Bu Pazar
Kartal’da engelli arabasıyla (1 Eylül Cumartesi günü) kuzeninin nikâhına
giderken, kapısı açık bir minibüsün çarpmasıyla yere düşen ve ayak bileğinde iki
kırıkla kazayı ucuz atlatan akrabam Hakan Boyoğlu’nu Rahmanlar’daki evinde ziyarete
gittim.
Trafik kazası geçiren Hakan Boyoğlu
Kartal’a gitmek
için evden yine öğleden sonra ayrıldım. Metrobüsle Uzunçayır durağına kadar
gittim. Burada Rahmanlar’dan geçen ve Kartal’a giden 21/A İETT otobüsüne
bindim. Hakan’ların benim daha önce gittiğim adresteki daireden başka bir yere
taşındıklarını öğrenmiştim, ama yeni evlerine hiç gitmemiştim.
Otobüsten
indikten sonra cep telefonuyla bir süre önce kalp krizi geçirerek Koşuyolu Kalp
Hastanesi’ne kaldırılan ve birkaç gün önce taburcu edilen Hakan’ın babasını (Mahmut) aradım. Oturdukları sokağı ve binayı tarif etti. Rahmanlar’da geçtiğim sokaklar
çok ferahtı. Binalar insanların üstüne üstüne gelmiyordu.
El emeği göz nuru işi satıcı tezgahları...
Apartmana
yaklaştığımda babası pencereden bana el salladı. Apartmanın kapısından içeri
girip asansöre yöneldiğimde, yıllar öncesine gittim. Sanırım bir bayramdı, ailece
Hakan’ları ziyarete gitmiştik. Asansöre bindik, daha bir kat çıkmadan dört
kişilik aile arızalanan asansörün içinde kaldık. O zaman çok küçük olan
kızlarım çok korkmuşlardı, bugün o kötü anımızı anımsadım. Aradan çok yıllar
geçtiği için korku hissetmeden asansöre bindim; dördüncü katın düğmesine
bastım…
Kartal sahili ve çocuklar...
Daireye
girdiğimde benden başka ziyaretçileri yoktu; Hakan’la bolca sohbet ettik. Hakan
kaza sonrası olayın şokundan olsa gerek minibüs şoförüne bir şeyinin olmadığını
söylüyor, minibüs şoförü de gaza basıp gidiyor. Bir müddet sonra şiddetli ağrı
hissedince çevredeki vatandaşlar tarafından Hakan yakın olan devlet hastanesine
kaldırılıyor. Polis ifadesinde de minibüs şoförüne bir zarar gelmemesi için:
- Ben ters
yoldan ilerliyordum, minibüsün açık kapısı bana çarptı!, diye ifade veriyor.
Hakan koyu bir
Fenerbahçeli… Fenerbahçe’de top koşturmuş bütün ünlü futbolcuların hemen
hepsiyle fotoğrafları var. Takımının İstanbul’daki hiçbir maçını kaçırmaz.
Unutuyordum, sadece Hakan fanatik değil annesi (Meliha)-babası da öyle; ailece
Fenerliler… Annesi de Fener’in hiçbir maçını Hakan’a eşlik ettiği için
kaçırmaz…
Kayalıklar ve açıkta demir atan gemiler...
Kendimin de
eski bir Fenerbahçeli olduğumu söyleyince üzüldüler… İknaya çalıştılar, ama
başaramadılar. Çaylarımızı içerken, Hakan’ın ünlü Fenerbahçeli futbolcularla çektirdiği
fotoğrafları birlikte gözden geçirdik. Sonra annesine (Meliha) pozlar verdik. Ben de onların fotoğrafını çekiyordum ki, kapı zili çaldı. İlk
konukları Hakan’ın iki teyzesi ve kızları idi. İkinci zilin ardından gelenler
ise halası, kocası ve çocuklarıydı. Onların ardından büyük teyzesinin kızı ve
kocası kapıdan içeri girdi. Kalkıp gitmeye yeltendim, “Olmaz… Daha yeni
geldin…” deyip oturttular. Oysa yeni değildi, bir saatten fazla olmuştu. Derken
kapı zili bir daha çaldı, bu kez kapıdan içeri girenlerin hiç birini
tanımıyordum; “Hadi bana eyvallah” deyip, Hakan’la ve ailesiyle vedalaşıp apartmandan
çıktım.
Ara sokaklardan
yürüyerek Toprak Yol’a vardım. Toprak Yol’dan Kartal Meydanı’na doğru yürüdüm.
Tren alt geçidinin altından meydana çıktım. Hemşerilerin ve akrabaların bol
olduğu Kartal’da hiç kimseye rastlamadım. Birkaç tur attım. Ortaköy, Kadıköy,
Bakırköy’de olduğu gibi meydanda çoğunluk kadınlardan oluşan insanlar, el işi
göz nuru bir şeyler satıyorlardı. Meydanı biraz bakımsız buldum. Sonra sahile
yöneldim.
Sahilde bir
ara denize değil de 1980’li yıllara dalıp gittim. İki yıl kadar hem acı, hem
hüzün, hem de mutluluk yaşadığım Rahmanlar’daki bir diğer akrabamın evinde
geçirdiğim günler bir film şeridi gibi gözümün önünde akıp gitti… Sanki o
yaşadıklarım bir rüyaydı ve de hiç yaşanmamıştı. Filmlerde öğle değil miydi? Bazılarının
senaryosu iyi yazılıyor, bazılarının kötü… Filmlerin çoğunda iyiler
kazanıyordu, ama gerçek hayatta bizim ülkemizde iyilerin kazandığına hiç şahit
olmadım, olan varsa bana da anlatsın…
Neyzen Tevfik heykelindeki yazıyı okuyan bir adam...
Rüyadan erken
çıktım; çay bahçelerinin arasından geçtim. İkinci alt geçitten geçtim. Neyzen Tevfik’in heykeli ile bir kez daha (birkaç
ay önce bir akşam heykelin fotoğrafını çekmiştim) karşılaştım. Bir adam
heykelin altında yazan yazıyı okuyordu, dikkatimi çekti; deklanşöre bir kez daha
dokundum. Durağa geçtim, yine homurtulu bir şekilde Kartal-Kadıköy hattında
çalışan eski bir otobüse bindim. Camdan sağa sola bakındım; hemen hemen bütün
ilçelerde yükselen gökdelenlere rastlamadım. Belki de göremedim, ancak bu durum
beni sevindirdi.
(Yazı ve
Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder