Süleyman Boyoğlu
Haliç Köprüsü
üzerinden metrobüsle her geçişimde Ayvansaray’daki tarihi surların hemen
arkasında muhteşem Fatih Camii, Süleymaniye Camii, onların arkasında da Topkapı Sarayı, Ayasofya
Müzesi’ni kısa süreliğine de olsa beğeniyle seyre dalardım. Hele teleferikle
çıkılan Piyerloti Tepesi’nde “Altın Boynuz”a bakarak bir iki bardak çay
yudumlamanın keyfi ise anlatılamaz, ancak yaşanır…
Gelin görün
ki bu keyfi şimdilerde Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın hemen arkasındaymış gibi
Kadıköy’den yükselen iki gökdelen kaçırıyor… Bunların yükselişini gördükten
sonra tarihi yarımadanın siluetini Zeytinburnu’nda yükselen üç gökdelen değil
de asıl bu iki gökdelenin bozduğuna kanaat getirmiştim. Ve uzun zamandır bu
görüntüyü fotoğraflamayı düşünüyordum…
Kısmet
bugüne imiş… Mezun olduğum Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nun
(şimdiki adı MÜ İletişim Fakültesi) “Pilav Günü”ne gitmek için Merter durağında
metrobüse bindim. Metrobüse bindiğimde saat: 11.00 sıralarıydı. Cevizlibağ’a
geldiğimde aklıma Haliç Köprüsü üzerinde düşündüğümü gerçekleştirmek geldi.
Okuldaki buluşma saat:13.00’te olduğu için vaktim vardı. Ayvansaray durağına
geldiğimde metrobüsten inmeye karar verdim ve indim.
Üst geçidi ve
Haliç Köprüsü’ne bağlantılı tehlikeli yolları geçerek, 10-15 dakikada köprünün
yaya yoluna ulaştım. Benden başka köprü üzerinde yürüyen kimseyi görmeyince
içimden, ‘Acaba üzerinde yürümek yasak mı?’ diye geçirdim. Hem böyle düşünüp
hem de köprü korkuluklarına dirseklerimi dayayarak fotoğraf çekiyordum.
Fotoğraf çekerken bazen zorlanıyordum; zira ağır tonajlı araçlar geçtiğinde
köprü hissedilir şekilde sallanıyor, görüntü almamı engelliyordu. Hem de
sallandıkça beni de korkutuyordu.
Dönüp yoluma
devam ederken karşıdan bir bayanın geldiğini gördüm. Kendi kendime ‘Demek ki
yayalara açıkmış’ diye söylendim. Beş dakika sonra bir kişinin daha karşıdan
geldiğini görünce rahatladım. Çünkü hep bir görevlinin ya da polis otosunun
beni uyaracağı endişesini taşıyordum. Bu endişeyi taşımama bir neden de Haliç
Köprüsü’nde 22 Mayıs’ta yaşanan tehlikeydi. O gün sabah Haliç Köprüsü’nün orta
şeridindeki bağlantı yerlerinde meydana gelen ayrılma ve yaklaşık 20 santimlik
yükselti geçici olarak halledilmişti, ama o konuyla ilgili görüntü aldığımı
zannederek, müdahale edebilecekleri korkusuyla yoluma devam ediyordum ki köprü
geçişimin sonlarına doğru bir beyle daha karşılaştım. Bu beyle göz göze geldik selamlaştık.
Sıcak selamlaşmadan cesaret alarak birkaç adım attıktan sonra geri döndüm
seslendim:
- Af edersiniz
fotoğrafınızı çekebilir miyim? dedim.
Durdu, o da geri döndü;
- Tabii… Olur, dedi.
Bir asker duruşuyla poz verdi,
fotoğrafını çektim:
- İnternette
kullanacağım adınızı söyler misiniz?
- Veli, dedi.
- Veli Bey
soyadınız yok mu?
- Önemli mi… Veli yaz yeter, dedi.
Veli Bey sıcak bir insandı. Gözlerinin içi
gülüyordu:
- Peki Veli
Bey, çok sıcak bir insansınız nerelisiniz?’
- Sivaslıyım,
dedi.
Daha
sonra Veli Bey benim geldiğim yakaya ben de Veli Bey’in geride bıraktığı yakaya
yürümeye devam ettik… Ha unutuyordum, köprü üzerinde kendi fotoğrafımı da
çektim. Geçtiğim belgelensin diye...
İETT durağına varır varmaz gelen bir halk otobüsüne bindim. Okmeydanı üzerinden Şişli’ye vardım. Şişli’den de yürüyerek mezun olduğum okulun pilav gününü gittim.
İETT durağına varır varmaz gelen bir halk otobüsüne bindim. Okmeydanı üzerinden Şişli’ye vardım. Şişli’den de yürüyerek mezun olduğum okulun pilav gününü gittim.
Şimdi fotoğraf çekerken büyük üzüntü duyduğum
“Altın Boynuz” görüntülerini sizlerle paylaşıyorum, biraz da tarihi kentte
neler olduğunu sizler görün ve düşünün…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder