(Fotoğraf: S.Boyoğlu)
CANER GÖREN, SADDAM’IN AKBULUT’UN ÖNÜNDE
EĞİLMESİ FOTOĞRAFI’NIN HİKÂYESİNİ ANLATTI…
Süleyman Boyoğlu
Anadolu Ajansı
eski duayen foto muhabirlerinden Caner Gören, 1990 yılında Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanlarından Yıldırım Akbulut’un Bağdat’ı ziyaretini izlemekle
görevlendirilir.
Caner’in burada
çektiği Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin fotoğrafı, hem seyahat sonunda hem
de daha sonraki yıllarda iki ülke arasında bir “fotoğraf krizi”nin yaşanmasına
neden olur. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyarete gelen Caner Gören, 1990
yılında krize sebep olan bu fotoğrafı çekme öyküsünü şöyle anlattı:
“1990 yılında
dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut’un Bağdat’a yapacağı ziyareti izlemekle
görevlendirildim. Seyahat rutin geçiyordu. O dönem korkulu bir diktatör olan
Saddam Hüseyin ile bir görüşme programda görünmüyordu. Ancak, iki ülke arasında
o dönem en büyük sorun olan su meselesi ve diğer konular nedeniyle görüşmenin
olabileceğini tahmin ediyorduk.
Güvenlik nedeniyle Saddam Hüseyin’in 18
adet sarayından hangisinde kaldığı ve ne zaman nerede olacağı asla
bilinmiyordu. Fakat devlet başkanı Saddam Hüseyin ile bir görüşme olmazsa
seyahatin başarısız olacağı çokça dillendiriliyordu.
Ziyaretimizin
üçüncü gününde TRT kameramanı Uğur Yıldırım ile AA foto muhabiri olan bana
ayrıntı verilmeden konvoydaki araçlardan çıkarıldık. Ve önde başbakan ve
bakanların da bulunduğu araçlara alındık. Heyetteki diğer gazetecilere bu
ayrıcalık tanınmadı…
Ben bir araca, Uğur Yıldırım başka bir
araca alındık. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra bir sarayın kapıları açıldı,
hiç durmadan içeri alındık. Sonradan Erman Toroğlu’nun programında ‘oynatalım
Uğurcuğum’ dediği Uğur Yıldırım ile ben ayrılarak ayrı salonlara alındık. Çok
detaylı bir aramadan geçirildikten sonra kamera, fotoğraf makinesi ve
flaşlarımız ikinci kez kontrol edildi, hatta bomba uzmanı köpeklere bile alet
edevatımız koklatıldı.
Ben o an
‘Uğur Saddam’ı göreceğiz’ dedim. Uğur da ‘Abi haklısın galiba’ dedi. Çok
geçmeden askeri kıyafetli ve elinde sıradan bir kamera olan bir görevli ortaya
çıktı. Saddam’ı göreceğim inancı daha da güçlendi. Rütbesini anlayamadığım bir
subay, üçümüzü alarak sarayın koridorlarından yürüterek oldukça şık döşenmiş
salona soktu.
Biz
Uğur’la birkaç dakika ne olacağını, neler yaşanacağını kestiremeden ayakta
bekledik. Bu arada, salonun bir köşesinde paravanın arkasından çok şiddetli
boğaz ve burun temizleme sesleri duymaya başladık. Uğur tepki gösterdi; ‘kim bu
görgüsüz’ ya da buna benzer bir söz etti. Bir dakika geçmeden Saddam Hüseyin
paravanın arkasından gözüktü.
"SADDAM'LA SELAMLAŞTIK..."
"SADDAM'LA SELAMLAŞTIK..."
Gri ve
sivil bir takım elbise üzerinde olan Saddam Hüseyin konuğunu karşılama
pozisyonu almak üzere kırmızı halının kenarında durdu. Bir ara Saddam’la göz
göre geldiğimizde ben başımı hafif öne eğerek ‘baş selamı’ verdim. Saddam
anında başını benim gibi eğerek karşılık verdi. Sonra Saddam’ın tam
karşısındaki kapı açıldı, omuzu bol kordonlu emir subayı tipli bir kişi belirdi
ve gür bir sesle Arapça olarak; ‘Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ diye seslendi.
Saddam kabul anlamında başını ‘buyursun’ anlamında tekrar eğdi. Ve en önde
başbakan Akbulut olmak üzere Türk heyeti teker teker salona girdi. Biz Uğur’la
her anı görüntülüyorduk. Zaten erken içeri alınmamızın sebebi tokalaşmaları
çekmemizdi.
O dönem
36 karelik film dönemiydi. Ben o nedenle makinemdeki 15 karelik filmi çıkarıp
36’lık yeni film takmıştım. Flaşım da doluydu. Protokol gereği iki lider
birlikte birbirlerine yer göstererek oturmaları gerekirken, heyetin tamamı
tokalaşmadan başbakan Akbulut, boş bulunup oturdu. Başbakan oturunca Saddam
Hüseyin ayakta kaldı.
Oturan
başbakan, ayakta kalan ise devlet başkanıydı. Irak protokol görevlileri
karşılama gereği halının ucunda olan ve oturma koltuğuna uzak olan Saddam
Hüseyin’e oturması için koltuğu uzattılar. Saddam Hüseyin oturmaya çalışırken,
ben de anında açımı değiştirerek, fotoğraf çekmeye devam ettim. Ve Akbulut
oturuyor, Saddam Hüseyin eğiliyor şeklinde bir kareyi aldığımdan emin olarak
‘işte aradığım kare bu’ diyerek gizli bir sevinç yaşadım.
Bir iki
dakika sonra Uğur’la beni dışarı çıkardılar. İçerde resmi görüşmeye geçtiler. Biz
yine resmi heyetle çıkacağımız için iki saat kadar daha içerde bekletildik. O
esnada ben çektiğim fotoğraf karelerinin başına bir iş gelebileceği endişesini
taşımaya başladım. ‘Filmi biz yıkayalım size verelim’ diyebilirlerdi. O zaman
bu kareyi fark edip, el koyabilirlerdi.
Neyse ki
korktuğum başıma gelmedi. Hatta bize çay kahve, kuru pasta gibi şeyler ettiler.
Böyle olunca biraz rahatladım. Biz Uğurcuğum ile iki saate yakın ‘geyik’
yaptık….
Sonra heyet çıktı, biz de heyete dahil olarak otelimize geri döndük.
Sonra heyet çıktı, biz de heyete dahil olarak otelimize geri döndük.
O zamanki
sisteme göre yanımda getirdiğim film banyoları ile filmi yıkadım. İstediğim
kareyi telefoto makinesine koydum, Anadolu Ajansı’nın genel müdürlüğünün
bulunduğu Ankara’yı aradım ve fotoğrafı renkli olduğu için üç kalıp da ve 21
dakikada geçtim. Fotoğrafı geçtikten sonra üzerimde büyük bir yükün kalktığını
hissettim. Resmen yerde yürümüyor gibiydim; kendimi havada hissetmeye başladım.
O rahatlıkla diğer sıradan fotoğrafları da ‘tokalaşma, oturma, resmi görüşme
vb’ laf olsun diye geçtim.
Gazetelere girecek olan karenin ‘eğilme’ karesi olacağına emindim.
Düşündüğüm ertesi gün gerçekleşti. Hemen hemen bütün gazetelerde, logolarının
üzerinde ‘eğilme’ fotoğrafını gördüm.
Henüz Bağdat’taydık, iki duyguyu birden yaşamaya başladım; ‘Acaba Saddam
Hüseyin ve adamları ne yaparlar!’
"IRAKLI BAKAN KÖPÜRDÜ..."
"IRAKLI BAKAN KÖPÜRDÜ..."
Enformasyon bakanları Casim’i elinde Türkiye’den fakslanan gazetelerin
birinci sayfaları ile otele geldiğini gördüm. Casim çok hiddetliydi. Lobide
Enerji Bakanı Işın Çelebi’ye ‘Bu nasıl olur, bunu nasıl basarsınız?’ şeklinde
bir şeyler söylüyordu. Sayın Çelebi de ‘Türkiye’de basın hürdür, Türkiye’de ne
basacaklarına, ne yazacaklarına karışamayız’ mealinde yanıtlar veriyordu. Ancak
Irak Enformasyon Bakanı Casim, o dönem adeta kendisin ‘yarı tanrı’ gibi gören
Saddam Hüseyin’in Akbulut karşısında eğiliyor gibi gösteren bu fotoğrafa çok
kızmıştı.
İki saat
sonra Türkiye’ye dönüş için hazırlık yapılıyordu. Bazı görevliler yanıma
gelerek, ‘heyette ayrılmamamı, otelde çıkmamamı ve yalnız dolaşmamamı’
söylediler. Başbakan ve bakanların yanında beni alamazlardı, buna emindim, ama
yine de söylediklerini dikkate aldım. Cebimde kalan 30-40 Irak dinarını
harcamayı düşünüyordum, bu gelişmeden dolayı vazgeçtim. Daha sonra Türk
görevliler erkenden uçağa aldılar. Uçağa girince rahatladım; çünkü uçak
Türkiye’nin toprağı sayılır. Bir saate yakın uçağın içinde yalnız başıma
bekledim. Heyet geldi, uçak yerden tekerlerini kesince içimden derin bir oh
çektim…
Daha sonra
Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Yıldırım Akbulut, Irak’la ilgili bir konu
geçtiğinde defalarca ‘fotoğraf krizine’ değinerek; ‘O fotoğrafı sorun yaptılar’
dediklerini sıkça duydum… Hatta bir keresinde Özal, yine aynı konuda ‘Bence o
fotoğrafı çeken adam Türkiye’de bile kendine dikkat etsin’ dediğinde gazeteci
Hulki Cevizoğlu beni göstererek; ‘İşte Cumhurbaşkanım o fotoğrafı çeken arkadaş
bu’ dedi...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder