7 Ocak 2022 Cuma

ÂŞIK İHSANİ...


                                                   Yazacağım, bu can bu tende

                               Durana dek yazacağım

                               Eşitsizlik zincirini

                               Kırana dek yazacağım!

         “Ben küçükken babam ölmüş. Nasıl mı ölmüş, kim mi öldürmüş işte… Ne siz sorun, ne ben diyeyim” diyen devrimci halk ozanı Âşık İhsani, Diyarbakır’da dünyaya gözlerini açtı. Babasının ölümünden sonra, kendisinden küçük bacısıyla bir hükümlüye vurulan zincir gibi, genç anaları Sıdıka’nın boynuna takıldıklarını söylüyor.

Kime söylüyor? Kimseye söylemiyor. Kendisinin kaleme aldığı ve “Yazacağım” adlı kitabında anlatıyor İhsani:“Sekiz yaşıma bastığım günleri iyi hatırlıyorum. Diyarbakır’da her mümin Müslüman’ın olduğu gibi, bizim de bir şeyhimiz vardı. Şeyh çok sevdiği müritlerine, dedesinin cennetteki arazisinden yer satardı. Anam Şeyh’in sevdikleri arasındaydı. Şeyh bir gün gizlice cennetteki yerin en güzelini anama sattı… Peşin verecek paramız olmadığından, ayda beş lira takside bağlandık… Bu parayı ve aylığı iki buçuk lira olan oturduğumuz evin kirasını ödemek için, birçok işe düştük…”

Yaptıkları işlerin başında “asker çamaşırı yıkamak” geldiğini anlatan Âşık İhsani, şöyle devam ediyor: “Çamaşır suyunu ısıtacak odun parası biriktiremediğimizden, anamla ben şehrin surları dışından, çuval çuval tezek toplar, sırtımızda getirirdik.


                                                  TEZEK YARALARI…

Akşamları rutubetten duvarları küf tutmuş kerpiç kondumuza çekildiğimizde, ben anamın, anam da benim sırtımdaki tezek yaralarına merhem sürerdik.”

İhsani, mahallelerinde zengin çocuklarının gittiği “Gazi Mektebi” olduğunu, ancak bu okulda okuyan çocukların hiç birinin kendisi gibi tezeğe gitmediğini; üstlerinin başlarının da çok düzgün ve temiz olduğunu belirtiyor:“Hep bu çocuklardan birisi gibi olmayı çok istiyordum. Bir gün bizim tezeğe gitmemiz, çocukların mektebe gitme saatine rastladı. Sırtımdaki tezek yarası, dayanılacak gibi değildi. Boş çuvalı anamın ayakları dibine attığım gibi çocukların arasına karıştım. Az sonra mektebin bahçe duvarı çocukları benden ayırdı. Duvarın dibinde bir öğretmen veya bir hayır sahibinin benimle ilgilenip, mektebe kaydetmesini beklerken, kulağıma sert bir el yapıştı.”

                                    ŞEYH’İN TÜKRÜĞÜ!

Şaşkın küçük İhsani dönüp kulağına yapışana baktığında şeyhin en yakın müritlerinden “Kıl İmam”ı karşısında bulur:“Hayatımda o anki kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Şeyhin huzuruna götürüldüğümde, odada benden başka anam ve birkaç kadın vardı. Şeyh önce mektebe gidenlerin nasıl kâfir olup cehennemde yandıklarını anlatan bir vaaz çektikten sonra, ağzımın ortasına bir dua okudu ve ardından tükrüğünü boşalttı. Ve ben güya, Şeyh’in aklınca kâfir olmaktan kurtuldum. İşte ben, bu güne oradan geldim.”

1966 yılında İstanbul Matbaası’nda çıkan Âşık İhsani’nin “Yazacığım” adlı kitabının ön kapak karikatürünü Ali Çulha, arka kapak ve iç sayfa karikatürlerini ise Turhan Selçuk çizmiş.  


                                                    VURGUNCU VE ŞAH DAMARI

Âşık İhsani’nin, yazdığı kitaba adını verdiği “Yazacağım!” adlı şiiri şöyle:

Yazacağım, bu can tende

Durana dek yazacağım

Eşitsizlik zincirini

Kırana dek yazacağım!

Günüm çıkasıya dardan

Haber gelesiye yardan

Vurguncuyu şah damarından

Vurana dek yazacağım!

Ağalığın çöküşünü,

Gür suların akışını,

Fakirliğin kalkışını

Görene dek yazacağım!

Sorumluyum ben çağımdan,

Düz ovamdan, dik dağımdan,

Sömürgen’i toprağımdan

Sürene dek yazacağım!

Halkın uyanmasın diye

Gerçekler gizlenir, niye?

Anayasam raftan köye

Girene dek yazacağım!

Âşık İhsani’nin kitaptaki  “Gelen Var” adlı şiiri ise şöyle:

Düzanbazlar ellediler devleti,

Talan var ha beyler, talan var talan!

Demokrasi türküleri söylenir,

Yalan var ha beyler, yalan var yalan

Onun asıl sahibine tek haber,

Vermeden sattılar vatanı yer-yer,

Bir hiç iken iki yılda milyoner

Olan var ha beyler, olan var olan!

Bir yanda ezilmiş halk zarı zarı,

Hayali, rüyası arpayla darı,

Öte yandan milyonları dışarı

Salan var ha beyler, salan var salan!

Böyle boş başına bu gidiş nere

Milletin sırtında kol gere gere?

İşsizlikten yana her gün bir kere

Ölen var ha beyler, ölen var ölen!

Başkaları çıkıp giderken aya,

Biz hala bekleriz göl tutsun maya,

Bu gidişi ta kökünden yıkmaya

Gelen var ha beyler, gelen var gelen!

Asıl adı İhsan Sırlıoğlu olan ve 1930 yılında Diyarbakır’da bir köyde doğan Âşık İhsani, 1932 yılında babası Filit’i kaybeder. Yoksul bir ailenin çocuğu olan İhsani, Türkiye’de bir çok il ve ilçede çalışır. Askerlik sonrası kendi kendine saz çalmasını öğrenir, sonra sazıyla bütün Anadolu’yu dolaşır. Hayalindeki “Güllüşah”ı her yerde aramaya başlar. Âşık İhsani, artık 20. asrın bir nevi “Leyla ile Mecnun”un, “Kerem ile Aslı”nın erkek kahramanıdır:

Mor yaşmaklım, eğer bana

Geleceksen susarak gel

Dikkat et kimse görmesin

Düşmanlardan pusarak gel

Gel ey ömrüm, günüm, nurum

Cennetim, mekânım, Hurum,

Akşam olsun bekliyorum

Işığını kısarak gel

İhsani’yem sen seni sar

Ayağın incinmesin yar

Yollarında gözlerim var

Üzerine basarak gel.

Âşık İhsani, günler ve aylar hayalindeki Güllüşah’ın peşinden koşar, sonra köyüne döner. Ancak annesini ve bacısını bulamaz. Tekrar yollara düşer. Güllüşah’ı 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışırken birinin yardımıyla bulur. Asıl adı Sevim olan Güllüşah’a da saz çalmasını öğretir. Birlikte şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşır, türkü söylerler. 1958 yılında Ankara radyosunda Muzaffer Sarısözen’in yardımıyla “Yurttan Sesler” programına çıkar. Her Çarşamba günleri Güllüşah’la birlikte radyoda türkü söylerler. 1957 yılında evlendiği Güllüşah’tan 1958 yılında oğlu Garib dünyaya gelir. 1963 yılında da Elif adında bir kız çocukları doğar… 


        Önceleri Demokrat Parti’ye (DP) sempati duyar. Sosyal ve politik bilince ulaştığında ise Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) ilgi duymaya başlar. TİP’te iyice olgunlaşır. 1970’li yıllarda tam bir politik duruş sergiler. İşçi ve öğrenci eylemlerinin aranan ozanı olur. “Balta” adlı eseri sol kesim etkinliklerinde tutulur:

Odun kırıcıydı, adı İlyas’tı

Yanaştım yanına, yüzünü astı

‘İşin nasıl?’ dedim, bir küfür bastı

Arkasından baltasını biledi…

Bana bak arkadaş dedim, dedi ‘ne?’

Dedim ‘sen bir vatandaşsın’ dedi ‘he’

Dedim ‘kanun var’, dedi ‘ne zaman?’

Arkasından baltasını biledi

Dedim ‘ilin neresi?’ dedi ‘Van’…

Dedim ‘çoluk-çocuk?’, dedi ‘sekiz can!’

Dedim ‘düzelecek…’, dedi ‘ne zaman?’

Arkasından baltasını biledi…

Dedim ‘gidiş…’, dedi ‘onlara göre’

Dedim ‘kötü mü ki?’, dedi ‘bin kere!’

Dedim ‘hak, adalet…’, ‘tu!’ dedi yere,

Arkasından baltasını biledi…

Dedim, şu feleğin ocağı söne

Açıldı gözleri atıl öne

Dedim ‘dur bakalım’, dedi ‘ne güne’

Arkasından baltasını biledi…

Âşık İhsani, sadece ülkeyi yönetenlerden değil, Tanrı’ya da sitem ediyordu:

Nedendir be koca Tanrı

Ben ölüyom sen ölmüyon

Dünya kurulalı beri

Ben ölüyom sen ölmüyon

Anlamak isterim önce

Bunlar revâ mıdır sence

Vaktim saatim gelince

Ben ölüyom sen ölmüyon…

…/..

            Öğrenciyken, İstanbul Harbiye’deki Spor Sergi Sarayı’nda düzenlen bir konserde dinledim Âşık İhsani’yi… 1970’li yıllardı… İhsani’yi ilk defa görüyordum; pos bıyıklıydı. SSCB liderlerinden Stalin’e benzettim. Ayağında yemeni ya da çarık, üst kısmında cepken, alt kısmında da şalvar vardı. Sazını iki eliyle kavramış halde, başının üstünde tutarak hayranlarını alkışlar eşliğinde selamladı. Konserde her konuşması, türküsü alkış ve ıslık sesleriyle beğeni alıyordu. En çok da “Balta” ve “Taban Uyanıyor” eserlerini seslendirdiğinde yer yerinden oynuyordu. Spor Sergi Sarayı’nı dolduranlar hep birlikte bu eserlere eşlik ediyordu:

Çabalama bay düzenbaz

Taban uyanıyor taban

Hele bir ayağa kalksın

Durduramaz onu baban

Sanma böyle kalacaksın

Ettiğin bulacaksın ulan!

Taban uyanıyor taban

Hele bir ayağa kalksın

Durduramaz onu baban

Niye benim bir işim yok

Niye senin göbeğin tok

Silahını ağzına sok ulan!

Taban uyanıyor taban

Hele bir ayağa kalksın

Durduramaz onu baban

 Yeter o açtığın yara

Alnına çaldığın kara

Kendine bir delik ara ulan!

Taban uyanıyor taban

Hele bir ayağa kalksın

Durduramaz onu baban

Söylediğin yalana son

Eylediğin talana son

Yüz bin yüz bin milyon milyon

Taban uyanıyor ulan taban

Hele bir ayağa kalksın

Durduramaz onu baban…

Âşık İhsani, sadece ülkemizde değil, Avrupa ve Avusturalya'da da konserler verdi. 12 Eylül 1980 sonrası Fransa'ya giden İhsani, 1995 yılında Türkiye'ye döndü, 21 Nisan 2009’da da Diyarbakır-Sur’daki evinde hakka yürüdü.Ozan, Sanat Basımevi’nde 1964 yılında “Ağalı Dünya” kitabını yayınladı. Kitabın önsözünü Mahmut Makal kaleme aldı:

“Halk ozanarının son halkası olarak Veysel’i gösterir bizim halk edebiyatı uzmanları. Bunu ileri sürerken bir bildikleri olmalı, ama koşullara ve olanaklara göre özde, biçimde ufak tefek değişiklikler olsa da halk şiiri ve dolayısıyla halk ozanları sürüp gidecektir. Bunun örnekleri köyde, kentte dolu duruyor…

Yaşantısı yönünden Ferhat’ı, Yusuf’u, hattâ Keremi hatırlatan, onlara benzeyen İhsani, günümüzün sosyal konularına gücünün yettiğince eğilmiş bir halk ozanıdır. Güllüşah’ın peşinde diyar diyar gezmiş olması, sırtına inen saçı ve göğsüne inen sakalı eski âşıkları hatırlatsa da, bir anlamda aşk üzerine söyledikleri pek azdır. Bir halk çocuğu olarak eşitsizlik üstünde fazla durmakta, duruma alıcı gözle bakarak diş gıcırdatmaktadır. Kitabına ‘Ağalı Dünya’ adını vermesi ve onun her parçasında ağanın, ağalığın bir yönünü işlemesi bundandır.

İhsani’ye göre ağa, sadece falanca köyde çocukları okula koymayan, Nazlı’nın karnını şişiren köyün bütün toprağına sahip çıkarak köylüyü sefalete düşürüp bundan sevinç duyan Kelâğa değildir. Politika ve şehir ağaları da onun şiirlerinde en geniş anlamıyla ele alınmıştır. Diyarbakır’ın, bilgisizlikle gericiliğin el ele yürüdüğü bir bölgesinde doğmuş olan İhsani’den gül-bülbül edebiyatı yapmasını beklemezdik ya!..

Ben, Türk toprağına iyi tohum atanları hep bağrına basan birisi olarak, deyişleri sert ve olumlu yönde olan İhsani’yi de bağrıma basıyor ve aynı yolda daha da başarılı şiirler vermesini candan diliyorum…”

Nimet Arzık da “Ağalı Dünya”nın ikinci baskısının ön sözünde özetle şunları yazar:

“Hâlâ, toplumun ‘yükseği’ burun kıvırıyor, Âşık İhsani’den bahsedilirken, amma o kıvrık burun ne ifade eder ki?... Kıvrık burundur işte!..

İlk gördüğüm günden beri nice boz bulanık sular aktı İhsani. Yavaş yavaş bir sürü ucuzluktan kurtuldun. Daha hepsinden değil! O zaman, cafcaflı idarecilerin önünde boynun kıldan inceydi. Şimcik onlar senin önünde eğilsin. Sen Âşıksın! Sen Sanatsın. Sen yavaş yavaş belini doğrultan Anadolusun!... Heeeey!...”

Bu arada Sadun Tanju, Çetin Altan, Fakir Baykurt, Naci Sadullah, Mehmet Kemal, Hüseyin Öztürk, Ahmet Angın, Necdet Onur, Necmi Onur, Sennur Sezer, Osman K. Akol, Hasan Pulur, Erol Toy ve M. Nuri Ayvalı gibi isimler köşelerinde Âşık İhsani’nin “Ağalı Dünya” adlı kitabından övgü ile söz ederler.

İhsani’nin kitapları şunlar:

Ağalı Dünya, Yazacağım, Bakalım Hele, Ozan Dolu Anadolu, Bak Tarlanın Taşına, Vur Ağanın Başına, Dünden Bugüne Âşık İhsani, Beyaz Köle, Düş Değil Bu, Bıçak Kemikte…

Öte yandan, Âşık İhsani ile ilgili S. Rüştü Karoğlu’nun derlediği “Âşık İhsani Güllüşah’ın Ardında” bir kitap da Sanat Basımevi’nce 1964 yılında İstanbul’da basılır. Kitap, Türk mistiğinin derin izlerini taşıyor. Kitapta İhsani, yirminci asrın modern ‘Leyla ile Mecnun’ efsanesinin erkek kahramanı olarak anlatılıyor. İhsani, sadece Anadolu’yu karış karış gezmiyor, ta Suudi Arabistan’a, İran'a, Afganistan’a, Pakistan’a ve Hindistan’a kadar götürülüyor, buralar gezdiriliyor; oraların saz şairleriyle yarıştırılıyor… Teşekkürler Sakip Bayhan...

(Süleyman Boyoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder