Bugün (25
Ağustos Cumartesi) apartmanda tam bir sessizlik hakimdi. Yazmak ve dinlenmek için
müthiş bir fırsattı, ama hava çok güzeldi; adeta insanı dışarı davet ediyordu.
Davete hayır diyemedim saat 13.00’ü biraz geçe evden çıktım.
Çok zaman apartmandan
çıkarken eski mahalleye doğru, yani sağa doğru ayaklarım çekerken, bugün o yöne
istekli değillerdi sola çektiler. Ben de onlara uydum; nereye isterlerse
götürsünler dedim. Önce metrobüse doğru giderken, ani bir kararla tramvaya
dönüş yaptılar. Beynimde onlara uydu. Tekstil dükkân ve mağazalarının önünden
geçerek tramvay durağına vardım.
Gelen tramvay
kalabalıktı, ama ben boşunu beklemedim bindim. Çapa durağında oturacak bir yer
buldum. Kabataş’ta Sarıyer istikametine giden İETT otobüsleri durağına geçtim.
İlk gelen ve oturacak yerleri bulunan bir otobüse atladım. Otobüsün üzerinde
“Atışpoligonu” yazıyordu. İstinye tarafına gittiğini tahmin ettim. Gittiği yere
kadar gitmeye karar verdim, ancak Emirgan’ın üst kapısına yakın bir yerde geçtiğini
fark edince otobüsün iniş düğmesine bastım ve indim.
Emirgan’ın
üst giriş kapısından içeri girmemle bir sürü gelin-damatla karşılaşmam bir
oldu. Daha önce geldiğimde de dikkatimi çekmişti, ama bu kadar fazla
gelin-damat ve onlara pozlar verdiren fotoğrafçılarla karşılaşmamıştım. Başta
belirtmedim, bugün hiçbir şekilde fotoğraf çekmemeye kararlıydım. Bu
kararlılığımı uzunca bir süre korudum. Ancak Emirgan’ın çıkışına yakın bir
yerde Boğaz ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü beni yine büyüledi. Dayanamadım
çantamdan fotoğraf makinemi çıkardım; çekmeye başladım.
Emirgan’ın
alt çıkış kapısında belediyenin yeni bir düzenleme çalışması vardı. Parkta kuruyan
bir ağaç vardı, ağaca dokunmadan çalışma yapmışlardı. Bir kare kuruyan ağaçtan
çektim. Emirgan İETT durağından karşıya geçtim, yüzen çocukların, sahildeki
insanların, Boğaz’dan geçen dev tankerlerin fotoğraflarını çektim. Durağa
döndüm; otobüs beklemeye başladım. Dikkatimi Mercedes otomobilinden inen
şoförünün arabaya itmeye çalışması çekti. İstinye tarafından gelen İzmir plakalı otomobile adamın gücü yetmiyordu; yardım istemesine gerek kalmadan
gönüllü yurttaşlar arkadan itmeye başladı. Şoförü de tekrar şoför koltuğuna
oturdu. Bu görüntü bana Ajda Pekkan’ın 1975’li yıllarda seslendirdiği “Aman
Petrol Canım Petrol” şarkısının klibini anımsattı.
Trafik her
zaman olduğu gibi Arnavutköy-Ortaköy istikametine doğru yoğundu. Bir müddet
sonra Taksim-Sarıyer hattında çalışan bir halk otobüsü geldi; bindim. Otobüsün
içinde gözüme boş olan cam kenarını kestirdim ve oturdum. Oturdum ama yerimden
duramıyorum, her gördüğüm ilginç şeyin fotoğrafını çekmek için bir oturuyorum
kalkıyorum. Fotoğraf çekerken de bazen önümdeki kişinin kafasına kolum değiyor,
iki de bir özür dilemek zorunda kalıyorum.
Ortaköy’e
kadar yoğun olan trafik buradan sonra biraz rahattı. Bir ara Ortaköy'de inmeyi düşündüm; sonra vazgeçtim. Taksim’de evimin yakınında
geçen otobüsü beş on dakika bekledim. Otobüsüm geldi, yine cam kenarında
oturarak evime vardım.
(Yazı ve fotoğraflar: Süleyman Boyoğlu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder