26 Mayıs 2012 Cumartesi

HALİÇ KÖPRÜSÜ'NDEN NİYE GEÇTİM?..


     

    Süleyman Boyoğlu
          
         Haliç Köprüsü üzerinden metrobüsle her geçişimde Ayvansaray’daki tarihi surların hemen arkasında muhteşem Fatih Camii, Süleymaniye Camii, onların arkasında da Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi’ni kısa süreliğine de olsa beğeniyle seyre dalardım. Hele teleferikle çıkılan Piyerloti Tepesi’nde “Altın Boynuz”a bakarak bir iki bardak çay yudumlamanın keyfi ise anlatılamaz, ancak yaşanır…
         Gelin görün ki bu keyfi şimdilerde Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın hemen arkasındaymış gibi Kadıköy’den yükselen iki gökdelen kaçırıyor… Bunların yükselişini gördükten sonra tarihi yarımadanın siluetini Zeytinburnu’nda yükselen üç gökdelen değil de asıl bu iki gökdelenin bozduğuna kanaat getirmiştim. Ve uzun zamandır bu görüntüyü fotoğraflamayı düşünüyordum…
         Kısmet bugüne imiş… Mezun olduğum Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nun (şimdiki adı MÜ İletişim Fakültesi) “Pilav Günü”ne gitmek için Merter durağında metrobüse bindim. Metrobüse bindiğimde saat: 11.00 sıralarıydı. Cevizlibağ’a geldiğimde aklıma Haliç Köprüsü üzerinde düşündüğümü gerçekleştirmek geldi. Okuldaki buluşma saat:13.00’te olduğu için vaktim vardı. Ayvansaray durağına geldiğimde metrobüsten inmeye karar verdim ve indim.
         Üst geçidi ve Haliç Köprüsü’ne bağlantılı tehlikeli yolları geçerek, 10-15 dakikada köprünün yaya yoluna ulaştım. Benden başka köprü üzerinde yürüyen kimseyi görmeyince içimden, ‘Acaba üzerinde yürümek yasak mı?’ diye geçirdim. Hem böyle düşünüp hem de köprü korkuluklarına dirseklerimi dayayarak fotoğraf çekiyordum. Fotoğraf çekerken bazen zorlanıyordum; zira ağır tonajlı araçlar geçtiğinde köprü hissedilir şekilde sallanıyor, görüntü almamı engelliyordu. Hem de sallandıkça beni de korkutuyordu.
        Dönüp yoluma devam ederken karşıdan bir bayanın geldiğini gördüm. Kendi kendime ‘Demek ki yayalara açıkmış’ diye söylendim. Beş dakika sonra bir kişinin daha karşıdan geldiğini görünce rahatladım. Çünkü hep bir görevlinin ya da polis otosunun beni uyaracağı endişesini taşıyordum. Bu endişeyi taşımama bir neden de Haliç Köprüsü’nde 22 Mayıs’ta yaşanan tehlikeydi. O gün sabah Haliç Köprüsü’nün orta şeridindeki bağlantı yerlerinde meydana gelen ayrılma ve yaklaşık 20 santimlik yükselti geçici olarak halledilmişti, ama o konuyla ilgili görüntü aldığımı zannederek, müdahale edebilecekleri korkusuyla yoluma devam ediyordum ki köprü geçişimin sonlarına doğru bir beyle daha karşılaştım. Bu beyle göz göze geldik selamlaştık. Sıcak selamlaşmadan cesaret alarak birkaç adım attıktan sonra geri döndüm seslendim:
       - Af edersiniz fotoğrafınızı çekebilir miyim? dedim.
         Durdu, o da geri döndü;
       - Tabii… Olur, dedi.
         Bir asker duruşuyla poz verdi, fotoğrafını çektim:
       - İnternette kullanacağım adınızı söyler misiniz?
       - Veli, dedi.
       - Veli Bey soyadınız yok mu?
       -  Önemli mi… Veli yaz yeter, dedi.
         Veli Bey sıcak bir insandı. Gözlerinin içi gülüyordu:
       - Peki Veli Bey, çok sıcak bir insansınız nerelisiniz?’
       - Sivaslıyım, dedi.
         Daha sonra Veli Bey benim geldiğim yakaya ben de Veli Bey’in geride bıraktığı yakaya yürümeye devam ettik… Ha unutuyordum, köprü üzerinde kendi fotoğrafımı da çektim. Geçtiğim belgelensin diye...
         İETT durağına varır varmaz gelen bir halk otobüsüne bindim. Okmeydanı üzerinden Şişli’ye vardım. Şişli’den de yürüyerek mezun olduğum okulun pilav gününü gittim.
        Şimdi fotoğraf çekerken büyük üzüntü duyduğum “Altın Boynuz” görüntülerini sizlerle paylaşıyorum, biraz da tarihi kentte neler olduğunu sizler görün ve düşünün…


                                   
                                (Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder