7 Mayıs 2012 Pazartesi

BEYOĞLU'NUN MÜZİSYENLERİ...











        (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
           
         Çok değil bundan 50-60 yıl önce büyük şehirlere elinde bağlaması, omuzunda davulu, ceketinin iç cebinde zurnası ile gelen ozanlarımız ve müzisyenlerimiz horlanırdı. Başka gezegen bilmeyen aklı kıt bu insanlar, ozanlarımıza “aydan gelmiş” muamelesi yaparlardı. Halk ozanları trenden ya da vapurdan indiklerinde, bir otobüse veya bir minibüse bindiklerinde vasıtanın yolcularınca da “Nereden çıktı bunlar!” edasıyla pür dikkat tepeden tırnağa süzülürlerdi. Sözlü edebiyatı günümüze taşıyan, yazılı edebiyata kaynaklık eden bu insanlarımızı kibirli halleriyle aşağılarlardı. Onlara göre düğün-derneklerde müzik-çalgı işleri Roman vatandaşlarımızın icra edebileceği işlerdi.
         Halk müziğine katkı sunan bu insanlarımız bugün de hâlâ aşağılanmaktadır. Onların enstrümanlarına, ortaya koydukları eserlerine ön yargılı yaklaşımlarında değişen pek bir şey yoktur. Eurovision yarışmalarında bağlama, kaval ve davula yer vermeme konusunda inat geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Kendi kültürüne sırtını dönen bu insanlara inat bu kültüre sahip çıkanların, gönül verenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
        Oysa “İthal müzisyenler” bugün ülkemizin çeşitli merkezlerinde, özellikle insanların yoğun olduğu metropollerde mesleklerini rahatça icra edebilmektedirler. En rahat müzik icra ettikleri yerlerin başında ise özellikle Beyoğlu gelmektedir. İstiklal Caddesi bütün dünyanın sokak müzisyenlerine adeta ev sahipliği yapmaktadır.
        Gazeteci ağabeyimiz Şakir Palancıoğlu, “Uzun İnce Bir Yoldayım/ Gidiyorum Gündüz Gece”, “Benim Sadık Yarim Kara Topraktır” adlı eserleriyle sadece bizim değil, tüm dünyanın gönlünü fetheden büyük halk ozanı Âşık Veysel’i tramvayda sazıyla gören bir yobazın “Bunu çalıncaya kadar Allah rızası için dilensen veya hafızlığa çalışsan daha iyi olmaz mı?” diye çıkışmaya kalkışması üzerine Âşık Veysel’in çok etkilendiğini ve bu softaya bir destanla nasıl yanıt verdiğini, Abdi İpekçi dönemi Milliyet gazetesinin polis-adliye muhabirlerinden Seracaddin Zıddıoğlu da bir lokantada yemek yerken, tanıdığı bir komiserin “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım/Buda Gelir Buda Geçer” türküsünü halkımıza armağan eden Aşık Daimi'yi (İsmail Aydın) yanına çağırıp hakaret etmesine izin vermeyip, müdahale ettiğini anlatmıştı.
         İki üstattan dinlerken tüylerimin diken diken olduğu her iki olayın benzeri belki günümüzde yaşanmıyor, ama halk müziğine ve bu müziğe gönül verenlere gereken önem hâlâ gösterilmiyor. İzlenme oranı yüksek televizyon kanaları ve tirajı yüksek gazeteler hâlâ kapılarını aralamıyor bu insanlara...
        Bu yüzden olsa gerek, ithal müzisyenler de bizim müzisyenler de “renkli ekran sizin olsun, sokaklar bizim” anlayışıyla kalabalık caddeleri tercih ediyorlar ve müziklerini buralarda icra ediyorlar. Hünerlerini çekinmeden sergileyen bu müzisyenler, her geçen gün halkın sevgisini kazanıyor, onların sevgilisi oluyorlar. Müzik toplulukları ile fotoğraf çektirebilmek için sıraya giriyorlar.
        Nereden nereye…
(Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder