26 Eylül 2012 Çarşamba

SADDAM'IN AKBULUT'UN ÖNÜNDE EĞİLMESİ...


                                                           (Fotoğraf: S.Boyoğlu)
                    
                    CANER GÖREN, SADDAM’IN AKBULUT’UN ÖNÜNDE
                    EĞİLMESİ FOTOĞRAFI’NIN HİKÂYESİNİ ANLATTI…

Süleyman Boyoğlu

      Anadolu Ajansı eski duayen foto muhabirlerinden Caner Gören, 1990 yılında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlarından Yıldırım Akbulut’un Bağdat’ı ziyaretini izlemekle görevlendirilir.
      Caner’in burada çektiği Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin fotoğrafı, hem seyahat sonunda hem de daha sonraki yıllarda iki ülke arasında bir “fotoğraf krizi”nin yaşanmasına neden olur. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyarete gelen Caner Gören, 1990 yılında krize sebep olan bu fotoğrafı çekme öyküsünü şöyle anlattı:
       “1990 yılında dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut’un Bağdat’a yapacağı ziyareti izlemekle görevlendirildim. Seyahat rutin geçiyordu. O dönem korkulu bir diktatör olan Saddam Hüseyin ile bir görüşme programda görünmüyordu. Ancak, iki ülke arasında o dönem en büyük sorun olan su meselesi ve diğer konular nedeniyle görüşmenin olabileceğini tahmin ediyorduk.
         Güvenlik nedeniyle Saddam Hüseyin’in 18 adet sarayından hangisinde kaldığı ve ne zaman nerede olacağı asla bilinmiyordu. Fakat devlet başkanı Saddam Hüseyin ile bir görüşme olmazsa seyahatin başarısız olacağı çokça dillendiriliyordu.
          Ziyaretimizin üçüncü gününde TRT kameramanı Uğur Yıldırım ile AA foto muhabiri olan bana ayrıntı verilmeden konvoydaki araçlardan çıkarıldık. Ve önde başbakan ve bakanların da bulunduğu araçlara alındık. Heyetteki diğer gazetecilere bu ayrıcalık tanınmadı…
           Ben bir araca, Uğur Yıldırım başka bir araca alındık. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra bir sarayın kapıları açıldı, hiç durmadan içeri alındık. Sonradan Erman Toroğlu’nun programında ‘oynatalım Uğurcuğum’ dediği Uğur Yıldırım ile ben ayrılarak ayrı salonlara alındık. Çok detaylı bir aramadan geçirildikten sonra kamera, fotoğraf makinesi ve flaşlarımız ikinci kez kontrol edildi, hatta bomba uzmanı köpeklere bile alet edevatımız koklatıldı.
            Ben o an ‘Uğur Saddam’ı göreceğiz’ dedim. Uğur da ‘Abi haklısın galiba’ dedi. Çok geçmeden askeri kıyafetli ve elinde sıradan bir kamera olan bir görevli ortaya çıktı. Saddam’ı göreceğim inancı daha da güçlendi. Rütbesini anlayamadığım bir subay, üçümüzü alarak sarayın koridorlarından yürüterek oldukça şık döşenmiş salona soktu.
             Biz Uğur’la birkaç dakika ne olacağını, neler yaşanacağını kestiremeden ayakta bekledik. Bu arada, salonun bir köşesinde paravanın arkasından çok şiddetli boğaz ve burun temizleme sesleri duymaya başladık. Uğur tepki gösterdi; ‘kim bu görgüsüz’ ya da buna benzer bir söz etti. Bir dakika geçmeden Saddam Hüseyin paravanın arkasından gözüktü.
   
                        "SADDAM'LA SELAMLAŞTIK..."

             Gri ve sivil bir takım elbise üzerinde olan Saddam Hüseyin konuğunu karşılama pozisyonu almak üzere kırmızı halının kenarında durdu. Bir ara Saddam’la göz göre geldiğimizde ben başımı hafif öne eğerek ‘baş selamı’ verdim. Saddam anında başını benim gibi eğerek karşılık verdi. Sonra Saddam’ın tam karşısındaki kapı açıldı, omuzu bol kordonlu emir subayı tipli bir kişi belirdi ve gür bir sesle Arapça olarak; ‘Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ diye seslendi. Saddam kabul anlamında başını ‘buyursun’ anlamında tekrar eğdi. Ve en önde başbakan Akbulut olmak üzere Türk heyeti teker teker salona girdi. Biz Uğur’la her anı görüntülüyorduk. Zaten erken içeri alınmamızın sebebi tokalaşmaları çekmemizdi.
              O dönem 36 karelik film dönemiydi. Ben o nedenle makinemdeki 15 karelik filmi çıkarıp 36’lık yeni film takmıştım. Flaşım da doluydu. Protokol gereği iki lider birlikte birbirlerine yer göstererek oturmaları gerekirken, heyetin tamamı tokalaşmadan başbakan Akbulut, boş bulunup oturdu. Başbakan oturunca Saddam Hüseyin ayakta kaldı.
             Oturan başbakan, ayakta kalan ise devlet başkanıydı. Irak protokol görevlileri karşılama gereği halının ucunda olan ve oturma koltuğuna uzak olan Saddam Hüseyin’e oturması için koltuğu uzattılar. Saddam Hüseyin oturmaya çalışırken, ben de anında açımı değiştirerek, fotoğraf çekmeye devam ettim. Ve Akbulut oturuyor, Saddam Hüseyin eğiliyor şeklinde bir kareyi aldığımdan emin olarak ‘işte aradığım kare bu’ diyerek gizli bir sevinç yaşadım.
             Bir iki dakika sonra Uğur’la beni dışarı çıkardılar. İçerde resmi görüşmeye geçtiler. Biz yine resmi heyetle çıkacağımız için iki saat kadar daha içerde bekletildik. O esnada ben çektiğim fotoğraf karelerinin başına bir iş gelebileceği endişesini taşımaya başladım. ‘Filmi biz yıkayalım size verelim’ diyebilirlerdi. O zaman bu kareyi fark edip, el koyabilirlerdi.
             Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Hatta bize çay kahve, kuru pasta gibi şeyler ettiler. Böyle olunca biraz rahatladım. Biz Uğurcuğum ile iki saate yakın ‘geyik’ yaptık…. 
             Sonra heyet çıktı, biz de heyete dahil olarak otelimize geri döndük.
             O zamanki sisteme göre yanımda getirdiğim film banyoları ile filmi yıkadım. İstediğim kareyi telefoto makinesine koydum, Anadolu Ajansı’nın genel müdürlüğünün bulunduğu Ankara’yı aradım ve fotoğrafı renkli olduğu için üç kalıp da ve 21 dakikada geçtim. Fotoğrafı geçtikten sonra üzerimde büyük bir yükün kalktığını hissettim. Resmen yerde yürümüyor gibiydim; kendimi havada hissetmeye başladım. O rahatlıkla diğer sıradan fotoğrafları da ‘tokalaşma, oturma, resmi görüşme vb’ laf olsun diye geçtim.
             Gazetelere girecek olan karenin ‘eğilme’ karesi olacağına emindim. Düşündüğüm ertesi gün gerçekleşti. Hemen hemen bütün gazetelerde, logolarının üzerinde  ‘eğilme’ fotoğrafını gördüm. Henüz Bağdat’taydık, iki duyguyu birden yaşamaya başladım; ‘Acaba Saddam Hüseyin ve adamları ne yaparlar!’
                        
                        "IRAKLI BAKAN KÖPÜRDÜ..."

              Enformasyon bakanları Casim’i elinde Türkiye’den fakslanan gazetelerin birinci sayfaları ile otele geldiğini gördüm. Casim çok hiddetliydi. Lobide Enerji Bakanı Işın Çelebi’ye ‘Bu nasıl olur, bunu nasıl basarsınız?’ şeklinde bir şeyler söylüyordu. Sayın Çelebi de ‘Türkiye’de basın hürdür, Türkiye’de ne basacaklarına, ne yazacaklarına karışamayız’ mealinde yanıtlar veriyordu. Ancak Irak Enformasyon Bakanı Casim, o dönem adeta kendisin ‘yarı tanrı’ gibi gören Saddam Hüseyin’in Akbulut karşısında eğiliyor gibi gösteren bu fotoğrafa çok kızmıştı.
              İki saat sonra Türkiye’ye dönüş için hazırlık yapılıyordu. Bazı görevliler yanıma gelerek, ‘heyette ayrılmamamı, otelde çıkmamamı ve yalnız dolaşmamamı’ söylediler. Başbakan ve bakanların yanında beni alamazlardı, buna emindim, ama yine de söylediklerini dikkate aldım. Cebimde kalan 30-40 Irak dinarını harcamayı düşünüyordum, bu gelişmeden dolayı vazgeçtim. Daha sonra Türk görevliler erkenden uçağa aldılar. Uçağa girince rahatladım; çünkü uçak Türkiye’nin toprağı sayılır. Bir saate yakın uçağın içinde yalnız başıma bekledim. Heyet geldi, uçak yerden tekerlerini kesince içimden derin bir oh çektim…
           Daha sonra Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Yıldırım Akbulut, Irak’la ilgili bir konu geçtiğinde defalarca ‘fotoğraf krizine’ değinerek; ‘O fotoğrafı sorun yaptılar’ dediklerini sıkça duydum… Hatta bir keresinde Özal, yine aynı konuda ‘Bence o fotoğrafı çeken adam Türkiye’de bile kendine dikkat etsin’ dediğinde gazeteci Hulki Cevizoğlu beni göstererek; ‘İşte Cumhurbaşkanım o fotoğrafı çeken arkadaş bu’ dedi...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder