ŞAKİR PALANCIOĞLU’NUN “ÂŞIK
VEYSEL İLE BİR KONUŞMA”SI…
ÂŞIK VEYSEL:
- İSTANBUL’U İNSANLARI İLE SEVİYORUM”
- BİR KOYUNUN SÜRÜDEN AYRILDIĞI GİBİ
İSTANBUL’DAN AYRILIYOR İNSAN
İstanbul’da 21 Ocak Cumartesi günü yaşamını yitiren TGC üyesi gazeteci-yazar Şakir Palancıoğlu, anılara merakımdan dolayı ölmeden önce bana “Türk San’atı/Görüş-Duyuş-İnanış/Onbeş Günlük Edebiyat, Fikir, Sanat Mecmuası” ile ünlü halk ozanımız Âşık Veysel’in kendisine “hatıra” olarak verdiği fotoğrafı vermişti. Üstad Palancıoğlu, fotoğrafı bana verirken, “Bu fotoğraftan bir tane de Tahir Kutsi Makal’da vardı. Başka da kimsede yok” demişti.
Şakir Palancıoğlu, “Türk San’atı” dergisinin 1953 yılı Ekim ayı sayısında “Âşık Veysel İle Bir Konuşma” başlığıyla kaleme aldığı yazıda şöyle diyor:
Şakir Palancıoğlu, “Türk San’atı” dergisinin 1953 yılı Ekim ayı sayısında “Âşık Veysel İle Bir Konuşma” başlığıyla kaleme aldığı yazıda şöyle diyor:
“Beş aydır İstanbul’da bulunan büyük halk şairimiz Âşık Veysel’le köyüne gideceği bu günlerde ‘Türk San’atı” için, bir konuşma yapmayı düşündüm. Âşığımızı yakından tanıyanların bildiği gibi, onun sazı ve şiirleri kadar, sözüne de doyum olmaz. Öyle ki geçen yıl, jübilesinden önce ziyaretine gelen Eflâtun Cem Güney, benimde bulunduğum tatlı bir sohbet sırasında hayranlığını şöyle ifadelendirmişti:
- Saz bir türlü, söz bir türlü… Biri su gibi akıyor, biri ateş gibi yakıyor…
İşte yine böyle tatlı bir sohbette onunla konuşuyorum. Onunla konuşmak… Ne kadar tatlıdır bilseniz? İlkin İstanbul’dan ayrılırken neler duyuyorsunuz sualimi cevaplandırıyor:
- Bir koyunun sürüden ayrıldığı gibi ayrılıyor insan. Nasıl sürüden ayrılan bir koyun, yalnız kalıp melerse, eşten dosttan kalabalık yerden ayrılınca, biz de ona benziyoruz. Ama bazı koyunlar da vardır, sürüsüyle beraber gider, fakat kuzusunu çok sevdiği için, çobanın önünden kaçar yavrusunu bulur. Bizimki de buna benzer bir şey oluyor. Çobandan kaçıp kendi yavrularıma kavuşuyorum.
Yalnız burada köyün hasreti, köyde de buranın hasretiyle yanan içim.”
Söz “hasret” konusuna gelince, bu hususta ne düşündüğünü soruyorum:
- Hasret kalbe ekilen bir tohum demek bence. Nasıl tarlaya ekilen tohum bir zaman sonra mahsul veriyorsa, insan için hasrette böyle:”
"YALNIZ GÜRÜLTÜSÜ BİRAZ FAZLA"
"YALNIZ GÜRÜLTÜSÜ BİRAZ FAZLA"
Konuşmamız aziz İstanbul’un fetih yıldönümü günlerine rastladığı için, İstanbul’a dair düşüncelerini de öğrenmek istiyorum:
- İstanbul’u insanları ile seviyorum. Bir de dünya çapında bir şehir olup da bizim memleketimiz olduğu için sevgim artıyor ve gurur duyuyorum. Yalnız İstanbul’un gürültüsü çok fazla… Bütün hissim kulağımda olduğu için, bu gürültüden rahatsız oluyorum. Zaten yalnız İstanbul değil, köyde ve nerede olursa olsun gürültüyü sevmem.”
Ne yazı ki bu güzel şehri Âşığımız yalnız hissiyle tanıyabiliyor. Ama, hafızası o kadar kuvvetli ki geçtiği yerleri, tekrar geçerken derhal hatırlar. Bunun birçok defa şahidi olmuşumdur. Sanki bir saat gibi, otomobil Tophane’den geçerken, “Tophane” der ve insanı hayretler içinde bırakır.
Bu yazıyı çıktığında, Âşığımız köyüne ve aile yuvasına çoktan kavuşmuş olacaktır. Onun yanında bile, onun hasretiyle yanan gönüller, kim bilir ondan uzak nasıl yaşayacak? Birkaç ay sonra tekrar geleceği müjdesi de olmasa, bu ayrılık ateşini bilmem nasıl söndürecek?
Not: İstanbul'un gürültüsünden 1953 yılında yakınan Âşık Veysel, eğer yaşasaydı bugün için ne derdi?
Not: İstanbul'un gürültüsünden 1953 yılında yakınan Âşık Veysel, eğer yaşasaydı bugün için ne derdi?
(Süleyman BOYOĞLU)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder