28 Eylül 2012 Cuma

EZGİLERLE MÜZİK...


Mehmet ÜNLÜ

                                 Türk Popüler Müziği’nin Tarihi (1)

                               
                           
         Batı müziğinin Türkiye'deki tarihi, 1826'ya dek uzanır. II. Mahmut, Yeniçeri ocağını "Osmanlı'yı temsil etmekten uzak" olduğu gerekçesiyle kaldırır, daha 'batılı' bir ordunun kurulmasını sağlar. Mehter müziğinin, giysilerinden yürüyüş düzenine kadar her şeyi değişen yeni orduya uymaması üzerine arayışlara girilir, Mehtehane kapatılarak yerine Muzika-yı Hümayun kurulur, bu yeni oluşuma uygun marşlar yazdırılmasına karar verilir.
        Bunun için Avrupa'dan getirilen bir müzisyen, Manguel, başarılı olamayınca 1828'de ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti'nin ağabeyi Guiseppe Donizetti İstanbul'a davet edilir. Sanatçı, gelir gelmez 'paşa' ünvanıyla onurlandırılır ve geniş yetkilerle göreve başlar: Bando için marşlar besteler ve yeni besteciler yetiştirir.
         Kantolar, ilk popüler batı müziği ürünleri kabul edilir. Sarayda icra edilen geleneksel 'ağır' musikiye halkça bir tepki sonucu ortaya çıkan bu tür, 1870 sonrasında, tuluat tiyatrolarında perde ve oyun aralarırıda söylenen şarkılar olarak ortaya çıkar ve işgal yıllarına dek hızla yayılır.
        Yerli operetlerin bestelenmeye başlaması batı müziğinin evrimi ve yayılması açısından önemli dönüm noktalarından birisidir. İlk yerli operet Dikran Çuhaevyan tarafından bestelenen "Leblebici Horhor Ağa"dır. Ocak 1876'da temsil edilen operet büyük ilgi toplayınca arkası gelir. Kantolar, operet şarkılarına çevrilir. Batı müziği, popüler anlamda yeni bir tür kazanır. Daha batılı ve giderek daha çoksesli.
        1900'lerin ilk yıllarında batı müziğinin seyri değişmeye başlar. Bu yıllar Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarıdır. Savaş ve işgal, sosyal yaşamda etkisini göstermiş, bir durağanlığa yol açmıştır. Halk, eğlenceyi daha az düşünür olmuştur... Bu yıllarda salon eğlenceleri devreye girer. 1905-1914 yılları arasında en popüler salon dansları mazurka, kadril ve polka'dır. 1908 yılından itibaren yeni bir tür olan tango hızlı bir gelişme gösterir. Arjantin'de doğan, Avrupa yoluyla İstanbul'a ulaşan, gelirken Endülüs ve İtalyan folklöründen yararlanarak yeni bir şekil alan tango, bulunduğu ülkenin yerel müziğinden alabildiğine yararlanmayı bilmiş bir türdür. Türkiye'de de kolayca ulusallaştırılmış, birbiri ardına tango yorumlayan ve besteleyen sanatçılar ortaya çıkmıştır.                
       1935-37 yılları arasında yurt dışında eğitim gören Orhan Avşar ve 1938'de Türkiye'ye gelen Macar asıllı Darvaş, bu türün ilk 'yerli' öncüleridir. Aynı dönemde Fehmi Ege tarafından kurulan orkestra Arjantin çıkışlı tangoyu Türkiye'ye uyarlar.                    
       Fehmi Ege, Necip Celal Andel ve Necdet Koyutürk ile birlikte Türkiye'deki iIk tango bestecilerindendir. Tango gitgide özgünleşerek özellikle '60'larda devlet radyolarının da desteğiyle altın yıllarını yaşar.                              
      1920'li yıllarda caz girer Türkiye'ye: Ermeni asıllı Leon Avigdor, Avrupa'da duyduğu bu müziğe hayran olur ve Türkiye'de de icra etmeye başlar; 1933 yılına dek kurduğu değişik topluluklarla İstanbul'da duyurur cazı. Birçok müzisyeni yetiştirir ve önünü açar. Aynı yıllarda kurulan Arto Haçadurian Orkestrası, bu dönemde kurulmuş ilk önemli topluluklardandır. İsmet Sıral Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli caz müzisyenidir.
     Sevinç Tevs ve Ayten Alpman yorumlarıyla sivrilirken Cüneyt Sermet, İlhan Mimaroğlu, Süheyl Denizci, Selçuk Sun, Erol Pekcan gibi sanatçılar başarılı çalışmalara imza atar.                    
     İlerleyen dönemde Neşet Ruacan'dan Önder Focan'a, Kerem Görsev'den İmer Demirer'e uzanan başarılı müzisyenler yetişir.                          
   
                              BATI MÜZİĞİ’NİN TANINMASI

       1950'ler. Türkiye'de cazın dışındaki batı müziği türlerinin iyice tanındığı ve yerleştiği yıllardır. Bu gelişim yıllarında, ilk popüler yıldız ortaya çıkar: Beyaz smokin ceketi, papyonu ve hiç değişmeyen arkaya doğru taranmrş saçları ile sahneye çıktığında yeri göğü inleten bu yıldız Celal İnce'dir. Adana'da doğan, önce Muallim Musiki Mektebi'ne, ardından konservatuara giden ve bir süre müzik öğretmenliği yapan bu genç, tango yorumlarıyla atıldığı müzik hayatını kendi besteleri ve uyarlamalarıyla sürdürmüş, sadece sahnelerin değil, plakların da aranan yıldızı olmuştur.
     Onun sesinden tüm Türkiye'ye yayılan "Kovboy Şarkısı", bir dönemin en sevilen şarkılarından birisi haline gelmiş, böylelikle tango dışında bir türün de Türkiye'de tutulabileceğini göstermiştir.
     Celal ince'nin popüler olduğu yıllarda birbiri ardına kurulan orkestralar, mambo'dan ça-ça'ya birçok türde ürünler verir. Bu ortkestraların çalışma alanları, art arda açılan gece kulüpleridir. Niyazi Erden, İlham Gencer, İbrahim Solmaz, Kanat Gür, Üstün Poyrazoğlu, Çetin İnöntepe, Şevket Yücesaz, Süheyl Denizci, İlhan Feyman, Müfit Kiper o dönemde kendi adıyla orkestra kuran müzisyenlerden bazılarıdır.                                                      

                              İLK ORKESTRA D.H.O. ÖĞRENCİLERİNDEN    

       1955'te İstanbul'da Deniz Harp Okulu öğrencilerince bir rock'n'roll orkestrası kurulur. Bu, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Türkiye'de belki de ilk defa yeni bir batı müziği türü batıyla aynı zamanda icra edilir.
      Dünya Bill Haley and The Comets'in 'Rock Around the Clock'uyla sallanıp yuvarlanırken Türkiye, Deniz Harp Okulu Orkestrasıyla birlikte bu müzikle tanışır.
      Durul Gence ve Erkan Gürsal tarafından kurulan Deniz Harp Okulu Orkestrası, önce okul içinde, sonraları da Soner Soyata ve Arkadaşları uydurma adıyla İstanbul okullarında konserler verir ve tanınırlar. Erkut Taçkın, Yalçın Ateş gibi isimleri de içinde barındıran orkestra, elemanlarının okulu bitirmesiyle dağılır. 1958 yılında İstanbul'da önemli bir grup kurulur: İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde müzik yapan Şanar Yurdatapan'lı Kuyrukluyıldızlar. Sweaters, Sekstet SSS, Jüpiterler gibi topluluklar bu dönemde Ankara'da kurulan gruplardır. Bu arada genç bir sanatçı Tanju Okan da 1961'de Ankara'da profesyonel müzik yaşamına atılır.        
            
                             EROL BÜYÜKBURÇ’UN BÜYÜK KATKISI

         Erol Büyükburç ise  bu tarihlerde ortaya çıkar. Önceleri rock'n'roll şarkıları söyleyen ve bu tarzda besteler yapan Büyükburç, sonraları yerel  müziklere merak salar. '50'lerin sonunda klasik şarkıları, batı anlayışına göre düzenler ve bunları sahnede söylemeye başlar. Erol Büyükburç'un repertuarı oldukça geniştir: üzerine Türkçe söz yazılmış yabancı bestelerden caz standartlarına, türkü düzenlemelerine uzanan bir repertuara kendi bestelerini de ekler zamanla. 1981'de bestelediği ve bir taş plakta dinleyiciye ulaştırdığı "Little Lucy" büyük başarı kazanır. Bunu "Ağlarım", "Altın Tasta Üzüm Var", "Kırık Kalp" gibi Türkçe sözlü besteler izler. '70'lerin ilk yarısında Erol Büyükburç bir efsanedir. Birbiri ardına çevirdiği filmler ve bu filmlerin şarkıları dillerdedir. °Bir Başka Sevgiliyi Sevemem.. Sevemem.." gibi. Büyükburç, Konserlerde de fırtına gibi eser. İlk büyük Anadolu turnesini gerçekleştiren pop yıldızının ve sahnelere kıyafetlerden kareografiye değin bir dizi yenilik getirmiştir."Little   Lucy" ile başlayan plak piyasasındaki canlanma, 45'liklerin ortaya çıkışıyla daha da artar. Taş plaklar giderek yerlerini daha kullanışlı olan ve kolay üretilen 45'liklere bırakır.

                       BARIŞ MANÇO’DAN İLK 45’LİK PLAK

         Türkiye'de ilk batı müziği 45'liğini, 1962'de, o dönemde Galatasaray Lisesi'nde öğrenci olan Barış Manço ve topluluğu Harmoniler yapar. Süheyl Denizci Orkestrası, İlham Gencer ve Kuarteti, Faruk Akel Show Orkestrası, Kadri Ünalan Orkestrası, Şevket Uğurluer ve Arkadaşları o dönemin plak doldurmuş ve 'iş yapmış' orkestralardır.            
                                                                                               
          Haziran 1962'de Doruk Onatkut Orkestrası'na katılan Şanar Yurdatapan, Onatkut ile birlikte önemli bir çalışmaya imza atar: ça ça ritminde düzenlediği "Kara Tren" türküsü büyük sükse yapar. Bu, Türkiye'de batı tarzında yapılmış ilk türkü düzenlemesidir. Yurdatapan'ın, Ankara'da, halasının oğlu Alpay ile kurduğu 'Arkadaşlar' da dönemin en üretken gruplarındandır. Alpay, daha sonra 'Arkadaşlar'dan ayrılır, kendi adına plaklar yapar. Bu, Alpay adının Ankara dışında da duyulmasını sağlar.
                         
                             KALİPSO KRALI: METİN ERSOY

               Askerliğini Kore'de yapan Metin Ersoy, aynı yıllarda, orada duyduğu yeni bir türü Türkiye'ye taşır: Kalipso. 1961'de Türkiye'ye döndükten sonra İlham Gencer Orkestrası'na giren ve ilk taş plağını da aynı yıl yapan Ersoy, daha sonra bu türde 'eser'ler üretir ve kendisini 'Kalipso Kralı' ilan eder. Bir ara İsmet Sıral Orkestrası'nda da görünür ve yurtdışında 'repertuarı geliştirmek amacıyla' uzun süre çalışır.


           TÜRK POP MÜZİĞİ’NDE FECRİ EBCİOĞLU DAMGASI

             60'ların başında bir yandan yerli beste ve düzenlemeler üretilirken bir yandan da meşhur yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılır ve bu şarkılar 'aslı gibi' çalınarak söylenir. O dönemde üretilmiş şarkılardan en önemlisi, İstanbul Radyosu diskjokeylerinden Fecri Ebciğlu'nun "C'est Ecru Dans Le Ciel" adlı şarkıya Türkçe sözler yazarak oluşturduğu "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"tur. İlham Gencer Orkestrası tarafından seslendirilen bu şarkı, daha sonra 'aranjman' adını alacak bu türün ilk 'hit'idir. Yabancı şarkılara Türkçe söz yazarak şarkı 'üretenlerin' başını Fecri Ebcioğlu çeker. Bu şarkılar, o dönemde Türkiye'ye gelmiş yabancı şarkıcılar tarafından da seslendirilir. Ebcioğlu'nun sözlerini yazdığı "Her Yerde Kar Var", bir diğer 'ilk' şarkıdır. Adamo'nun, kendi bestesi "Tombe la Nuege" üzerine yazılmış sözleri seslendirdiği plak çok satar. Bunun üzerine, aynı yıllarda ortaya çrkan Sezen Cumhur Önal, yabancı şarkıcı ve topluluklara yazdığı Türkçe sözlerle sivrilir: Peppino Di Capri, Juanito, Sacha Distel, Marc Aryan, Patricia Carti bu dönemde Türkçe şarkılar söyleyen yabancılardan birkaçıdır. Ajda Pekkan, bu yılların en büyük yıldızıdır. Ay-feri, Gönül Turgut, Zaliha, Zümrüt, Kamuran Akkor '60'ların ikinci yarısndan itibaren yorumladıkları şarkılarla adlarından söz ettirirler.                                
                                   
         Plaklarının peynir ekmek gibi satıldığı dönemde Tülay German, Türkiye'de yeni bir tarzın yıldızı olarak parlar. 1964'te Yugoslavya'da düzenlenen Balkan Melodileri Festivali'nde Erol Büyükburç ve Tanju Okan ile birlikte 'milli' orkestranın solistliğini üstlenen German, bu festivalde seslendirdiği "Burçak Tarlası" ile büyük sükse yapar. Festival sonrasında piyasaya çıkan ilk Tülay German 45'liği "Burçak Tarlası / Mecnunum Leylamı Gördüm" çok satar. Bu 45'lik, yıllar sonra Anadolu-pop adını alacak türün ilk 'hit'idir.                            
                             
              "Burçak Tarlası"nın ilgi görmesinin ardından aynı tarzda yapılmış çok sayıda plak yayınlanır. "Yerli melodileri batı sazlarıyla yeniden yorumlama" olarak da tanımlanabilecek olan Anadolu-pop bu tarihlerde hız kazanır. Tülay German'ın Türkiye macerası ise kısa sürer, 30 Mart 1966'da Erdem Buri ile Paris'e giden sanatçı, müzik çalışmalarını Philips adına Fransa'da yaptığı plaklar ve konserlerle sürdürür. Orada da tanınır. 1980 yılında çıkan Zülfü Livaneli'nin "Günlerimiz" adlı plağına konuk sanatçı olarak katılan German, o tarihe kadar Türkiye'de plak yayınlamaz.

                       BARIŞ MANÇO’DAN YENİ ATAKLAR

           Galatasaray Lisesi yıllarında müziğe başlayan Barış Manço bu yıllarda Kaygısızlar'la birleşir. Kaygısızlar, 1966'da Fuat Güner ve Mazhar Alanson tarafından kurulur. Barış Manço ile yaptığı çalışmalar haricinde kendi adlarına da plaklar dolduran Kaygısızlar, dönemin önemli gruplarından birisidir.

           62-'65 arası, Anadolu-pop'un önemli isimlerinin müziğe başladığı ya da tanındığı dönemdir. Ama aynı yıllarda tanınan başka bazı orkestralar, bu alan dışında yaptıkları çalışmalarla ilgi görürler.                                      
                                     
           Bu arada Ersan Erdura 1963'te, Erol Evgin de 1964'te düzenlenen amatör ses yarışmalannda birinci olur ve müziğe başlarlar.                                
                                           

            1964, '70'lerde pop müziğe damgasını vuracak Beyaz Kelebekler'in de kurulduğu yıldır. '70'lerin pop aranjörlerinden Baha Boduroğlu'nun ve Ömür Göksel'in müziğe başladığı yıl da 1965'tir.                                                                

             1965 yılının asıl önemi, Hürriyet Gazetesi tarafından düzenlenen Altın Mikrofon yarışmasının başlangıç yılı olmasından gelir. 1965-'68 arasında kesintisiz olarak süren, 1972 ve 1979'da birer kere daha yapılan ve birçok ismi müzik dünyasına kazandıran Altın Mikrofon Armağanı Yarışması, "Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanarak yine Batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için hazırlanmıştır".
                                   
                                  MUHTEŞEM ORKESTRALAR                                    

             Fikret Kızılok'lu Oben Dörtlüsü, Ferdi Özbeğen Orkestrası, İlham Gencer ve Arkadaşları, Kanat Gür Orkestrası, Mavi Işıklar. Metin Alkanlı, Selçuk Alagöz Orkestrası, Silüetler, Grup Sonya Dores ve Yıldırım Gürses ilk Altın Mikrofon'un yarışmacılarıdır.
                               
            Bu ilk yarışmada birinciliği kendi bestesi "Gençliğe Veda" ile Yıldırım Gürses alır. Gürses, Kurduğu 26 kişilik orkestrasında keman, çello, saksofon, flüt, korno, kontrbas, timpani, bongo, trombon ve piyano gibi batı aletlerini barındırır.       

                         

       Altın Mikrofon'un müzik dünyasına kazandırdığı pek çok isim vardır: Rana Alagöz, daha sonra Haramiler adını alacak olan Ali Atasagun, daha çok Batman Petrolleri Orkestrası adıyla tanınan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Orkestrası, Moğollar, Asım Ekren, Uğur Dikmen...

                           ALTIN MİKROFON’DAN  TARİHE DAMGA VURANLAR

         Altın Mikrofon'un 'kazandırdığı' müzisyenlerden ikisi Cem Karaca ve Erkin Koray, '60'ların sonunda yaptıkları çalışmalarla popüler batı müziğinde yeni bir hat açarlar. Erkin Koray, ilk yıllarında "Kızları da Alın Askere", "Silinmeyen Hatıralar", "Yağmur", "Aşkımız Bitecek", "Hop Hop Gelsin" sonraki yıllarda "Şaşkın", "Fesuphanallah", "Estarabim" gibi şarkılarla dillerde dolanır.

         Aynı tarihlerde Cem Karaca birbiri ardına yaptığı 45'Iiklerle 'Ulusal Türk Müziği' akımının öncüsü olarak tanımlanır. Anadolu-pop isminin daha telaffuz edilmediği yıllarda Diskotek dergisi tarafından önerilen ve sadece Dönüşüm gurubu tarafından sahiplenilen bu isim tutmaz. Dönüşüm, o dönemde, diğer gruplar arasında değişik çizgisiyle dikkat çeker.

         Cem Karaca, özellikle "Hudey Hudey" ve "Emrah"'a getirdiği yorumla dikkat çeker. Apaşlar, Cem Karaca sound'unu oluşturan gruptur. Beraber yaptıkları şarkılar, özellikle bir Mehmet Soyarslan bestesi olan "Resimdeki Gözyaşları", ilk yayınlandığı andan itibaren ilgi görmüş ve klasikler arasına girmştir. Aynı dönemlerde üretilmiş "Bu Son Olsun", "Zeyno", "Ayrılık Günümüz" gibi şarkılar çok önemli çalışmalardır. Apaşlar'la birlikteliği 1969'da sona eren Karaca, Seyhan Karabay ve Ünol Büyükgönenç'in kurduğu Kardaşlar'a katılır ve daha deneysel çalışmalara yönelir. "Dadaloğlu", "Acı Doktor" ve "Tatlı Dillim" bu dönem ürünleridir. Karaca sonrasında Dervişan ve Edirdahan'la farklı çizgide çalışmalar üretir.

         1968 Altın Mikrofon Yarışması'na katılan ekiplerden Moğollar, fırtına gibi esti. İlk dönemlerinde bir arayış içinde olan topluluk, 1970 yılında amaçlarını "ileri teknikle zengin folk öğelerini birleştirmek" olarak özetler ve Anadolu-pop adını ilk kez telaffuz eder. Bu açıklamadan hemen sonra ilk hit plak "Dağ ve Çocuk" yayınlanır. 1971'de Fransa'da yayınlanan ilk albümleriyle Academie Charles Grass ödülünü alır. Moğollar, '70'lerin ikinci yarısında grubu oluşturan müzisyenlerin farklı çalışmalar yapmak istemesi üzerine dağılır. Ancak bu döneme dek Selda, Barış Manço, Cem Karaca ve Ersen'le başarılı çalışmalara imza atar ve Anadolu-pop türünün en önemli temsilcileri olurlar.

         Moğollar'ın Anadolu-pop ismini koydukları yıllarda Ajlan ve Üç Ozan, Türeyiş, Siluetler, Mavi Çocuklar, Mavi Işıklar gibi topluluklar önemli başarılara imza atar. Bu dönemde, Devlet Tiyatroları'nda oyunculuk yaparak hayatını kazanan Esin Afşar tiyatrodan ayrılır ve müzikle ilgilenmeye başlar.

Yazının 2.bölümü yakında sizlerle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder