12 Ağustos 2012 Pazar

BUGÜN ÇAMLICA'DAYDIM...

         Cumartesi günü (11 Ağustos) evden dışarı çıkmadım. Daha doğrusu evde biraz tembellik yaptım. Bugün sabah da uyuşukluğumu üzerimden atamadım. Tembelliğimi içime sindiremiyordum, ama dışarı çıkmaya da pek gönüllü değildim. Öğleden sonra bir hamleyle yerimden kalktım, üzerimi çarçabuk giyindim ve kendimi sokakta buldum.
          Dışarı çıktığımda hava kapalıydı, ama yağacak gibi de bir havası yoktu… Merter’in içinden yürüyerek Zeytinburnu metrobüs durağına geldim. Kalabalık olmasına aldırmadan ilk metrobüse kendimi attım. Zincirlikuyu’ya kadar gittim. Burada metrobüs değiştirerek, Altunizade’ye vardım. Altunuzade’de bir sürü üst geçit geçtikten sonra bir İETT otobüs durağının önüne gelip durdum. Durduğum durakta Büyük ve Küçük Çamlıca yakınında geçen bir sürü otobüs hattı vardı. Burada da durakta yolcularını almakta olan her hangi bir otobüse kendimi attım. Sarıgazi’ye giden bir halk otobüsüydü. Şoför biraz asabiydi. Asabiliği de birileri ha bire iniş düğmesine basıyor, ama varılan durakta inen olmuyordu. O yüzden kızıyordu. Üçüncü durakta inmem gerekiyordu. Orta kapıya yakın bir yerde duruyordum bindikten sonraki ikinci durakta bir daha “duracak” ışığı yandı. Şoför yine söylenmeye başladı. Bu kez kendimden şüphelendim ve şoföre seslendim:
       - Ben basmadım, senin düğmende bir sorun olmasın mı? dedim, çünkü otobüs fazla kalabalık değildi, benden başka da orta kapıya yakın kimse yoktu.
       - Kim basıyorsa oturduğu yerden basıyor, bir yakalarsam!..
        Üçüncü durağa yani Çamlıca’ya yaklaştığımızda düğmeye basıp basmamakta tereddüt ettim. Zira şoför burnundan soluyordu, bana çatabilirdi. Neyse ki benden önce bir bey hamle yaptı ve düğmeye bastı. İçimden; “Şoför bu kez ikimizi de haşlayacak!” diye düşünürken, korktuğum olmadı.
        Durakta indim ve Büyük Çamlıca’ya yukarı tırmanmaya başladım. Allah’tan hava kapalı ve serindi; terlemeden eşsiz manzara yerine vardım. Her zaman cıvıl cıvıl olan Çamlıca tenha sayılırdı. Daha önceki gelişlerimde insan kaynardı, bu kez o canlılık ve hareketlilik yoktu. Çantamdan fotoğraf makinemi çıkardım, çalışmaya başladım…
        Fotoğraf çekerken İstanbul’un Avrupa yakasından Asya yakasına doğru kara bulutların yaklaşmakta olduğunu fark ettim, ama görüntü almaya devam ettim. Lokantanın bulunduğu, çay-kahve ve pasta satışlarının yapıldığı tepeden biraz manzara izledikten sonra turlamaya devam ediyordum ki kara bulutları bu kez tepemizde yoğunlaşmaya başladı. Çok sürmedi kara bulutlar gök gürültüsüyle saat 15.25’te üzerimize boşaltmaya başladı.

        Daha önce çay-kahve satılan, şimdi ise Ramazan ayı nedeniyle olsa gerek boş olan korunaklardan bir tanesinin içine kaçtım. Benden önce bir çift daha sığınmıştı. Peşimden ona yakın insan daha bulunduğumuz yere doluştu. Ne yazık ki korunmak için girdiğimiz yer bizi yağmurdan koruyamadı. Çünkü yağmur serpmeli yağıyordu. Kimimiz yan durarak, kimimiz de sırtını dönerek yağmurdan korunmaya çalıştık, ama sıçan gibi ıslanmaktan bir türlü kurtulamadık…
                                    (Yazı ve Fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder