Bugün, İstanbul Şişli-Osmanbey’de alçakça bir saldırı sonucu 17 Ocak 2007 tarihinde öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 15. ölüm yıl dönümü…
Hrant Dink öldürüldüğünde Babıâli’de aktif gazetecilik
yapıyordum. Dink’in silahlı saldırı sonucu hayatını kaybettiğini duyunca elim
tutmaz, gözüm görmez oldu. Bu alçakça saldırıya inanamadım diyemiyeceğim; çünkü
bu topraklarda bu tür saldırıları, yok etmeleri çokça duyduk, çokça da yaşadık.
Koçgiri mi diyeyim, Dersim mi diyeyim, Maraş mı, Sivas mı,
Madımak mı, Roboski mi? Hangisini söyleyeyim, hangisini yazayım. Hani bir şarkının sözlerinde vurgulanır ya “Hep bana bana mı düşer usta”; bu acılar, bu
hüzünler, bu katliamlar da hep bize bize mi düşer usta!
Şimdi bu acıları bir tarafa bırakıyorum; biraz ülkemde yaşanan
güzellikleri de anlatmak istiyorum. Gazetecilik okulunu kazanmadan önce
“Boyacının Aşkı” olan bir fabrikanın muhasebe servisinde çalışıyordum;
çocukluğumda da yaz tatillerinde hem okul harçlığımı çıkarmak, hem de çalışma
hayatının ne demek olduğunu öğrenmek için bu firmada işçilik yapıyordum.
“Boyacının Aşkı”nda kimler mi çalışıyordu… İnanmayacaksınız
ama her ırktan, her dinden insanlar çalışıyordu. Size sayayım; Rum’u,
Ermeni’si, Fransız’ı, Bulgar’ı, Arap’ı, Süryani’si, Kürt’ü, Laz’ı, Gürcüsü’sü, Türk’ü,
Alevisi, Sünnisi kısacası Hristiyan’ı, Müslüman’ı hepsi bir arada, lafta değil,
gerçek olarak kardeşçe ve dostça çalışıyordu.
Hangisinden başlasam anlatmaya… Bulgar Vasil Usta’dan mı?
Fransız müdür Bay Viço’dan mı? Muhasebe müdürümüz Bay Ligor'dan mı? Ustabaşı Serkis Usta’dan mı? Gürcü işçiler;
Hakkı ya da Çomo Hüseyin’den mi? Yoksa Süryani Hanna, Corc’dan mı? Şoför
Yani’den, Yoksa Yahudi Bay Stefo’dan, Bay Andon'dan mı? Dahası var; Yüzbaşı Çetin, Kör Fiko, Felek'i, Ayı
Cemal’i de saysam, isimler uzayıp gider…
Patronumuz Bay Yorgo’yu unutuyordum. İşçiler arasında adı
“Çorbacı”ydı. Hani o aşçı gibi bildiğimiz çorbacılardan değildi. Binbir emekle
sahip olduğu fabrikada herkese eşit mesafede duran ve koruyan bir patrondan
bahsediyorum.
İşçilerinden birisine bir şey olduğunda, sağlığı
bozulduğunda İstanbul’u avucunun içi gibi bilen Seven Abla’yı görevlendirmesi
ise ayrı bir konu…
13 yaşında ortaokul birinci sınıf öğrencisi iken yaz
tatilinde babamın da çalıştığı bu fabrikaya işçi olmak için başvurdum. Sağlık
raporu, ikametgah kağıdı ve nüfus cüzdanımla fabrikanın kapısında işe alımlarla
ilgilenen Necdet Bey’i beklemeye başladım. Benimle birlikte yine ortaokulda
okuyan iki öğrenci daha bekliyordu. Birisinin adı Doğan da ötekini
hatırlayamadım. Necdet Bey, aklımda kaldığı kadarıyla saat:11.oo sıralarında
geldi. Evraklarımızı verdik, hemen soyunup çalışabileceğimiz söylendi. Üçümüz
de plastik boya imalatı bölümünde Dersim’li Ali Usta’nın yanında iş başı
yaptık. Fabrikanın en küçük elemanı bendim…
Fabrikada bütün bölümlerin sorumlusu da Serkis Usta idi.
Serkis Usta “Alkid” bölümünün yanında bütün bölümlerin ustası yani
“ustabaşısı”ydı. Her işten anlayan Serkis Usta, ya o yılın sonunda ya da bir
yıl sonra Avusturalya’ya gitti; yerine babam ustabaşı olarak getirildi. Artık ben
her yıl her yaz tatilinde “Boyacının Aşkı”nın bir elemanıydım. Irk, din, mezhep
ayrımının yapıldığını hiç duymadığım bu yerde, dünyanın en güzel espri ve
şakalarının, konuşmalarının yapıldığına çokça şahit oldum ve bu espriler hâlâ
belleğimde…
1975 yılında üniversite sınavlarından iyi bir puan aldım
ancak, liseden dört dersten beklemeli olduğum için bir yere kayıt yaptıramadım.
Babam değil de bir akrabamız (İlyas Dayı) şirketin genel müdürü Mustafa
Güvenli’ye benim durumumu anlatınca, Güvenli ertesi gün beni kabul etti ve
ticaret lisesinden olduğum için muhasebe servisinde iş başı yaptırdı.
Bir yıl sonra gazetecilik okulunu kazandım. İşi
bırakacaktım, o nedenle okulun gündüz bölümüne kayıt yaptırdım. Şirketin planlama
servisinde çalışan Tuğrul Bal, bizim okulun üçüncü sınıfında okuyordu, işi
bırakmamı tembihledi; öğleden sonra iki saat erken çıkıyor, 17.oo’de başlayan
akşam bölümü derslerine giriyordum.
Konuyu biraz dağıttım… Bu “Boyacının Aşkı” ki çocukluğumda
şahit olduğum büyük “15-16 Haziran işçi eylemleri” dahil, 1 Mayıs kutlamaları, CHP
lideri Bülent Ecevit’in Taksim Miting’i, işyerinde örgütlü DİSK’e bağlı, benim
de üye olduğum Pektim-İş Sendikası’na, temsilcilerine gösterdiği hoşgörüyü
unutmam mümkün değil…
Hele de babamın can dostu Serkis Usta'nın,
Avusturalya’dan babama gönderdiği “Sevgili Mahmut kardeşim” diye hitap eden
mektubunu, Avusturalya'dan ülke özlemine dayanamayıp dönüp geldikten sonra Malatya’da birlikte faaliyete geçirdikleri kardeş boya fabrikasında
yaşadıkları dostluklarını, ayak başparmağımda çıkan bir sorun nedeniyle
gönderdiği ünlü doktor “Kolsuz Agop”u, göz için gönderdiği “Dr. Yervant”ı
unutmam mümkün mü? Nasıl unuturum sevenlerinin “Serkis Amca” dedikleri Serkis Usta’yı…
Çok güzel bir yer olan “Boyacının Aşkı”na ne mi oldu? Ben
gazeteciliğe yeni başladığım da “tefeciler”e olan borçları nedeniyle Bay Yorgu
ve oğlu Emre, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı; fabrika “iflas masası” eliyle
satıldı. İşçilerin davasını kim mi üstlendi? DİSK’in efsane avukatı Rasim Öz…
Serkis Usta’yı da merak etmiştir siniz! Elektrik işi dahil
her türlü işten anlayan bu büyük usta ise emekliliğin tadını çıkarırken, evinde arızalanan buzdolabını tamir etmeye çalıştı. Ne yazık ki elektrik çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Geriye bana ne mi bıraktı?
Babadan kalan bir sevgi saygı… Bir de düğün hediyesi olarak getirdiği porselen
iki kişilik kahve fincanı ve tepsisi…
İşte bizi biz yapan değerlerimiz; Bay Yorgolar, Bay Viçolar,
Bay Stefolar, Bay Andonlar, Vasil
Ustalar’ı koruyamadığımız gibi, “Ürkek Güvercin” Hrant Dink’i de koruyamadık. Ve
18 Ocak 2007 tarihinde “Bebekten Katil Yarattığımız” bir çocuğa öldürttük…
(Yazı ve fotoğraf arşivi: Süleyman Boyoğlu)
Eline, kalemine sağlık Süleyman. Ne güzel anlatmışsın. Senin referansınla ben de bir süre çalışmıştım. Çok güzel bir fabrikaydı. Öğlen saatinde beton zmindeki futbol maçlarını da unutmak mümkün değil.
YanıtlaSil