(Fotoğraf: Süleyman Boyoğlu)
Bugün (20 Haziran Çarşamba) öğleden
sonra saat 15.00 sıralarında Aydın Üniversitesi’nden ödev konusu için gelen bir
öğrenci kardeşimi uğurladıktan sonra çalışmama devam ederken, odamdan içeri iki
kişi girdi. İkisi de tanıdıktı. Birisi Basın Senatosu İkinci Başkanı Seraceddin
Zıddıoğlu, diğeri de üç yıl kadar önce İstiklâl Caddesi’nde fotoğrafını
çektiğim “Nasrettin Hoca” idi. Seraceddin
Zıddıoğlu “Bak sana kimi getirdim” dedi. Ben de ‘Arkadaşı tanıyorum, üç yıl
önce İstiklâl Caddesi’nde fotoğrafını çekmiştim’ dedim. Zıddıoğlu “Öyle mi? Ben
daha önce görmemişsin, bir röportaj yaparsın diye getirdim” dedi. “Nasrettin
Hoca”ya yer gösterdim, oturdu.
Otururlarken
Zıddıoğlu’na ‘Beni Ali Kılıç’la kavga ettireceksin. Ben bu beyin fotoğrafını üç
sene önce İstiklâl Caddesi’nde çekmiştim. Birkaç ay önce de Ali aynı fotoğrafı çekmiş
bana göndermişti; ‘Bâb-ı Âli News’de kullanayım diye. Şaka yollu ‘bayatlamış
fotoğrafları bana yollama, ben bu fotoğrafı üç yıl önce çekmiştim, demiş Ali’yi
küstürmüştüm. Röportaj yapıp, beyin fotoğrafını yayınlarsam yine Ali’yi küstürüm’
diye espri yaptım. Bir koltuğa oturan “Nasrettin Hoca”nın birkaç kare
fotoğrafını çektim.
Ben sordum
adı Hamdi (Cemil) Yılmaz, olan “Nasrettin Hoca” anlattı:
“1962
yılında Aydın Boğaziçi köyünde doğdum. Babam imamdı. Aslen Düzce Akçakocalı
idi. Çocukluğum ve gençliğim Zonguldak Ereğli’de geçti. İlkokulu Ereğli’de
okudum. Ortaokulu yatılı Düzece İmam Hatip’te okudum. Yatılı okulu beceremedim,
Ereğli’ye döndüm. Ereğli Ticaret Lisesi’ne yazıldım. Bu lisenin ilk
mezunlarındanım.
TİYATRO HASTALIĞIM LİSE'DE BAŞLADI
Tiyatro
hastalığım lise birde başladı. Lise birde Cevat Fehmi Başkut’un 'Paydos' piyesinde oynadım. Ticaret lisesini bitirince Ereğli-Çaycuma Başören Köyü’nde
bir dönem vekil öğretmenlik yaptım. Askere gittim. 1983 yılında Erzincan’daki askerlik
görevimi tamamladım.
Bu arada Denizli’ye taşınmıştık. Denizli’de
fazla kalmadım 1984’te İstanbul’a geldim. 6-7 yıl İstanbul’da kaldım. Sonra
Aydın’da ev cihazları tamircisi olan ağabeyim yanına gittim. Ev cihazları
tamircisi ustası oldum. Bu işi bıraktım Aydın'ın Çine ilçesinde iki yıl da bakkallık yaptım. Sermayesizlikten dolayı iflas ettim. Sonra Denizli'ye yerleştim.
KİM NE YAPSIN SENİN ANILARINI SİMİTÇİ?
KİM NE YAPSIN SENİN ANILARINI SİMİTÇİ?
Denizli'de işsiz kaldım. Tiyatro içimde ukdeydi. Okuyucu ve seyirci olarak tiyatrodan
kopamadım. Yapamadıkça hırsım arttı. Bu arada işsizim. Tekrar çocukluğumdaki
simitçiliğe döndüm, yedi sene simit sattım. Akşamları da Halk Eğitim Tiyatro
Kursu’na katıldım. 5 yıl tiyatro eğitimi aldım. Ve defalarca Halk Eğitim Sahnesi’nde,
Çatalca Çeşme Oda Tiyatrosu’nda, EGS Kültür Merkezi’nde sahne aldım. Tiyatroda
rol alırken, simit satmaya devam ettim. Çünkü amatör tiyatroda para yoktu.
Denizli’de yerel basında tanındım. Ve seyyar simitçi olarak da ilk kitabımı
yazdım. 'Kim Ne Yapsın Senin Anılarını Simitçi?' birinci kitabımın ismi…
İkinci kitabım 'Engel Tanımayan Özel İnsanlar' oldu… Bu kitapta gözleri görmeyen, elleri olmayan, ayakları olmayan, ama hayata
meydan okuyan insanları yazmaya çalıştım. Denizli’de 'Engel Tanımayan Özel
İnsanlar' başlığında iki sergi açtım. Biri Denizli Ticaret Odası Sergi Salonu’nda,
diğerini de belediyenin sergi salonunda açtım.
Denizli “Dünya amatör tiyatrolar başkenti” olarak biliniyor. Bu nedenle belediye her sene dünyanın çeşitli ülkelerinin tiyatro gruplarını şehre davet ediyor, tiyatro festivali yapıyordu. Bu festivallerde halk beni Nasrettin Hoca’ya çok benzetiyordu. Bu benim için bir günlük bir hayaldi... Onu icra ediyordum.
"BİR YAZ GECESİ" FİLMİNDE OYNADIM
Sanırım 2006 yılıydı Denizli Belediyesi’nin
sponsor olduğu Ankara Birlik Tiyatrosu’nun 'Bir Yaz Gecesi Rüyası' filmi
Denizli ve civarında çevrilecekti. Nasrettin Hoca’yı oynayacak genç oyuncu otobüs
bileti bulamadığı için Denizli’ye gelememişti. Dolayısıyla çekimler yapılamıyordu, Nasrettin Hoca’yı oynayacak
kişiyi arıyorlarmış. Ben de o yıl Denizli Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda
oyuncuydum. Beni tavsiye ediyorlar, 'Nasrettin Hoca’ya benzeyen simitçi Hamdi
var diyorlar', beni buldular. Takma sakal takarak Denizli’nin Güzelköyü’nde
Nasreddin Hoca rolünü oynadım.
Ondan sonra
amatör tiyatrolar yapılırken bu kostümleri bir daha giyip de seyircilere 'hoş geldiniz' bir
jest yapayım diye düşündüm. Yediden yetmiş yediye millet fotoğraf çektirmek
için sıraya girdi. Ben şoke oldum.
Kendimi
iyice kaptırdım... Nasreddin Hoca kitaplarını araştırmaya başladım. 30-40 kitap
aldım. Akşehire gittim. Karikatürlere ve figürlere bakarak yüzde 70-80
fıkralarda anlatılan anatomisi, fiziki yapısıyla Nasrettin Hoca’ya benzediğimi
anladım. 20’den fazla ortak özelliğimiz olduğunu da okuduğum kitaplarda
gördüğümde şaşırdım.
İnsanlar 'Aaa Nasreddin Hoca' diye fotoğraf çektirmek için sıraya girince bazı tiyatrocu
arkadaşlarımdan 'Sen kimden izin aldın da bu kostümleri giydin' diyenler oldu.
Ama halkın ilgisi çok hoşuma gittiği için eleştirilere aldırış etmeden halkla
fotoğraf çektirmeye devam ettim. Bu altı yedi ay devam etti. Fakat bir Allah’ın
kulu şaşırıp da şu adamın heybesine bir kuruş atalım demedi. Denizli’nin
tanıtımı için bazı esnaf bana sponsor oldu, maddi yardımda bulundu. Sponsorum
Volkan Beşek üç yıl önceki Antalya Film Festivali’ne beni gönderdi. Festivalde
gönüllü Nasrettin Hoca’lık yaptım, ama asla para almadım…
"AKŞEHİR'DE MEZARLIĞA GÖTÜRÜLDÜM"
Ardından üç
yıl önce Akşehir’e gittim. Kadir Çöpdemir görevliymiş. 7-8 bin kişi hücum
edince, aşırı izdiham oldu. İzdiham 15-20 dakika sürdü. Rüyada gibiydim, kendimi
çok ünlü birisi sandım. Kendimi çimdikledim. Ama halkın aşırı ilgisi kısa
sürdü. Zira sivil polisler ve zabıtalar beni kucakladığı gibi Akşehir
Mezarlığı’ndaki bir kulübeye götürdüler. Burada kostümlerimi bir poşete doldurdular. 'Seni kim
gönderdi. Programımızı alt üst edeceksin. Burada görevli iki Nasrettin Hoca
olmaz. Kostümsüz bir hafta misafirimiz olabilirsin, ama bizden izinsiz Nasreddin
Hoca kostümü giyemezsin!' dediler.
Halk 'Bu adam
Nasrettin Hoca’ya daha çok benziyor. Biz bu adamın Nasrettin Hoca olmasını
istiyoruz' diye bağırıyordu, ama halkın sesi yetmedi.
"ÜÇ YIL ÖNCE FESHANE'DE İŞ TEKLİFİ ALDIM"
Denizli veya
Anadolu’nun her hangi bir yerinde fotoğraf çektirerek maddi olarak ayakta
kalamayacağımı anlayarak İzmir, Ankara ve İstanbul’da animasyon işini
araştırdım. Üç yıl önce bu işin İstanbul’da geçerli olduğunu öğrendim. Sonra ikinci gurbet başladı. 2009’un aralık ayında İstanbul’a geldim. Ramazan ayında Feshane'ye gittim. Feshanedeki animasyon işini bir şirket üstlenmişti. Burada gezinirken bana iş teklif
ettiler. 'Bizimle çalışır mısın?” dediler. Bir ay boyunca Feshane’de 'Nasrettin
Hoca'lık yapmaya çalıştım. Sahnede fıkra anlattım, sohbet ettim.
Sonra iki yıl
Eyüp’te bir pansiyonda kaldım. Ardından animasyon şirketlerine kaydoldum. Dükkân-mağaza
açılışlarına, sünnet düğünlerine, ana okullarına gitmeye başladım. Tiyatro sinema hastalığından dolayı da figüran
ajanslarına kaydoldum. 'Geniş Aile'de küçük bir rol verdiler. Televizyon
programlarına katıldım.
"GALATASARAY LİSESİ ÖNÜNDE KİTAP İMZALADIM"
İstiklâl
Caddesi’nde Galatasaray Lisesi önünde iki defa sokakta kitap imza günü
düzenledim. Tabii İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden izinli olarak… Üçüncü
kitabım adı 'Denizli’nin Nasrettin Hocası' idi. Kitap imza gönümde yaşadığım en
dramatik, en komik ve en düşündürücü olay şudur: Kitabımı satın alan kişilerle
gönüllü fotoğraf çektirmek amacındaydım. 'Ben kitabı ne yapayım kardeşim, kitap
okumam ben zaten, resim çekilelim ben sana kitabın parasını yine ödeyeyim!' diyenleri görünce çok üzüldüm. Çünkü kitap okuma özürlü olmak çok acı bir şey…
Tiyatro kökenli
olduğum için ilgi görmek hoşuma gidiyor, ama Türkiye’de figüran bile olamadım. Hâlâ
figüran olarak bile tanınmıyorum. Ama Nasrettin Hoca’nın benzeri olarak Papua Yeni Gine’ye bile fotoğraflarım gitti. Hatta Afrika’nın çöllerine, Çin’e bile
gitti… Bu belki Yılmaz Güney’e bile nasip olmadı, ama bana nasip oldu. O yönden
manevi mutluluğum var..."
(Süleyman Boyoğlu)
Seraceddin Zıddıoğlu ve Nasrettin Hoca
(Fotoğraf: S. Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder