ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Genel Sekreter Yardımcısı Zafer Atay, yaklaşık 60 yıl önce gazetelerde yaşanan daktilo ve telefon sıkıntısını anlattılar.
"ALTEMUR'UN DAKTİLOSUNU GÖRDÜNÜZ MÜ?"
Zafer Atay:
1948-50 arası Altemur Kılıç Amerika’dan bir daktilo getirir. Bâb-ı Ali’de bir dedikodu; “Altemur’un daktilosunu gördünüz mü?” Herkes; "Yahu ne var niye görelim, daktilo ne?" diye birbirine soruyor. Cevap; "Yahu elde taşınıyor, kutunun içinde sapı varmış, istediği yere götürüyormuş!" Herkeste bir merak almış başını gitmiş.. Gören birbirine anlatıyor; "bir küçük daktilo, kutunun içinde taşınıyor. İster eve götürüyorsun, ister iş yerine…"
Bâb-ı âli’de çalışıp da portatif daktilo hiç görmeyen varmış. Çünkü o dönemde gazetelerde kocaman yerinden kalkmayan büro daktiloları kullanılıyormuş.
Yakın zamanda görüştüğüm Altemur Abi, "Şimdi de gazetede yazısını daktilo ile yazan tek adam benim" dedi.
Yakın zamanda görüştüğüm Altemur Abi, "Şimdi de gazetede yazısını daktilo ile yazan tek adam benim" dedi.
Orhan Koloğlu:
Daktilo gazetelerde daha çok muhasebenin işinde kullanılırdı. O da bir tane olurdu. Telefon ise hiç yoktu. Telefon yazı işleri müdüründe bir de patronda olurdu. Çok tanınmış bir yazarın oğlu İngiltere de tahsil etmişti. Döndü geldi Vatan gazetesinde çalışmaya başladı. Bu 1940’ların sonu 50’lerin başında oluyor. Daktilosu olduğu için büyük sükse yaptı. Yazılarını daktilo ile yazıyormuş. Yalnız akşam eve giderken daktiloyu gazetede bırakıyormuş. Ondan sonra gazetede daktiloyu paylaşma kavgası başlarmış…
(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
Zafer Atay: İlk daktilomu ben kendim aldım. Facit marka bir daktilo aldım. 400-500 lira maaş alırdım. Bir maaşımla aldım ben daktiloyu. Benden başka bir iki kişinin daha vardı. Daktilo kapanın elinde kalırdı.
Orhan Koloğlu:
1955’te 6-7 Eylül olaylarında Beyoğlu’ndayım hadiseyi haber vereceğim telefon bulamadım. Yurtdışına maçları izlemek için giderdim. Telefon için saatlerce beklerdim.
Zafer Atay:
Strasbourg'ta Avrupa Konseyi’nde Kıbrıs dolayısıyla Türkiye görüşülüyor. Haberi telefonla çalıştığım Tercüman gazetesine yazdırmak istedim. Fransız posta idaresinin küçük bir bürosu vardı. Oradaki görevliye İngilizce "telefonla görüşmek" istiyorum dedim. Nereyle görüşmek istediğimi sorunca Türkiye deyince kadın ayağa kalktı ellerini yumruk yaptı; “Mon Dieu” “Mon Dieu” kafasını yumruklamaya başladı. Yani Allahım Allahım diye kafasını yumrukladı. Bana “Bir arkadaşınız beş saattir İstanbul’u bağlamamı istiyor, bir türlü bağlanamıyoruz” dedi. O zaman otomatik teleks de yok. Telefon numarası gibi, hat yoksa teleks de bağlanmıyor…
Ama aynı gün Frankfurt büromuzun bağlanmasını istedim, hemen anında Frankfurt bağlandı. Haberimi Frankfurt üzerinden yazdırdım. Çünkü Frankfurt ile Türkiye arasında özel bir bağlantı var.
Orhan Koloğlu:
Avrupa’da özellikle Almanya’da baskı tesisleri olan gazetelerin özel teleks bağlantıları vardı. Yani direkt doğrudan bağlantı yapılırdı. Böyle bir hat vardı.
Zafer Atay:
Sonra ben haberimi Frankfurt’ta geçtim teleksle, onlarda haberi banda aldılar ve bandı İstanbul teleksine geçtiler. Bu olay 1974-75 yıllarında oluyor…
(Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder