9 Haziran 2012 Cumartesi

TRT ANILARI... (12)


                                       

 Gürcan ARITÜRK

 "İnsan bazen, yaşadı mı, duydu mu, filmde mi seyretti, okudu mu, hayalini mi gördü, karıştırıyor. Yaşam biraz da bu karmadan ibaret…  O yüzden anılara güven olmaz ama anılarsız da olmaz. Anılar olmadan insanlar ot gibi olur. Umarım bu anılar hoşunuza gider, kimi zaman anlatacak kimse olmasa bile hatırlamak yeterince güzel!
     Aşağıdaki kimilerini benim yaşadığım kimilerini gördüğüm ya da duyduğum TRT anılarını eski bir toplu fotoğrafa bakarak anında-bir çırpıda yazdım, aklıma gelenleri kalın delikli bir süzgeçten geçirdim, eminim siz okurken daha ince eleyip sık dokuyacaksınızdır!"

                  "İşte halkların kardeşliği"

     Kameraman Okan Pelit ile Bulgaristan'a gittik, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'in çeşitli temasları için. 1989'da Türk-Bulgar ilişkilerinin iyice kötüleşmesinden sonra karşılıklı jestlerle ilişkiler normale dönüyordu. Asıl imza töreni saat 17 gibi Haskova'da bir otelde yapılacaktı. 17'ye kadar boştuk bu süreyi daha çok -Okan Pelit daha çok- içki içmekle geçirdik. Saat 17'deki toplantıyı kaçırdık. Toplantının yapıldığı odanın kapısında uzun boylu bir asker vardı. Okan Pelit'e "Görüntü çekemezsek bizi oyarlar" dedim. Pelit de hışımla o uzun boylu askerle nasıl anlaştıysa, konuşarak kapıyı açtırdı. Kocaman kapı aniden açılınca toplantı halindeki herkes bu beklenmedik bize baktı tabii. Okan Pelit biraz alkollü olmasından da güç alarak ve o bakışları kendisine yönelik zannederek, yanlış anlayarak, "Selamlar paşalarım, işte olay bu, halkların kardeşliği" deyiverdi. 

     Ben hemen Okan Pelit'in yanında bittim, onu ikaz edeceğim daha fazla konuşturmayacağım ama nasıl. Herkes bize bakıyor. Bu arada bu sözleri Bulgar Genelkurmay Başkanı’na çevirmesinler mi, üstelik Bulgar Genelkurmay Başkanı da Doğan Güreş'e dönerek "medya da böyle istiyor bizim barıştan başka çaremiz" yok demesin mi? 
     Olanlar bu kadarla da bitmedi, Okan Pelit ardından lütfeder gibi devam edebilirsiniz dedi ve çekime geçti. İşi kurtarmıştık, hatta gaf sandığım sözler Güreş Paşa’nın hoşuna bile gitmişti, tabii bunu öğreninceye kadar içimiz hiç de hoş değildi. 

               Dili sürçen kameraman

     Devamlı dili sürçen kameraman Özkan Ergin, yıllardır görmediği bir arkadaşından telefon alır, telefonun karşısındaki Özkan Ergin'i hemen tanıyınca, "nasıl hemen tanıdın beni" der.   Aynı Özkan Ergin devamlı dili sürçen bir taksi sürücüyle kavga eder, kendisini taklit ediyor diye. Özkan Ergin'in bir hikâyesi de itfaiyeden gelen ve "TRT falanca yerde önemli bir yangın var" telefonuna "Bekleyin geliyoruz" cevabıdır.

             Kent kültürsüzlüğüm

    Özel haber yapın diye sıkıştırıyordu yöneticilerimiz. Ben de özellikle İstiklal Caddesi’nde yaygınlaşan mağazalara yabancı isim verme salgınını işlemek istedim. Tünel'den başlayarak kameraman arkadaşım Ali Gölpınar ile mağaza sahip ya da yöneticilerine niye yabancı isim koyduklarını soruyor, çoğundan da özeleştiri alıyorduk. Taa ki Galatasaray'daki bir yabancı isimli mağazaya kadar, o mağaza adına konuşan, mağazanın isminin babasının adı olduğunu söyleyince afalladım. Toparlamak için "sizin babanızın adı ama adı Türkçe olanlar da yabancı isim koyuyorlar mağazalarına, ne dersiniz" der gibi oldum, adamdan "Ben karışmam" cevabını aldım. 
Haberi yaparken İstanbul'da sadece Türkçe konuşanların yaşamadığını, kent kültürü konusunda yetersiz olduğumu anladım.

1 yorum:

  1. Bloğunuz bilgiler çok hoşumuza gitti. No follow blog çalşmalarınızda kolaylık diler.

    YanıtlaSil