14 Eylül 2012 Cuma

GECİKMİŞ ELEŞTİRİLER...


                                                              (Fotoğraf: S. Boyoğlu)

Gürcan ARITÜRK

                                    HOCAMIN MEKTUPLARINA ELEŞTİRİLER
 
             Emre Kongar'ın 12 yıl önce yayımlanan "Kızlarıma Mektuplar" kitabını bugünlerde okudum. Bunda 4 yıl önce baba olmamın etkisi var mı bilmiyorum. Kesin olan bir şey varsa Emre Hoca'nın yıllar önce "Kültür Üzerine" kitabını okumuş ve yararlanmış biri olmama rağmen, Cumhuriyet'te yine yıllar önce bir gün Akmerkez civarında kapkaç üzerine yazdığı ve emniyet müdürüne  'yakalayın şunları' diyen ve bana göre bataklık yerine sivrisinekle uğraşan yazısından sonra Hoca'yla okur-yazar ilişkimi kesmiştim. Ara sıra köşe yazılarını okuyordum. Daha doğrusu sözünü ettiğim yazıya benim gösterdiğim tepkiye Hoca'nın "Ben ne söylesem boş, önyargılısın" demesinden sonra eleştiriye açık olmayan birini okumanın doğru olmayacağını düşünmüştüm.
            Hoca'nın "Ben Müsteşarken" adlı kitabına da yine soğuk bakmıştım, bazıları yaşar, bazıları yazar diyerek. Belki de hem yaşayıp hem yazmayı aklım almadığından! "Kızlarıma Mektuplar" bir babadan çok bir aydının deneyimleri olarak yazılsa daha iyi olurmuş bana göre. Gerçekten çok güzel tespitler var. Ama kızlarının hiç bir kusurlarının olmaması -vücutları bile fit- yazılanlara gölge düşürüyor. Emre Kongar'ın kızları bir kişilik olarak değil, fotoğraflarına bakarak yazılan birer "bahaneye dönüşüyor". Biliyorsunuz kötü romanlarda kişiler mükemmel ya da tamamen kötüdür,  gerçek kişiler ya da gerçek kişileri yansıtan iyi romanlarda kahramanlar iyi ve kötü yönleriyle vardırlar.
            "Kültür Üzerine" adlı kitabında da vardı, mutluluğun yolunun bilgi, sevgi ve üretimden geçtiği. Hoca yaşamdan damıtılmış deneyim, öneri ve tespitleri ile güzel bir kitap yazmış ama bazı çelişki, Türkçe kullanım yanlışları ve önyargılarıyla da ortada.


             İşte kitaptan takıldığım yerler:


             Sy 48- "Yoksa herkes gibi ben de içinde büyüdüğüm aileyi olağan bir çevre sayıp, onun gökkuşağı etkisinde kalmayabilirdim" diyor Hoca, sanki kendisinden başka herkes ailesini olağan çevre saymış gibi, bu kadar kesinlik hiç de bilimsel değil. Kendi kendine yapılan bu kadar ayrımcılık şık da değil.
             Sy 55- "Kentlere yığılan, fakat kentlileşemeyen yani uygarlaşamayan ailelerimiz, hâlâ kadınıyla erkeğiyle, kırsal kültürün, tarım kültürünün, köy kültürünün, yani kısacası erkek egemen feodal kültürün taşıyıcıları." "Yani kısacası erkek egemen feodal kültürün taşıyıcıları", diğer nitelemelerin hepsinden uzun!
             Sy 57- "Yoksulluk, çirkinlik, hatta eğitimsizlik ve tembellik bile, bir ailenin sıcak ve sevgi dolu havası içinde aşılabilir" Buradaki çirkinlikten neyi kastettiğini anlayan var mı? Aklıma gelen var ama bir bilim insanına yakıştıramam.
            Sy 68- "Ben tüm çevreme karşı uyguladığım, daha doğrusu uygulamaya çalıştığım empati ilkesini tabii ki öncelikle aile içinde, annenize, ağabeyinize ve size karşı uygulamaya çaba gösterdim."  Asıl empati aile çevresi dışındakilere uygulanandır, herkes ailesini anlamaya çalışır, asıl olan tanımadığın insana da o sabrı ve özeni göstermek!  Öncelik ailede ise empati sempatiyle karışıyor demektir. Sempati duyulmayana da empati, sempatiye dönüşebilir.
           Sy 99- "Ne yazık ki hem çok yetenekli olan hem de okumak isteyen pek çok çocuk ve genç, bırakın sağlık hizmetlerinden eşit yararlanmayı yoksulluktan dolayı okula bile devam edememektedir" Buradaki bile kullanımı ve karşılaştırma yanlış veya ters, sağlık olmadan eğitim zaten olmaz. Önce sağlık gelir.
            Sy 100- "Böylece toplumun hem ahlak kuralları, hem de hukuk kuralları yozlaşıyor, herkes en yüce değer olan paraya ulaşmak için hakka ve hukuk dışı davranışlara başvurmayı, normal ve meşru kabul ediyor." En yüce değer paraysa neden olmasın!     
            Sy 105- "Bu satırları okuyan sevgili kızlarım, sizlere renkli, verimli, sıra dışı bir kişilik ve sıradan olmayan mutlu bir yaşam diliyorum; böyle bir kişiliği ve böyle bir yaşamı gerçekleştirecek gücünüz olduğuna inanıyorum" diye yazdıktan sonra hemen ardından "Sadece bu satırları okuyor olmanız bile sıradışılığınızın bir göstergesi değil mi?" demesi için bir insanın en hafif deyimiyle kendini çok sevmesi, yazdıklarına haddinden fazla değer vermesi gerekir.. 
            Sy 109- "Evet, Ebru vejetaryen. Yani et yemiyor. Ama ben bu tavrını hiç de aşırı bir tutum olarak algılamıyorum" derken bile bir aşırılıktan söz ediyor ama asıl bir sayfa sonra "Zaman zaman kendimi yapmaktan alıkoyamadığım aşırılıkları düşündüğüm zaman şöyle bir liste aklıma geliyor: Hiç yalan söylememek (Yalan söylememeyi aşırılık sayan bir hocaya ne denebilir?) ...... hiç et yememek... (Daha bir sayfa önce kızının et yememesini aşırılık saymıyordu oysa, kızına torpil geçiyor herhalde ya da kızcı bir hoca ile karşı karşıyayız)    
           Sy 111- "Bir felsefe öğretmeni olduğu için, insan psikolojisini çok iyi bilen.." annesinden bahsediyor, bütün anneler güzeldir ve pek çok şeyden anlarlar ama felsefe ile psikoloji arasında zorlama yapmamak lazım derim ben!
           Sy 119- "Aşırılığın Azı Karar Çoğu Zarardır" Mektup ya da bölüm başlığı. Aşırılığın azı çoğu mu olur, aşırılık aşırılıktır! 
           Sy 127- "O zamanlar bir saat evin içinde koşardım." Koşu bandı ile herhalde!
           Sy 130- "Zaman zaman sizi koyduğumuz kuralların sıkıcı havasıyla boğdum mu? Sonuca, yani sizin kişiliklerinize baktığımda bu sorunun yanıtını 'hayır' diye vermek olanaklı." Ne yani kızlar boğulmadı ise iyi mi?  Kişiliği sadece anne-babanın koyduğu kurallar mı belirliyor?     
           Sy 136- "Şu anda anlayabildiğim kadarıyla, ikiniz de yepyeni yetenekler ve bilgilerle donatılmış birer genç olarak yurda dönmek ve yaşamınızın geri kalan kısmını Türkiye'ye, sizi yetiştiren ülkeye katkıda bulunarak geçirmek kararındasınız. Hemen, bu kararınıza büyük saygı duyduğumu ve size kavuşacağımız için çok sevinçli olduğumu da belirtmeliyim" diyor hoca. Ne dediğimiz kadar karşı tarafın da ne anladığı önemli. Bu anlamada da dil çok önemli. Türkiye'de "bu kararınıza saygı duyuyorum" diye girerse söze bir insan, aslında istemediği ama kabul ettiği anlamı çıkar. Ama Hocamız istiyor kızlarının ülkeye dönmesini. “Saygı duyuyorum”un yanlış kullanımı. Herhalde sizin bu kararınızdan sonra size saygım arttı demek istiyor.
          Sy 158- "Şimdi açıkça itiraf etmeliyim ki, sizler de olağanüstü çocuklardınız." Alın bir yanlış anlatım daha. Bir babanın çocuklarının olağanüstü olduklarını 'itiraf etmesi' çok acıklı bir şey.. 
          Sy 162- Kızlarına "...sevgi insanı yücelten, güzelleştiren, mutlu kılan bir duygudur" diyen baba, "insanları seveceksiniz: Ama karşılıksız seveceksiniz" diye yazdıktan sonra "Çünkü insanoğlu çiğ süt emmiştir. Çünkü insanoğlu vefasızdır. Çünkü siz insanları severken, onlar size her türlü kötülüğü ve kalleşliği yapacak. Çünkü sevginize aynıyla karşılık beklerseniz mutlaka düş kırıklığıyla karşılaşacaksınız: Hem de hemen bugün, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün, ama bir gün mutlaka, hem de çok yakında"" diye yazabilecek kadar kötümser. Bu kadar kötümserliğin yanında sevgi nasıl kalır, şaşılacak şey!
          Sy 175- "Fiziksel gücüme güvendiğim için, arkadaşlarla kavga etmiyor, tersine bütün anlaşmazlıklarda özenle kavgadan kaçınıyordum." Fiziksel gücüne güvenip de kavgadan kaçmak, hem hayvan sever olup hem kasap olmaya benziyor!
          Sy 179- "Üniversite'den istifaya zorlandığımda da, en yakın arkadaşım, çıkarlarını zedelediğim için bana gazetesinde en ağır hakaretleri ettirdiğinde de, sabah yürüyüşleri ile bu sorunları aştım, bana kötülük yapanları bağışladım." Ama bağışlamamışsınız, hala yazdığınıza göre hocam. Daha ne yapacaktınız?
          Sy 181- "Mutluluk harekette, eylemde, devinimde gizlidir" Mutluluğun durağanlıkta olduğu da iddia edilebilir. Keşke bence yazsaymış.. "Ayrıca zihinsel ve bedensel hareketliliğe sahip olan insan, hem evrenin gizini çözmüş, hem de kendisinin mutluluğunu yakalamış insandır" demesi tamamen doğru olsaydı, yürürken düşünen her insan mutlu olurdu!
          Sy 185- "Bugün size doruğa çıkmanın keyfi, orada durmaktan daha büyüktür diyeceğim dünya güzeli kızlarım benim" diyor Emre hoca. Doruğa çıkmanın keyfi değil, doruğa çıkarken alınan keyif diyecekti herhalde, aksi halde kurmak değil işletmek önemlidir sözüne ters bir durum çıkıyor ortaya.
         Sy 192- Aslında size, yaşamın tadını çıkarmayı, bu çirkin dünyadaki güzellikleri biraz daha bilinçli yaşamayı öneriyorum yukarıdaki satırlarla" Çirkin dünyanın güzellikleri bana çelişki gibi geldi yine. Çirkinliğin güzelliği mazoşistlere tat verir.
         Sy 197- "Annenizin ne düşündüğünü bilemem ama ben, sizin artık evden uçup gitmiş olduğunuz dönemde yazdığım bu mektupta, keşke onları daha fazla dinleyebilseydim, diyorum."  Neden eşinizin böyle hayati bir konuda ne düşündüğünü bilmiyorsunuz hocam, bilmelisiniz. Amerika'daki biriyle chatleşen ama yan komşudan haberi olmayan gençler gibisiniz vallahi!  Sadece maço erkekler karılarının ne düşündüğünü bilemez!  Karısıyla etkili iletişim kuramayan kızlarıyla asla kuramaz.
         Sy 197- "Benimle paylaştığınız olayları ve sorunları da bir baba gibi eleştirel gözle değil, bir arkadaş gib onaylayan ve duygusal destek veren bir tutum ve davranış içinde dinlemeye kararlıyım"  Ne babalar gördüm arkadaş gibiydi, ne arkadaşlar gördüm eleştireldi!  Böyle bir ayrım yapılabilir mi? Bilim adamı demek biraz da kalıpların dışına çıkan değil mi?
         Sy 230- "Kelebek gibi bir insanı tanımanın ve onu yaşamanın, ya da kelebek gibi bir ilişkiye sahip olmanın sırrı, ancak güçlü olabilmekten geçiyor". Doğru bile olsa gücü bu kadar güçlendirmek ve güce tapmak yanlış!
         Sy 234- "Kelebekleri canlı sevdiği için, kelebek koleksiyoncusu olamayan, ama ikiz kelebekleriyle yaşadığı için, koleksiyonculardan çok daha zengin olan babanız" O zaman daha önce yaprak biriktirerek çevreciliğe ilk adımını attığını söyleyen Emre hocamız, o zaman caniliğe mi başlamış oluyor. Kelebek can da yaprak patlıcan mı!


        Sonsöz: 


Emre Kongar'ın bu kitabını bazılarının "mektup yazmak entellektüel moda" diye karşılamalarına karşıyım. Gerçekten yukarıda bence yanlış ya da eksik veya çelişkili cümlelerden kat kat fazla yaşam öğütleri içeren "Kızlarıma Mektuplar"da yaşamdan satırbaşlarını verirken hocamız keşke daha çok bence, bana göre demiş olsa, genellemelerden kaçınsaydı. Acaba diye geliyor aklına insanın,  Emre Kongar, Fakir Baykurt'un Tırpan romanında Uluğuş Nine'yi idealize etmesi gibi kızlarını mükemmel göstererek romanda gösterilen devrimci tavrı mı sürdürmüş? Okuyun ve kararı siz verin.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder