Yazacağım, bu can bu tende
Durana
dek yazacağım
Eşitsizlik
zincirini
Kırana
dek yazacağım!
Kime söylüyor? Kimseye söylemiyor. Kendisinin kaleme aldığı ve “Yazacağım” adlı kitabında anlatıyor İhsani:“Sekiz yaşıma bastığım günleri iyi hatırlıyorum. Diyarbakır’da her mümin Müslüman’ın olduğu gibi, bizim de bir şeyhimiz vardı. Şeyh çok sevdiği müritlerine, dedesinin cennetteki arazisinden yer satardı. Anam Şeyh’in sevdikleri arasındaydı. Şeyh bir gün gizlice cennetteki yerin en güzelini anama sattı… Peşin verecek paramız olmadığından, ayda beş lira takside bağlandık… Bu parayı ve aylığı iki buçuk lira olan oturduğumuz evin kirasını ödemek için, birçok işe düştük…”
Yaptıkları işlerin başında “asker çamaşırı yıkamak” geldiğini anlatan Âşık İhsani, şöyle devam ediyor: “Çamaşır suyunu ısıtacak odun parası biriktiremediğimizden, anamla ben şehrin surları dışından, çuval çuval tezek toplar, sırtımızda getirirdik.
Akşamları rutubetten duvarları küf tutmuş kerpiç kondumuza çekildiğimizde, ben anamın, anam da benim sırtımdaki tezek yaralarına merhem sürerdik.”
İhsani, mahallelerinde zengin çocuklarının gittiği “Gazi Mektebi” olduğunu, ancak bu okulda okuyan çocukların hiç birinin kendisi gibi tezeğe gitmediğini; üstlerinin başlarının da çok düzgün ve temiz olduğunu belirtiyor:“Hep bu çocuklardan birisi gibi olmayı çok istiyordum. Bir gün bizim tezeğe gitmemiz, çocukların mektebe gitme saatine rastladı. Sırtımdaki tezek yarası, dayanılacak gibi değildi. Boş çuvalı anamın ayakları dibine attığım gibi çocukların arasına karıştım. Az sonra mektebin bahçe duvarı çocukları benden ayırdı. Duvarın dibinde bir öğretmen veya bir hayır sahibinin benimle ilgilenip, mektebe kaydetmesini beklerken, kulağıma sert bir el yapıştı.”
ŞEYH’İN TÜKRÜĞÜ!
Şaşkın küçük İhsani dönüp kulağına yapışana baktığında şeyhin en yakın müritlerinden “Kıl İmam”ı karşısında bulur:“Hayatımda o anki kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Şeyhin huzuruna götürüldüğümde, odada benden başka anam ve birkaç kadın vardı. Şeyh önce mektebe gidenlerin nasıl kâfir olup cehennemde yandıklarını anlatan bir vaaz çektikten sonra, ağzımın ortasına bir dua okudu ve ardından tükrüğünü boşalttı. Ve ben güya, Şeyh’in aklınca kâfir olmaktan kurtuldum. İşte ben, bu güne oradan geldim.”
1966 yılında İstanbul Matbaası’nda çıkan Âşık İhsani’nin “Yazacığım” adlı kitabının ön kapak karikatürünü Ali Çulha, arka kapak ve iç sayfa karikatürlerini ise Turhan Selçuk çizmiş.
VURGUNCU VE ŞAH DAMARI
Âşık İhsani’nin, yazdığı kitaba adını verdiği “Yazacağım!” adlı şiiri şöyle:
Yazacağım,
bu can tende
Durana
dek yazacağım
Eşitsizlik
zincirini
Kırana
dek yazacağım!
Günüm çıkasıya dardan
Haber
gelesiye yardan
Vurguncuyu
şah damarından
Vurana
dek yazacağım!
Ağalığın çöküşünü,
Gür
suların akışını,
Fakirliğin
kalkışını
Görene
dek yazacağım!
Sorumluyum ben çağımdan,
Düz
ovamdan, dik dağımdan,
Sömürgen’i
toprağımdan
Sürene
dek yazacağım!
Halkın uyanmasın diye
Gerçekler
gizlenir, niye?
Anayasam
raftan köye
Girene
dek yazacağım!
Âşık İhsani’nin kitaptaki “Gelen Var” adlı şiiri ise şöyle:
Düzanbazlar ellediler devleti,
Talan
var ha beyler, talan var talan!
Demokrasi
türküleri söylenir,
Yalan
var ha beyler, yalan var yalan
Onun asıl sahibine tek haber,
Vermeden
sattılar vatanı yer-yer,
Bir
hiç iken iki yılda milyoner
Olan
var ha beyler, olan var olan!
Bir yanda ezilmiş halk zarı zarı,
Hayali,
rüyası arpayla darı,
Öte
yandan milyonları dışarı
Salan
var ha beyler, salan var salan!
Böyle boş başına bu gidiş nere
Milletin
sırtında kol gere gere?
İşsizlikten
yana her gün bir kere
Ölen
var ha beyler, ölen var ölen!
Başkaları çıkıp giderken aya,
Biz
hala bekleriz göl tutsun maya,
Bu
gidişi ta kökünden yıkmaya
Gelen var ha beyler, gelen var gelen!
Asıl adı İhsan Sırlıoğlu olan ve 1930 yılında Diyarbakır’da bir köyde doğan Âşık İhsani, 1932 yılında babası Filit’i kaybeder. Yoksul bir ailenin çocuğu olan İhsani, Türkiye’de bir çok il ve ilçede çalışır. Askerlik sonrası kendi kendine saz çalmasını öğrenir, sonra sazıyla bütün Anadolu’yu dolaşır. Hayalindeki “Güllüşah”ı her yerde aramaya başlar. Âşık İhsani, artık 20. asrın bir nevi “Leyla ile Mecnun”un, “Kerem ile Aslı”nın erkek kahramanıdır:
Mor
yaşmaklım, eğer bana
Geleceksen
susarak gel
Dikkat
et kimse görmesin
Düşmanlardan
pusarak gel
Gel ey ömrüm, günüm, nurum
Cennetim,
mekânım, Hurum,
Akşam
olsun bekliyorum
Işığını
kısarak gel
İhsani’yem sen seni sar
Ayağın
incinmesin yar
Yollarında
gözlerim var
Üzerine
basarak gel.
Âşık İhsani, günler ve aylar hayalindeki Güllüşah’ın peşinden koşar, sonra köyüne döner. Ancak annesini ve bacısını bulamaz. Tekrar yollara düşer. Güllüşah’ı 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışırken birinin yardımıyla bulur. Asıl adı Sevim olan Güllüşah’a da saz çalmasını öğretir. Birlikte şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşır, türkü söylerler. 1958 yılında Ankara radyosunda Muzaffer Sarısözen’in yardımıyla “Yurttan Sesler” programına çıkar. Her Çarşamba günleri Güllüşah’la birlikte radyoda türkü söylerler. 1957 yılında evlendiği Güllüşah’tan 1958 yılında oğlu Garib dünyaya gelir. 1963 yılında da Elif adında bir kız çocukları doğar…
Önceleri Demokrat Parti’ye (DP) sempati duyar. Sosyal ve politik bilince ulaştığında ise Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) ilgi duymaya başlar. TİP’te iyice olgunlaşır. 1970’li yıllarda tam bir politik duruş sergiler. İşçi ve öğrenci eylemlerinin aranan ozanı olur. “Balta” adlı eseri sol kesim etkinliklerinde tutulur:
Odun
kırıcıydı, adı İlyas’tı
Yanaştım
yanına, yüzünü astı
‘İşin
nasıl?’ dedim, bir küfür bastı
Arkasından
baltasını biledi…
Bana bak arkadaş dedim, dedi ‘ne?’
Dedim
‘sen bir vatandaşsın’ dedi ‘he’
Dedim
‘kanun var’, dedi ‘ne zaman?’
Arkasından
baltasını biledi
Dedim ‘ilin neresi?’ dedi ‘Van’…
Dedim
‘çoluk-çocuk?’, dedi ‘sekiz can!’
Dedim
‘düzelecek…’, dedi ‘ne zaman?’
Arkasından
baltasını biledi…
Dedim ‘gidiş…’, dedi ‘onlara göre’
Dedim
‘kötü mü ki?’, dedi ‘bin kere!’
Dedim
‘hak, adalet…’, ‘tu!’ dedi yere,
Arkasından
baltasını biledi…
Dedim, şu feleğin ocağı söne
Açıldı
gözleri atıl öne
Dedim
‘dur bakalım’, dedi ‘ne güne’
Arkasından
baltasını biledi…
Âşık İhsani, sadece ülkeyi yönetenlerden değil, Tanrı’ya da
sitem ediyordu:
Nedendir
be koca Tanrı
Ben
ölüyom sen ölmüyon
Dünya
kurulalı beri
Ben
ölüyom sen ölmüyon
Anlamak isterim önce
Bunlar
revâ mıdır sence
Vaktim
saatim gelince
Ben
ölüyom sen ölmüyon…
…/..
Öğrenciyken, İstanbul Harbiye’deki Spor Sergi Sarayı’nda düzenlen bir konserde dinledim Âşık İhsani’yi… 1970’li yıllardı… İhsani’yi ilk defa görüyordum; pos bıyıklıydı. SSCB liderlerinden Stalin’e benzettim. Ayağında yemeni ya da çarık, üst kısmında cepken, alt kısmında da şalvar vardı. Sazını iki eliyle kavramış halde, başının üstünde tutarak hayranlarını alkışlar eşliğinde selamladı. Konserde her konuşması, türküsü alkış ve ıslık sesleriyle beğeni alıyordu. En çok da “Balta” ve “Taban Uyanıyor” eserlerini seslendirdiğinde yer yerinden oynuyordu. Spor Sergi Sarayı’nı dolduranlar hep birlikte bu eserlere eşlik ediyordu:
Çabalama
bay düzenbaz
Taban
uyanıyor taban
Hele
bir ayağa kalksın
Durduramaz
onu baban
Sanma böyle kalacaksın
Ettiğin
bulacaksın ulan!
Taban
uyanıyor taban
Hele
bir ayağa kalksın
Durduramaz
onu baban
Niye benim bir işim yok
Niye
senin göbeğin tok
Silahını
ağzına sok ulan!
Taban
uyanıyor taban
Hele
bir ayağa kalksın
Durduramaz
onu baban
Alnına
çaldığın kara
Kendine
bir delik ara ulan!
Taban
uyanıyor taban
Hele
bir ayağa kalksın
Durduramaz
onu baban
Söylediğin yalana son
Eylediğin
talana son
Yüz
bin yüz bin milyon milyon
Taban
uyanıyor ulan taban
Hele
bir ayağa kalksın
Durduramaz
onu baban…
Âşık İhsani, sadece ülkemizde değil, Avrupa ve Avusturalya'da da konserler verdi. 12 Eylül 1980 sonrası Fransa'ya giden İhsani, 1995 yılında Türkiye'ye döndü, 21 Nisan 2009’da da Diyarbakır-Sur’daki evinde hakka yürüdü.Ozan, Sanat Basımevi’nde 1964 yılında “Ağalı Dünya” kitabını yayınladı. Kitabın önsözünü Mahmut Makal kaleme aldı:
“Halk
ozanarının son halkası olarak Veysel’i gösterir bizim halk edebiyatı uzmanları.
Bunu ileri sürerken bir bildikleri olmalı, ama koşullara ve olanaklara göre
özde, biçimde ufak tefek değişiklikler olsa da halk şiiri ve dolayısıyla halk
ozanları sürüp gidecektir. Bunun örnekleri köyde, kentte dolu duruyor…
Yaşantısı
yönünden Ferhat’ı, Yusuf’u, hattâ Keremi hatırlatan, onlara benzeyen İhsani,
günümüzün sosyal konularına gücünün yettiğince eğilmiş bir halk ozanıdır.
Güllüşah’ın peşinde diyar diyar gezmiş olması, sırtına inen saçı ve göğsüne
inen sakalı eski âşıkları hatırlatsa da, bir anlamda aşk üzerine söyledikleri
pek azdır. Bir halk çocuğu olarak eşitsizlik üstünde fazla durmakta, duruma
alıcı gözle bakarak diş gıcırdatmaktadır. Kitabına ‘Ağalı Dünya’ adını vermesi
ve onun her parçasında ağanın, ağalığın bir yönünü işlemesi bundandır.
İhsani’ye
göre ağa, sadece falanca köyde çocukları okula koymayan, Nazlı’nın karnını
şişiren köyün bütün toprağına sahip çıkarak köylüyü sefalete düşürüp bundan
sevinç duyan Kelâğa değildir. Politika ve şehir ağaları da onun şiirlerinde en
geniş anlamıyla ele alınmıştır. Diyarbakır’ın, bilgisizlikle gericiliğin el ele
yürüdüğü bir bölgesinde doğmuş olan İhsani’den gül-bülbül edebiyatı yapmasını
beklemezdik ya!..
Ben,
Türk toprağına iyi tohum atanları hep bağrına basan birisi olarak, deyişleri sert
ve olumlu yönde olan İhsani’yi de bağrıma basıyor ve aynı yolda daha da
başarılı şiirler vermesini candan diliyorum…”
Nimet Arzık da “Ağalı Dünya”nın ikinci baskısının ön sözünde
özetle şunları yazar:
“Hâlâ,
toplumun ‘yükseği’ burun kıvırıyor, Âşık İhsani’den bahsedilirken, amma o
kıvrık burun ne ifade eder ki?... Kıvrık burundur işte!..
İlk
gördüğüm günden beri nice boz bulanık sular aktı İhsani. Yavaş yavaş bir sürü
ucuzluktan kurtuldun. Daha hepsinden değil! O zaman, cafcaflı idarecilerin
önünde boynun kıldan inceydi. Şimcik onlar senin önünde eğilsin. Sen Âşıksın!
Sen Sanatsın. Sen yavaş yavaş belini doğrultan Anadolusun!... Heeeey!...”
Bu
arada Sadun Tanju, Çetin Altan, Fakir Baykurt, Naci Sadullah, Mehmet Kemal,
Hüseyin Öztürk, Ahmet Angın, Necdet Onur, Necmi Onur, Sennur Sezer, Osman K.
Akol, Hasan Pulur, Erol Toy ve M. Nuri Ayvalı gibi isimler köşelerinde Âşık
İhsani’nin “Ağalı Dünya” adlı kitabından övgü ile söz ederler.
İhsani’nin
kitapları şunlar:
Ağalı
Dünya, Yazacağım, Bakalım Hele, Ozan Dolu Anadolu, Bak Tarlanın Taşına, Vur
Ağanın Başına, Dünden Bugüne Âşık İhsani, Beyaz Köle, Düş Değil Bu, Bıçak
Kemikte…
Öte
yandan, Âşık İhsani ile ilgili S. Rüştü
Karoğlu’nun derlediği “Âşık İhsani
Güllüşah’ın Ardında” bir kitap da Sanat Basımevi’nce 1964 yılında
İstanbul’da basılır. Kitap, Türk mistiğinin derin izlerini taşıyor. Kitapta İhsani, yirminci
asrın modern ‘Leyla ile Mecnun’ efsanesinin erkek kahramanı olarak anlatılıyor. İhsani, sadece Anadolu’yu karış karış gezmiyor, ta Suudi
Arabistan’a, İran'a, Afganistan’a, Pakistan’a ve Hindistan’a kadar götürülüyor,
buralar gezdiriliyor; oraların saz şairleriyle yarıştırılıyor… Teşekkürler Sakip Bayhan...
(Süleyman
Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder